Sana hiç kimse denizi göstermedi.
Hiç kimse seslenmedi
önündeki yolu yürümen için;
kimse konuşmadı,
kimse çabalamadı
ve kimse açmadı güneşi
üstüne.
Bilemediler. Beceremediler.
Bir sivrisinek kandırdı
bildiğini söyleyerek,
omuzuna kondu.
Söğürdü kanını iliklerine
kadar, şişti.
Sonra bir vampir kuşu geldi,
yuttu sivrisineği.
Gitti, rutubetli bir duvarda
asıldı.
Ağzından düşen bir damla kan
senindi.
Mercan kayalıklarının
renklerinden yansıyan zaman kadar,
tükettiğim ömrüm.
Yuvarlanarak gelen
dalgaların
sahile sürüklediği
yelkovansız saatin akrebi
altmışı gösteriyor.
Seksen ikiden on ikiye otuz
yıl tükenmişim,
Sen henüz yirmi ikindeyken…
Sahilde dolaşanlara
yabancıyım.
Sahilde dolaşanlar bana
yabancı.
Ben yabancıyım ve onlar
yabancı.
Sen ve ben yokuz, benim ve
onların olduğu bir yerde
Ben tutuyorum ellerini birer
birer,
Senin elinin yumuşaklığıyla,
götürüyorum sahilden.
Yol gösteriyorum senin
boşalttığın yere doğru.
Abilik ve kız kardeşlik
adına en kolay şey,
el ele tutuşabilmektir.
Kimse zorlamadı gözlerimi
yummam için.
yumulan gözlerimin önüne
geliyorsun ya,
başucuna varıp “gülüş” ünün,
ninniler söyleyemiyor,
masallar anlatamıyorsun.
O yüzden uykusuz sabahlıyor
gene…
Açıyorum tüm pencerelerimi.
Sabahın bir milyon parlak
elçisi, senin yanından geliyor
güneş ışığının kanatlarında
pencereden içeri akıyor.
Sesleniyorum sana sesin fiziki
hızını da aşarak.
“Dön!”
“Ağlıyor gülüşün”
“Dön!”
Erişmesi gerek ardından ya,
gittiğin yön gaip.
Seni sevmemim
canımı bu kadar çok
yakacağını bilebilseydim,
sever miydim seni
sanıyorsun?
Bizi annesiz ve kardeşsiz
bıraktığın için,
Sana hiç kızamayacağım,
tabii ki…
Bakışların bakışlarımda
tutsak kalacak
ve boğulacaklar göz
yaşlarımda!