Umutsuzluğun şiirini yazıyorum, yoksun diye…
Sıkışık zamanların duvar
takviminde beklentim, sonsuzluk
Bir kadın resmi iğreti,
yapıştırılıvermiş; kimdir? Ünlü biri mi?
Hiçbir şey değilse bile,
milenyumun takvim güzeli! Aşar beni böylesi…
İçimi eritiyor. Bir of
çekiyorum, karşıki dağlar inliyor…
Züğürt ağanın babası, “ben
garı istirem,” diyor…
Duyup da gelmiyor bir kör
topal…
“yalvarıyorum, duy beni!
Koşup bana gel!
İster paraya tap, ister
pula,
İster bakir ol, ister yüz
kere boşanmış ol,
İster yüz kere bozmuş ol
iffetini…
Ne olursan ol, yeter ki
benim ol…
Naz yapılacak zaman değil
şimdi,
Her nasılsan, öyle ol...”
Burada umutsuzluğun şiirini
yazıyorum, sıkışık zamanlara.
Bir kadın öksürüyor sokakta,
Tam da penceremin altından
geçerken,
Bana kendini hatırlatıyor,
halimi bilircesine,
Kıskanarak bakıyorum
ardından girdiği eve,
Evin kapalı perdelerinde
gölge oyunları,
Bir erkekle bir kadın
arasında sarılışlar, öpüşler…
Takvime bakıyorum,
tüketmişim zamanımı,
Umutsuzluk had safhada,
şiirlere sığmıyor.
Gözyaşlarımı akıtıyorum
gözlerimin içine,
Kadın çıkıp gelmiş evinden,
gözlerimin içinde,
Gözyaşlarımdan dudakları
tuzlanmış;
Öpüyorum, tüm
umutsuzluklarımla…
Bir sonsuzluk gibi yaşıyorum
umutsuzluklarımı,
Umutsuzluklarım =
sensizliğim,
Sensizliğim = yazgım,
Yani,Umutsuzluklarım =
yazgım…
Bir başka deyişle,Bir
sonsuzluk gibi yaşıyorum yazgımı…
Yani, Sensizliği bir
sonsuzlukta yaşıyorum...
Bir of çekiyorum, karşıki
dağlar yıkılıyor,
Züğürt ağanın babası, “ben
garı istirem,” diyor…
…/…