sabah, öğlen, akşam
yaşama ilişkin tüm kelimeler
hiçbir iz bırakmadan
peş peşe siliniyor
bir yamacın ardında
son güneş batıyor
kızıl kanlar içine
dışarıdaki şehrin ilk ışıkları duvarlarda
işte oldu gece
ne yıldızlar gülümsüyor yüzüme
ne ay
sokağın lambaları yanmıyor
gözlerimde karanlık yüzleri
ruhum karanlıklar içinde…
biliyorum,
gümüş renkli güneşim bir daha hiç doğmayacak
düşlerim gümüş kanatlarıyla
bir daha hiç havalanamayacak.
hüzün dilimlerim
ve yalnızlıklarım
insafsızca saldıracak
tam da o anda çökecek ıstırap
ruhum, zamanla ilgili her temasını kaybedecek
duvarlar kalacak bana bir tek,
bakışımı bakış yapacak duvarlar
ve daha sonrası
bilmem ki nasıl geçecek…
biliyorum ki yarın da gece olacak
yarından sonra da;
gelecek her gecede
pişmanlıklara bağlı duygular
yüreğimi sarmalayacak…
yas tutmak için çok geç artık;
artık, yas tutmak da istemiyorum
pişmanlıklarımı
gereksiz bir yük gibi
yüreğimde taşımak istemiyorum…
tanrı’nın varlığını test etmek için
tam fırsat;
ufacık bir ses duysam o’nun hükmünde,
kurtulmak için yalnızlıktan,
ne bileyim, bir böcek sesi filan…
yok,
parmaklar henüz sessizliği gösteriyor…
hiçbir şeyin olmadığı bu yerde
o da yoksa
bundan sonra sorularıma kim cevap verecek?
sorularım cevap bulamadıkça
nefret ettiğim her şey için,
kimden lanet dileyeceğim?...