Sıra dışı olmuştu
gidişi. Gelmemiş miydi de gitmesini bu yüzden bu kadar yadırgamıştık.
Suretleri nasıl da
yanıltıyordu yok kıldığımız varlık maliklerinin.
Sıradan bir adamdı koca
gözlükleri ile kocamış bir ifade yer etmişken yüzünde.
Titrek elleri vardı varı
yoğu etrafa saçan. Çok temkinliydi bu yüzden ve fazlasıyla durağan.
Dur durak bilmeden
mekik dokurdu satır arası bir telaş peyda olmuşken.
Çok da hüzünlüydü
gözleri her ne kadar gözlüklerinin ardında gizli saklı saklarken yaşlarını.
Hele ki yaşını olduğundan nasıl da fazla gösterirdi. Almıştı yaşını başını
lakin hala kuru başına kem küm etmeden yaşayıp giderdi. Sahi yaşıyor muydu da
yaşamadığına dair niye böylesi bir inanç geliştirmiştik.
Bir kez uğramıştı
kapıdan. Ayakkabılarını usulca çıkarmış utana sıkıla giymişti verdiğimiz
terliği. Sanırım çoraplarındaki o kocaman delikti onu böylesine utandıran
yoksa…
Yoktu bir gün sonrası
yoktu sözlerinin ettiği kadar içimizde kıvılcım çakan.
Ya öncesi var mıydı?
O zaman an mı idi tek
önem arz eden.
Bilemedik gideceğini
hatta ihtimali bile yoktu gözümüzde. Öyle ya o çam yarması mafya babalarına
nazire edercesine yıllarca tozlu sıralarda dirsek çürütmüş bir düş adamıydı
gerçi düşkün kılınmıştı da görmezden geldiğimiz bir resimdi altı üstü.
Günler aynı idi onun
için. Anasını yolcu ettikten sonra zamanı da durdurduğuna göre saat mefhumu
silinmişti kayıtlardan.
Ortak tanıdığımız Hayriye
Hanım az emek harcamamıştı hani onu baş göz etmek için ve isyan etmişti
bizimki:’’Ben aşk’a inanmıyorum.’’
Sonradan öğrendik ki
seneler evvel sevdiği kız uğruna neler nelerden olmuş: Önce rahmetli anacığını
karşısına almıştı.
‘’Oğul, yok senden
başka kimsem. Hem görmez misin o kızdan sana yar olmaz.’’
İlerleyen süreçte her
şey ortaya çıkmıştı. Meğer bir köy ağasının imam nikâhlı eşi olup da kendini
sütten çıkmış ak kaşık misali tanıtmış bizimkine. Öncesi de varmış. Kulağımıza
çalınan ne olursa olsun az destek çıkmamıştık hani:’’Hayırlısı be Muharrem
Ağbi. Mademki düştün aşka gerisini yok say.’’
Anasının yüreğine
inmişti:’’Ölürüm de o kızı gelinim olarak kabul etmem.’’
Zıpır bir delikanlı
olmak belki de en makulü idi böylesi bir hikâyeye müdahil olmak adına.
Kıyısından geçmemişti
bizimki. Tabir-i caizse anasının biricik kınalı kuzusuydu ve fazlasıyla saf bir
o kadar düşkün ve düşsel bir portenin ana karakteri.
Aşka düşmüştü bir kez
yuva bilmişti kadının kalbini tüm içsel rehaveti ile dış kapının mandalı olsa
da.
Kadının gözü
yükseklerde olsa da az eğlenmemişti hani bizimki ona her gün kucak kucak çiçek
taşırken.
Sanmıştı ki o da
karşılık bulacak. Lamı cimi yoktu ve bunu anlamak pahalıya mal olacaktı.
Yağmurlu bir gün çamur
deryası yer gök. Az ilerde vukuat olduğu metrelerce uzaktan belli ediyordu
kendini. Bir bağrış bir çağrış ki sormayın gitsin.
Bir kadından duymak
nasip oldu neler olup bittiğini. Ahlak zabıtası baskın yapmış da koca sokak
neden sonra haberdar oluyor. Apar topar polis götürürken gördük bizimkini.
Birkaç gün içerde kaldığını biliyoruz lakin kadına ne oldu ve nereye gitti
kimseler bir türlü öğrenemedi.
Aylarca göremedik ve duyduk
ki anası başa çıkamamış bir kliniğe yatırmış. Olan biten miydi aklını
yitirmesine sebep yoksa altında başka nedenler mi vardı? Bunu ne sormak nasip
oldu sokağın sakinlerine ne de bir cevap almaya muvaffak olduk.
Derken döndü evine ama
eskisi gibi değildi artık. Bazen gecenin bir yarısı atar kendini dışarı ve
önüne gelen kim varsa sarılırdı:’’Birader biliyor musun ben âşık oldum lakin
hatun beni görmezden geldi.’’
Olan biten miydi bizi
üzen olmayan sebeplerden dolayı onu dışlamamız mıydı yoksa vebali nasıl da
ağır.
Doksana merdiven
dayamış anası fazla dayanamadı bu üzüntüye ve bir bayram sabahı verdi son
nefesini. Bunu da fazlasıyla geç öğrendik ta ki evlerinden dayanılmaz kokular
gelene kadar.
Durum içler acısıydı.
Bizimkinin polisle olan ikinci randevusu göstermişti ki hayra alamet değil bu
gidişat.
Allah rızası için
mahalleli olarak sık sık yokluyorduk o anasının resmine sarılmış bir türlü
dindiremezken gözyaşlarını.
Allah sıralı ölüm
vermişti ama geride kalan o enkaz asla toparlayamıyordu kendini.
Sıradan bir adam ve
sıra dışı bir kader belki de yoksunluğun ve yokluğun çağrısı anası onu yanına
çağırırken. Lakin bize bunu inandırmıştı. Mezarlığın yolunu arşınlıyordu artık
ve her gidişi bir öncekinden uzun sürüyordu. Birkaç kez evin yolunu kaybettiğinden
az gece geçirmemişti hani mezarlıkta.
Kocamış bir adam
kocaman bir yüreği olan.
Çok kalabalık bir
dünyanın son varisi ama bir o kadar yalnız.
Polisle olan son
randevusu oldukça yaraladı bizleri. Mezarlık çıkışı hızla geçen bir kamyonun
altında kaldığı haberi ile sokağın ileri gelenleri ve en meraklıları doluştu
olay mahalline. Kimse teşhis etmeye yanaşmıyordu üzeri gazete ile örtülü o
cansız bedeni. En cesur geçinen kasap Hayri bile tir tir titriyordu gözlerini o
kanlı önlüğüne silerken.
Dayanamadı Ramiz berber
ve tam dokunacaktı ki yerde yatan sahipsiz bedene haykırmaya başladı
aniden:’’Amanın, onun gözlüğü.’’
Sapının biri kırık ve
camları kan içerisindeydi gözlüğün.
Kocamış adam o kocaman
yüreği ile ve koca bir yanılgı ile uğramıştı işte yenilgiye hem de aldığı en
büyük darbe belki de bir kurtuluş addedilmeliydi tarafımızca bu yüzden kimse
tek kelime etmedi ardından için için sevinirken gidişine.
Var mıydı da yok
olmuştu yoksa mademki yoktu var mı olmuştu kayan bir yıldız kadar davetkâr ve
hüzün yüklü iken o hikâyesi.
Hiçlikti muzdarip
olduğu ve yokluktu tüm tesellisi ve ölüm idi tecellisi herkes gibi ama zamanlı
ama zamansız.