Biliyorum ve
bilmekteyim kimin yakınımda ya da uzağımda olduğunu. Ne basit bir hayal
kırıklığı ne de sıradan bir duygu tüm o birikenlerin sonucunda önümde uzanan.
Sayısız, umarsız bir insan kitlesi işte. Sesi ve soluğu çıkmayan. Hoş sesini
duyduklarım da var ama nasıl da rollerine iyi çalışmışlar.
Tek tek ve en ince
detayında kadar tanıyıp, görebiliyorum o sessiz kitleyi. Bir çember çizmişler
ufacık bir tebeşir parçasıyla ve birer birer gizlenmişler o çemberin içersine.
Merkezinde ise duyarsızlıkları
ile sürekli paralel seyreden bir boş vermişlikle uzaktan seyrediyorlar. Ve
biliyorlar kendilerini her ne kadar gizli saklı olsalar da.
Kadın ve erkek, yaşlı
ve genç…
Yakınımda yakın gözüken
ve olduğundan çok farklı biri. Ne varsa gerçek örtüyor elleriyle. Farklı bir
siluetmişçesine nasıl da gizlemiş o gerçek yüzünü. Hep susmakta ama yeri geldi
mi nasıl da kolaylıkla kırabilmekte hele ki elimi uzattığımda. Zira sayısını
ben bile unuttum bu kalp kırıklıklarının. O ve ahvali…
Önceleri az
üzülmüyordum hani. Ve az yargılamıyordum kendimi. Ne onların gölgesiyim ne de
kuklası. Aynı ipte iki cambaz yürümez lakin. Hoş yürüdüğüm yol ya da her ne ise
onlarla asla kesişmedi bu güne değin. Ara sıra aynı havayı solumaya kalkmış
olsam da olmadı mı olmuyor işte. Oksijenimi tüketiyorlar her seferinde.
Çok ve sayısız kere
yeltendim ulaşmak adına üstelik ulaşılması zor olan ben olsam da. Evet, az
bariyer koymam hani önüme zira mecburum ama her seferinde şans verdim onlara
yeni bir diyalog başlatmak adına. Olmadı mı olmuyor. Özellikle kendimi bildim
bileli bir türlü iletişim kuramadım, özellikle o ikisi. Kim ya da ne oldukları
belli olmayan ve yaralayıcı benlikleriyle sahte kimlikler sergileyen.
Siyaha her seferinde
beyaz diyen şahsı muhteremler. Maksat ters düşmek olduktan sonra marsta hayat
olduğunu bile iddia ederler. Bilirim ciğerlerini. Anlatmasınlar bana
kendilerini. Karşısındakileri köle olarak kullanan ama aslında iradeleri
sıfırlanmış, paranın ve türlü olumsuzluğun kölesi.
İyi bilirler can
yakmayı ve iyi bilirler olduğundan farklı yansıtmayı o küçücük dünyalarını.
Dünyevi anlamda yetersizliklerinin girdabında savrulan ve sütten çıkmış ak
kaşık misali.
Ne yargılamak ne
sorgulamak niyetim ama gelin görün ki kendilerinde her daim bulurlar bu hakkı.
Hükümdarlıklarını ilan
ettikten sonra, daha da ahkâm kesmeye başlamadılar mı?
Kim neyi paylaşmaz onu
da anlayabilmiş değilim diğer yandan. Sonuç itibariyle hayatta herkese bir yer
var ve Yaradan herkese rızkını vermekte. Hayıflanmak ya da suçlu duruma
düşürmek adına bir uğraşım da olmadı hani. Gerçi sık sık mızmızlanırım
kayıplarım adına ama sabırsızlığımı ve ulaşılmaz hayallerimi de asla
yadsıyamam. Bu bile göze battıktan sonra ne diyebilirim ki ve kim ne diyebilir
ki. Sonuçta beklentiler ve umutlar kısıtlanamaz ve hepimiz özgür irademizle
dileriz ve bekleriz ya da kabullenilmişliğin verdiği o kırık duygularla
kapanırız içimize. Duygulardan, düşüncelerden ve de kaderden kim suçlu duruma düşebilir
ki ya da kim kimi suçlayabilir ki?
Bariz ve somut bir gösterge
de yok üstelik ama ulaşılan nokta bir şekilde kendini belli ediyor. Hassasiyet
de işin içine girdi mi ne zor görmezden gelmek ve ne zor görmezden gelinmek.
Aslında biliyorum
suçumu her ne kadar suç olarak addetmek mümkün olmasa da. Ve hala da
yargılanırım elimin tersiyle ittiklerimden müteakip.
İdealist bir
beklentinin nihayetinde sonuca varmayan her ne ise…
Hayal kırıklarının
ardından yeni bir hayale yel açan her kim ise…
Hırslarını değil
amaçlarının uğrunda çırpınan bir ben isem… O zaman suçlu muyum bir takım şeyler
yolunda gitmedi diye?
Ya da hak ediyor muyum
onca serzenişi ve kılıfların altındaki sözcükleri?
Hatta ve hatta bir
takım sıfatlarla ve menfi tutumlarla göz ardı edilip, aşağılanmayı?
En kötüsü ise inkâr ve
süre gelen sessizlik. Tüm bunlara rağmen gerçekleri çarpıtan ve beşeri
yetersizliklerini sümen altı eden dolayısıyla da haksız duruma düşen bir ben
daha…
Kabul, hayatının her
döneminde maneviyatı ve hissiyatı ön planda tutmak uğruna maddi kazanımlardan
kaçmış bir akılsız ve akılsızlığının nihayetinde geç kalınmışlığın verdiği bir
dürtü ile kendini hala aramakla meşgul ve içindeki çocuğun sesini hala
bastıramayan, iflah olmaz bir hayalperest.
İnsan yedisinde ne ise
yetmişinde de oymuş. Bu açıdan pek değişeceğimi sanmıyorum. Çocukken de ne çok
hayalim vardı ve o pembe dünyama neler sığdırırdım.
Ne yapabilirim ki;
kısıtlanmak bana göre değil. Ya da belli unvanların ve sıfatların hükmünde bir
hayat sürmek. İlla ki; bitmek bilmez ümitlerim eşli edecek bana yürüdüğüm
yolda. İlla ki hissedeceğim insan olduğumu ve insanları. İlla ki en az kendim
kadar düşüneceğim karşımda kim varsa. İlla ki doğrucu Davut olacağım kovulduğum
ve kovulacağım köy sayısı hacmi aşsa da. İlla ki büyümeyeceğim… İlla ki
doğrularım ve yanlışlarım olacak ve illa ki yanlışlar doğruyu götürmeyecek. Ben
buyum işte, değişmem zor hatta imkânsız. Büyümek bana göre değil bu da demek
değil ki gerçekleri idrak edemiyorum ama en azından yanılma payı olmamalı
karşımdakilerin ve illa ki yanılacağım yüksek beklentilerim neticesinde.
Yakın gözüküp uzakta
duranlar… Ya da o farklı göstergelerin eşliğinde pusulası yanlış yönü
gösterenler. Söylesenize ne vardı da bu kadar uzağımdasınız?
Söylesenize çok mu zor
sevip, kabullenmek ve yok saymamak.
Söylesenize, dünyanızda
birilerine yer vermek bu kadar mı imkânsız?
Ufak bir işaret bile
yetip artar ya da basit bir kelime hadi onu da geçtim. En azından söyleyin
neden?
Somut başarılarım var
ya da yok ya da düzenekten farklılık arz ediyorum ama inanın ki sizden alacağım
en ufak bir işaret ya da adımlayacağınız o kısacık mesafede koşa koşa gelirdim
size tabii ki samimi ve duyarlı olabilseydiniz eğer…
Varsın kendi dünyanızda
yaşayın ve her bir ferdiyle o dünyanın devam edin bildiğiniz yolda.
Yollarımız ister
kesişsin isterse kesişmesin.
Yeter ki gölge etmeyin
başka ihsan istemem…