Kaya ailesi
bireyleri geç uyanmışlar, kahvaltılarını geç yapmışlardı. Halil Kaya, bugün,
bütün gün anneciğinin dizlerinin dibinden ayrılmamak niyetindeydi. Akşama
kadar, onun dizlerinde yatmalı, annesinin saçlarını okşamasını hissetmeliydi.
Ama, çalınan kapı zili ile bu arzusuna kısa bir ara vermek üzere, kapıya çıktı.
Sokak kapısını açtı. Kapı eşiğinde tıpkı kendisi gibi orta boylu, tıknaz bir
genç, kucaklaşmak için kollarını açmış, bekliyordu. Onunla hasretle kucaklaştı.
“Erol!”
Erol Soylu
da ona hararetle sarıldı. “Halil! Hoş geldin, kanka!...”
“Hoş bulduk,
kanka!”
“Nisa teyze
annemi arayıp söylemese haberim bile olmayacaktı geldiğinden; bir arayıp,
geldim kanka diye niye haber vermedin?”
Halil Kaya,
Erol Soylu’yu içeri çekerken, “Arardık herhalde… Daha dün gece geldik, değil
mi…”derken, onun saçlarının tam önünden hafifçe dökülerek alnının
açıldığını gördü. “Ne bu kafa kanka? Alnın kafanın üstüne uzanmış, ha!”
Erol Soylu,
Halil Kaya’nın tepesine hafif bir şaplak indirdikten sonra, “Söyleyene bak!
Kendisi de, tepe noktasından kelleşmiş…”
Gülüştüler.
Kapıyı
örtmek için hamle yapan Halil Kaya, kapının yan tarafından ortaya çıkıp
karşısına dikilen Ümmühan’ı görerek, bir an, şaşkınlıkla baka kaldı. Uzun
boylu, sarışın, çok güzel bir kızdı gördüğü, tokalaşmak için ona elini uzattı. “Sen
de mi buradaydın kız? Merhaba!”
Erol Soylu,
kız kardeşiyle dalga geçerek, “Ben de bir göreyim Halil abimi, diyerek
peşime takılıp geldi…” dedi.
Ümmühan,
Halil’in uzattığı eliyle tokalaşmak yerine, bir hamle ile yanaklarına uzanıp,
Halil’i yanaklarından öptü. Hem abisine laf yetiştirip, hem de Halil Kaya ile
laflaşmaya başladı. “Abi demedim… Hoş geldin, Halil! Özlemiştik seni…”Çok
seri hareketlerle kapıdan içeri geçti, ayakkabılarını çıkarttı.
Halil Kaya
kapıyı iterken, kıza, “Niçin, abi diye değil de, ismimle hitap ediyorsun
bana? Ben senin abin değil miyim?”diye sordu.
Ümmühan, “Değilsin!”diyerek
salona geçti.
Halil Kaya,
Ümmühan’ın peşinden gelerek, ona, “Doğru! Sen beni pek sevmezdin!
Unutmuşum…” diyerek laf yetiştirdi.
Ümmühan,
koltukta oturan Nisa hanımla sarılarak öpüşürken “Merhaba Nisa teyze!”dedikten
sonra, Halil’e, “O, çocuklukta kaldı,” diyerek cevap verdi.
Nisa Kaya, “Hoş
geldin kızım!”diye karşıladı kızı.
Ümmühan,
lafını sürdürerek, “Şimdi seviyorum… O zamanlar, abimin, sana benden daha
çok düşkün olmasını kıskanıyordum,” dedi.
Halil Kaya,
Erol Soylu’nun lafı edilince, onu salonun girişinde beklerken görüp yanına
gitti, kolunu onun omzuna atarak getirdi; gene de Ümmühan ile laflaştı. “Abin
bana, hala senden daha düşkün!”
Erol Soylu,
Halil’in lafını umursamaz havada, Nisa hanıma selam verdi,“Merhaba, Nisa
teyze!”
“Hoş geldin,
oğlum!”
Halil Kaya,
kızın tepkisiz kaldığını görünce, “biz ikimiz aslında öz kardeşiz. Seni ise,
baban, çingenelerden almış!”diye kıza sataşmayı sürdürdü.
Nisa Kaya,
kızı çekiştirerek, “Sen ona uyma kızım; gel, otur yanıma,”dedi.
Ümmühan,
Nisa hanımın yanı başına oturup, “İki yıl önce söyleseydin bunları, kafanı
yarardım!” diyerek gülümsedi.
Halil Kaya, “iki
yıl içinde büyüdün mü, yani?”diye sordu.
