Emekli olup da Sarımsaklı’ya taşındığımız ilk günlerde, henüz memuriyetin alışkanlıklarını terk edememiştim. Yani, hala saçı sakalı düzenli tıraş ediyordum ve hala kravatla, takım elbiseyle sokağa çıkıyordum.

Taşındığım evin bulunduğu sokaktaki birkaç evde Osmanlı yadigarı Rum komşularla yan yana oturuyorduk. Rum kadınlarının, kızlarının güzelliklerine gönül kaptırarak sokakta, hem de benim evin bahçe duvarı önünde, çoğu da duvar üstünde oturarak, bir araya gelen, mahalleden olan, olmayan bir sürü genç, çıkardıkları gürültü patırtıyla iyice tedirgin olmamıza sebep oluyordu. Delikanlıların iyice azıttığı bir gece, evin balkonunda  ufaktan ufağa keyifle demlenmekteyken sinirlerim bozulmaya başladı. Delikanlılara, aldığım alkolün de cesaretiyle, duvarımın önünden ayrılarak, başka bir yerde gürültü yapmalarını ikaz ettim.

Vay sen misin ikaz eden! Birbirlerini gaza getirerek, başladılar külhanbeyliğe…

Tahriklerin etkisiyle başladım ben de onları tehdit etmeye: “Ulan, gelirsem oraya hepinizi tokatlarım! Ona göre haaa…!”

“Gelsene! Gelsene!”

“Hadi gelsene!”

Son ikazlarımı yapmaya çalıştım: “Oğlum bak git!”

Bu defa da başladılar dalga geçmeye: “Amca… Papucu yarım… Çık sokağa, oynayalım!...”

Elli beş yaşındaki bir adama karşı yedi tane yirmili yaşlarda kopuk! İşin aleyhime olan aritmetiğini lehime çevirip, “bir büyüktür yedi”nin doğruluğunu gösterecektim onlara! Bu, emeklilik yaşamının yarısından çoğunu polisiye filmleri seyrederek geçiren macera düşkünü benim gibi biri için çocuk oyuncağıydı.  Balkondan içeri geçip, bilgisayarının önünde facebook arkadaşlarıyla sanal muhabbete dalmış eşimin yanına gittim.

“Karıcığım! Ekrandaki paylaşımların altına yorum yapmaya biraz ara ver de, şu serserileri duvarımızın önünden ebediyen yollamama yardım et!”

Onları kovalayabileceğime ihtimal vermeyen eşim, benimle dalga geçerek, “nasıl yollayacaksın? Rüşvet vererek mi?” diye sordu.

“Dinle bak…” diyerek ona planımı anlattım.

Vitrinin alt çekmecelerinden birinde duran kuru sıkı tabancamı alıp belime soktum. Gittim, yatak odamızdaki duvarda asılı duran pompalı av tüfeğimi getirip karıma teslim ettim. “Gazamız mübarek olsun, karıcığım!” diyerek onunla vedalaştım. Çıkış kapısının arkasındaki “Sami Okşar”’ı da alarak çıktım sokağa.

Elimde bir şimşir sopasıyla üstlerine geldiğimi gören delikanlılar başladılar dalga geçmeğe.

“Vay!... Amcamız kapmış sopasını, bizi sopalamaya geliyor!”

“Yok len! Açın avuçlarınızı bakim diycek, sıra sopasına çekecek hepimizi! Az önce dedi ya, gelirsem sıra sopasına çekerim sizi, diye…”

“Sıra sopasına demediydi lan! Hepinizi tokatlarım, dediydi!”

Delikanlıların önüne kadar gittim. Yan gözle evimin balkonunu kontrol ettiğimde eşimin de balkona çıktığını görerek hemen horozlanmaya başladım. “Ulan ben dağılın demedim mi size!”

Delikanlılar ise dalga geçmeyi sürdürerek söylenmeye başladılar.

“O-o!…”

“Çok korktuk!

“Ben korkudan donlarıma kaçırdım valla!”

“Ha ha ha!...”

