Aşk neydi? Aşk, ona göre bir tutkuydu. Yanık bir sevda türküsü, bir özlem, hayal dünyasında beslenen bir büyü…
Aşk neydi? Aşk, ona göre de bir tutkudan ibaretti, ama sadece bir macera ve bir hayal ürününden ibaretti.
Birbirleriyle karşılaştıkları dönem, onun için yalnızlığın sıkkınlığı ile boğuştuğu bir dönemdi ve sevmeli miydi, sevgili olmalı mıydı, bir türlü karar veremiyordu. Gözlerinden yansıyan o içten gülümsemeyle içinin ısındığını hissetti bir an ve onu yalnızlığından kurtaracak bir ilişkiye başlayabileceğine inandı.
Birbirleriyle karşılaştıkları an, aşktan umudunu kestiği andı ve koşulsuzca, kuralsızca, çıkarsızca, sevmeye hazırdı. İşte bu beni hayata döndürecek insan diye düşündü onun için… Evet, heyecanlanmayı, tutkuyu, sevmenin yüceliğini yeniden anlamıştı onunla.
Sevgili olmaları çok kolay oldu.
Onu ondan daha çok seven bir sevgilisi olmuştu ve emindi ki, onu mutlu edecekti. Evet, ondan hoşlanıyordu ama onu seviyor muydu, bu tartışılırdı. Onunla her şey kolaydı ve her istediğini koşulsuz yerine getiren bir kadındı; oysa o, zor kadınları sevebilirdi yalnızca, çünkü aşk zoru severdi. Sevdiğine ve sevebileceğine emin değildi, hoşlanıyor olmak ona yetiyordu.
Mutluydu, seviyordu ve sevildiğine inanıyordu. Bu üç şey de
açıkçası ayaklarını yerden kesmiyor değildi. Her gününü hemen hemen ona
ayırıyordu ve bundan da hiç mi hiç gocunmuyordu…
Sahilde göz göze geldiklerinde, “acaba beni yüreğinin neresine koydun?” diye
sordu.
Zor bir soruydu. Ellerini bıraktı, bakışlarını kaçırdı. “Bana böyle anlamsız sorular sorma!” diyerek çıkıştı.
Bu tavır ve cevap, onun kalbinde hiç olmadığını anlaması için yetmişti. Ama bunu ne ona, ne de kendine itiraf edemeyecekti, çünkü bu ilişkinin tek taraflı bir aşk olarak sürse de bitmesini istemiyordu. Zaman her şeyi hallederdi ve o da onun kalbine dolmayı başarırdı belki; kim bilir?
Oysa o, bu yalan ilişkinin daha fazla sürdürülemeyeceğini düşünmeye başlamıştı. Bir bankta oturuyorlardı. “Bana söz vermeni istiyorum,” dedi.
“Ne için?”
“Bir gün sana haber vermeden sessizce ve sakince çekip
gidersem ağlamayacağına dair söz vermeni istiyorum senden!”
Bir gün gitmek istersen, o zaman bana kendin söyle ki, gözyaşlarım akmasın
ardından.”
O gün sabaha kadar düşündü ve ilişkiyi bitirmeye karar verdi. Oysa her şey mükemmeldi ve onu deli gibi seven biriyle birlikteydi. Kafası allak, bullak olmuş, düşünemez hale gelmişti. Tek düşüncesi bu ilişkiyi bitirmekten ibaretti.
Sessizce çıktı, gitti.
Günlerce mesaj gönderdi, neden, niçin diye… Hiç birisine cevap alamadı. Çünkü, verilecek bir cevap yoktu ortalıkta; her şey sebepsizce olup bitmişti.
Uzun bir zaman, bu ayrılığın nedenlerini her iki tarafın da bilemediği bir boşlukta tükeniverdi.
Terk eden o olduğu halde, anlayamadığı bir biçimde hala onu
düşünüyordu. O gülümseyen gözlerini unutamıyordu onun. Açıkça itiraf edemese
de, onu terk ettiği için pişman olmuştu. Beyninin bir tarafı, onu ara, diyordu.
Öbür yanı ise, sebepsiz bir terk edişten sonra dönmez, arama, diyerek vaz
geçiriyordu onu bu niyetinden.
Haklıydı. Geri dönse ve haydi yeniden başlayalım, dese, karşısında “git,
kendine başka bir oyuncak ara,” demeye kararlı birini bulacaktı.
Her şeyi şimdi anlayabiliyordu artık; o da onu sevmişti ve ondan değil, onu
sevmekten kaçmak istemişti.
Her şey bitmişti işte; bir hiçlikle…
Bu aşk ile onu seven ve gülen gözleriyle ona sevmenin ne demek olduğunu öğreten bir sevgilisi olmuştu. Yalnızlığınız en ıstıraplı günlerinde gelen bu sevgili ile sevmenin koşulsuz olduğunu öğrenmişti. Aşk, verdiklerini geri almıştı nankörlüğü yüzünden…
Buna karşılık, bu aşk ile uğradığı hayal kırıklığı yüzünden günlerce ağlayan bir sevgili bırakmıştı geride. Bu aşk ile gülen gözleri gülmez olmuştu artık ve insanlara güveni bitmişti.