Ümmühan,
şöyle bir kasılarak, “Belli olmuyor mu?”diye cevap verdi ona.
Halil Kaya, “Hayır.
Hala o, sümüklü kızsın!”diye ısrar etti.
Ümmühan,
Nisa hanıma, cilvelenerek, “Nisa teyze yaaa… Bişey söyle şu oğluna…”diye
sitem etti.
Nisa Kaya,
ona destek olmak için, “sümüklü o, kendisi… Benim kızım, dünya güzeli…”diye
söylendi.
Ümmühan
yeniden cesaretlenerek, “Hala, güzelden anlamıyor bu senin oğlun!”dedi.
Halil Kaya,
annesine hitap ederek, kasıtlı; “Sırık gibi bir boyu var! Saçlarını da
İskandinav saçı gibi sapsarı boyatmış… Bizim güzellik kıstaslarımıza hiç uygun
değil…”dedi. Erol Soylu, sessizce onların kavgasını seyrederken, onu
omzundaki koluyla biraz sarsarak, “Değil mi, kanka?”diye laf atarak
mevzua onu da çekmek istedi.
Erol
Soylu’nun onların saçmalıklarına iştirak etmek gibi bir niyeti yoktu. Susmayı
sürdürdü.
Nisa Kaya,
Ümmühan’a desteği sürdürerek, “Benim kızımın güzelliği tescilli. Geçen yaz,
Sarımsaklı’da plaj güzeli kim seçildi?”dedi.
“Güzelliğimi
bir tek Halil Beyler göremiyorlar!”
“Halil abi,
diye hitap etseydin, görürdüm!”
Ümmühan,
gözlerini oğlanın gözlerine dikti, pişkinlikle, “Nedenmiş o? İnsan
evleneceği adama abi diye hitap eder miymiş?”dedi.
Halil,
duyduğu cevapla donup kaldı.
Ayakta
dikilmekte olan Erol sıkılmıştı. Saatine baktıktan sonra; Halil’in koluna girip
onu odasına doğru götürdü. “Bu kız burada kendi kendine gelin güvey olmayı
sürdürsün. Gel, biz senin odanda oturalım.”
Ümmühan’ın
buna izin vermeye niyeti yoktu. Peşlerinden gitmeye yeltendi. “Ben de sizinle
oturacağım.”
Erol
soylu, kardeşini tersledi. “Olmuyor ama... Bizi kendine esir etmeye hakkın yok.
Nisa teyzeyle oturun siz.”
Nisa
Kaya, “Gel kızım, onlar erkek erkeğe takılsınlar biraz. Biz seninle oturalım,”
diyerek kızı yanına çağırdı.
İki
genç salondan çıkarken Nisa Kaya’nın yanına dönen Ümmühan, abisine kinayeyle
baktı. Halil ve Erol, salondan uzaklaştıktan sonra Halil başını belli etmeden
bir çevirip kıza baktı. Arkasından bakmakta olan Ümmühan’ı görünce, kendi
kendine söylendi. “Bayram değil, seyran değil, eniştem beni niye öptü!”
Odasına
doğru yöneldi. Oda kapısını açan Erol’un yanından geçerek odaya girdi.
Küçük
odada bir baza ile gardırop, masa, kitaplık gibi mütevazı eşyalar... Odaya
geldiklerinde Erol kendini yatağın üstüne sırtüstü attı. Halil, masadaki
sandalyeye ilişti.
Erol
Soylu, “Bu kız, iyice kafayı sıyırdı abiciğim,” dedi.
Halil
Kaya, güldü. “Ben bişey söylemedim. Bunu sen söylüyorsun.”
“O
konuştukça suratın renkten renge girdi oğlum. Resmen sana askıntı oldu yahu.”
“Dediğim
gibi. Bunları sen söylüyorsun.”
Erol
soylu, söylenmeyi sürdürerek, “Niye söylemiyorsun seni sinir ettiğini? Benim
kardeşim olduğu için mi? “ dedi.
“Yok
yahu... Çocuk işte... Çocukluğuna veriyorum.”
“Neresi
çocuk be, on dokuz yaşına geldi.”
“On
dokuz yaş büyük mü? Çocuk işte... Onu boş ver de, sen neler yapıyorsun? Onu
anlat.”
“Ne
yapayım be kanka, bir yıldır anemin yakın akrabası olan bir avukatın yanında
stajdaydım işte… Staj sürem doldu sayılır, bu günlerde baroya kayıtlanacağım
inşallah!”
“İnşallah!
İnşallah hayırlısı olur…”
*