Mümkünü yok kapışamazdım onlarla, birer el enseyle yerlerde süründürürlerdi beni. Eşim de bir türlü devreye girmiyordu ki! Çaresiz belimdeki tabancayı çekecektim ve onunla korkutmaya çalışacaktım. Kıvranmaya başladım:

“Oğlum git bak!” diyerek elimi belime attım…

İşte bu anda devreye, benim cesur yürek eşim girdi ve elindeki pompalı tüfekle havaya bir el ateş ettikten sonra gez, göz, arpacık, doğrulttu tüfeği onlara. “Başkomiseriniz ne diyorsa dinleyin onu! Yoksa hepinizin kıçında birer delik açarım!”

   Başkomiser mi? Şu kadın zekası yok mu, her an her yerde mutlaka devreye giriyor ve işleri hallediveriyordu. ‘Emekli tarih öğretmeni diyecek değildi ya, aferin karıcığım!’ diye düşünerek onunla gurur duydum. Nitekim delikanlılar çark etmeye başlamıştı bile

“Herif polismiş lan!”

“Hem de Başkomisermiş valla!”

“Bu herif bi çektirirse hepimizi, sabaha kadar anamızı ağlatır!”

“Üstelik tüfeği de doğrultmuş bize yenge!”

Evet! Bir büyüktür yedi!

Hemen aşağı almaya başladılar.

“Başkomiserim, yanlış anladınız bizi!”

“Biz de bu mahallenin çocuğuyuz hani…”

“Kötü bir niyetimiz yoktu valla!”

“Tamam, bidaa sizin evin duvarında toplaşmıycaz!”

Bu riyakarlıklarına öyle bir sinirlendim ki, kendim, kendimden korktum. “Kes, kes, kes! Bir daha hiçbirinizi bu sokaktan geçerken bile görürsem götürürüm karakola, dört gün dört gece coplaya coplaya nezaret hanede tutarım. Ha!...” Başladım sırayla birer şamar vurmaya. “Tamam mı ulan?”

Her şamarı yiyen, “tamam!” diyerek boyun büküyordu.

Şamarlar bitince, “hadi şimdi, defolun hepiniz!” diye gürledim.

Arkalarına bakmadan kaçmaya başladılar.

Bitişik evdeki Rum komşu ile yanındakiler, olanları balkondan izleyerek yorum yapıyorlardı.

“Herif, hepinizi tokatlarım demiştir, sözünü tutmuştur billahi!”

Ev sahibi, kundura tamircisi Gavatko’nun hanımı, Rum şivesiyle, “Başkomiserime herif demeyinis, duyar, gücenir belki…” diyerek evden çıkıp yanıma geldi. “Ellerinis dert görmesin baskomiseru, bisleribilsenis nasıl bir dertten kurtardınıs, sise borcumusu nasil öderis bilemorum…”

Şöyle bir baktım kadına, pek bir deforme olmamış. Başkalarının duyamayacağı bir sesle ona, “bana bir borcunuz yoktur madam, ama siz buraya geldiğinizden beri yüreğim niye hızlı hızlı atmaktadır, anlayamamaktayım…” dedim.

O ise anlayacak kadar zekiydi elbette. “Benim yüreğim de sisinki gibidir baskomserim!” diyerek cilvelendi.

“Bu iki yüreğin derdine derman olmak üzere, en kısa zamanda bir görüşelim mi madam?”

“Kunduracı Gavatko kunduraevine, bu kulunus sisin emrine…”

“O halde emrimi bekle madam,” diyerek ayrıldım oradan, eve girdim. Sami Okşar’ı yerine yerleştirdim.

Tabii ki, elindeki tüfekle eşimin sorgulaması başladı hemen. “Ne konuştunuz o karıyla öyle, fıs fısfıs?”

“Fıs mıs bir şey konuşmadık karıcığım. Kadıncağız da o serserilerden çok mustaripmiş. Size borcumuzu nasıl öderiz bilemiyoruz, çok teşekkür ederiz, filan dedi.”

“Borcunu ödemek için, gençlere verdiğini sana da vermesini söylemişindir sen!”

“Tövbe, de be karıcığım! Benim o taraklarda bezim var mı hiç? Kocacığını tanıyamadın mı hala?” diyerek sırnaşa sırnaşa elinden tüfeği aldım, götürüp yatak odasındaki duvara astım.

*

( Oğlum Bak Git başlıklı yazı AliKemal tarafından 10.09.2015 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu