Bir hallerdeyim,
pislik diz boyu…
İyice bozuldu bu şehir,
sürekli benim dediğim dedik, diyor.
Bir konsomatris kadar sırra vakıf…
Ve sırdaş.
Sır yüklü ketum.
Konuşkan değil.
Suskun.
Hep sıkkın.
Evde kalmış kızlar gibi bıkkın.
Keçi gibi inatçı bir huysuz…
Bu şehirde kalmak için direndikçe
gitmek için mazeretler üretiyorum...
Hepsi haklı mazeretlerimin, gitmeliyim...
Gideceğim...
elveda ziyan ettiğim yılların tarlası Eskişehir...
Merhaba
İstanbul!…
kırmızı beyaza boyadığım
beyaz sakallı noel’imi
pembe gagalı martılarımın
kırık kanatlarına oturttum
sana yolluyorum!
Kendime ise kaygılarımı bıraktım…
Ben ki, nefret edecek kadar kaygılanırım...
Nefret, kanatları kırık martılarımın yol azığı...
Fırtına var havada;
yağmur yağmakta,
yıldırımlar çarpmakta martıları...
Yüreğimde kaygılara bağlı korkular,
ellerimden bir şehrin silueti kaymakta…
— Ya ayaklarım?
— Onlar yere mi basıyor?
— Yoksa, martı kanatlarında yolculukta mıyım hâla?...
— Uçabiliyorlar mı martılarım, yıldırımlar altında?
— Varabilecek miyim sana?...
— Ya varamazsam?
— İnadına varıp da ya kaybolursam?Kafam karmakarışık oldu; bu iş zorlaşmaya başladı biraz …Kaygılarımı doldurdum kevgirebir nefretçilik yasasıyla,eledim,eledim...Sen kaldın kevgirde ey koca fahişe,
ipimi kopartmışım ben de
on dört milyon küsur gibi,
geliyorum,
memelerin arasına...Balık tutmak isteyeceğim bir kıyıda yüzsün tüm balıkların!
Beni rastgele dolaştıracak açık
deniz rengi vapurların
selamlasınlar sirenlerini çalarak;
gelsinler
arkasında sevişen köpüklerle,
önüme dizilsinler...
Kısacası,
ey
İstanbul,
kafamı boşaltabileceğin her şeyi yapman için,
ahir ömrümde, seninle eskimek,
sonra da seninle ölmek istiyorum...
ALİKEMAL,SARIMSAKLI