Erol Soylu, “yeni arabanla, beni de,
şöyle bir gezdirirsin artık, he kanka?” diye sordu.
Halil Kaya ona, “ne zaman istersen,”
dediğinde, Ümmühan, abisine nispet yaparak, “Yarın hariç, tabii!” dedi. Halil
ile Erol’un şaşırdığını görerek, “yarın arabasıyla, beni Sarımsaklıya
götürecek!” diye ekledi.
Halil, bu da nereden çıktı şimdi, der
gibi bakakalmıştı.
Erol, şımarık kız kardeşi belirsizce
azarlayarak, “Halil, öyle bir vaade bulunmadı sana,” diye çıkıştı.
Ümmühan, “Halil bulunmadı,” dedi. “Biz,
Nisa anneyle konuşup karar verdik!”
Bu defa da Nisa Hanım zor durumda kaldı.
“Öyle mi yaptık?” diye geveledi.
Ümmühan, Nisa hanımın kendisini
desteklemesini teşvik ederek, “Yarın Sarımsaklı’ya gitmem gerekiyor, deyince,
Halil, arabayla götürür seni, demiştiniz ya, Nisa anne!” deyince,
Nisa hanım zorlanarak,“Ha, evet…”
diyebildi.
Ayşe Soylu, kızının çevirdiği entrikayı
fark edip, “Erol ve Halil, birlikte götürürler, o halde,” diyerek müdahale
etti.
Ümmühan, oyunbozan anneye ters ters
bakarak, “abim gelemez, büroda işi var!” dedi.
Erol Soylu, “Gelirim!” diyerek araya
girdi.
Ümmühan bu defa, babasından medet
umarak, “babacığım! Hakkı dayı, Erol işini aksatmadan çalışması gerekiyor
demişti ya!” deyince, İzzet bey, kızının çaresizce kıvranıp durmasına
sempatiyle gülümsedi.
“Nisa annene, annene, bana, yalan
söylettirmeğe çalışıp duracağına, şuna, doğrudan doğruya Halil ile baş başa
kalmak istiyorum, desen olmaz mı?”
Halil Kaya, İzzet beyin açık sözlülüğü
karşısında iyice sıkılarak, kızardı, bozardı. “Bu cadalozun kime çektiği belli
oluyor. İkisi de patavatsız…” diye geçirdi aklından. Adama, “Estağfurullah!...
Efendim…” diye bir söz sarf edebildi yalnızca.
Ayşe Hanım zayıf, uzun boylu bir kadındı
ve yüz hatları, Ümmühan ile aynı idi. Yani, Ümmühan’ın annesine çekmiş olduğunu
söylemek çok kolaydı ama, Ayşe hanım, tıpkı Erol gibi, düşüncelerini tartarak
dile getiren ve olur olmaz laf sarf etmeyen bir kadın olduğu için, Ümmühan’ın
değil de, Erol’un annesine çektiğini söylemek gerekiyordu. Bunun tersi de
doğruydu; yani, Erol’un, tıpkı Erol gibi
orta boylu ve etli yanaklı bir adam olan İzzet beye çektiğini söylemek
mümkündü, ama tıpkı Ümmühan gibi, fikirlerini tartmadan ve aceleyle ifade
edebilen İzzet beye, Ümmühan’ın çektiğini söylemek daha doğru olurdu…
Erol, babasına, ne oluyor, der gibi
bakınca, İzzet bey pişkin pişkin gülümsedi. Erol ve Halil’e dönerek, “Çocuklar,
olanlardan sizin haberiniz olmadığı için, bu şaşkınlığınızı anlıyorum.
Anlatayım da dinleyin. Bu deli kız, Kaya ailesi ile Soylu ailesini
dostluklarının yanı sıra akraba da yapmak kararı almış kendi kendine! Ve, bu
kararını iki aileyi bir araya getirerek, her iki tarafa da tebliğ etti…”
Bedri bey, arkadaşını desteklemek
isteyerek, “Ültimatom verdi, İzzetçiğim; ültimatom…” diye laf attı. Bedri bey,
Halil ile Erol’un büyük bir merak içinde, olanları anlamaya çalıştıklarını
görerek devam etti: “Bize, Halil ile evlenmek istediğini, bu olursa mutlu
olacağını ve mutlu edeceğini söyledi.”
Ümmühan, sohbet eden grubun dışında,
masa kenarından onları izliyordu. Erol, kız kardeşine öyle bir bakış attı ki,
Ümmühan, onun ‘orospu!” diye haykırdığını, yüzüne tükürük yağdırdığını
zannetti.
Halil ise, soğuk soğuk terler dökmeye
başlamıştı.
Sözü İzzet Bey devam ettirdi: “Velhasılı
kelam, biz iki aile…”
Halil bir an, onun, ‘kendi aramızda bu
iki gence söz kestik,’ diyeceğini sanarak, eline aldığı bir peçeteyle
yüzündeki, ensesindeki terlerini sildi.
İzzet bey, “… Bu deli kızın, böyle tek taraflı bir
taleple karşımıza çıkmasının abesle iştigal olduğuna…” diye devam etti.
Halil Kaya’nın bu söz üzerine terlemesi
bıçakla kesilir gibi kesiliverdi. Ağzından sesli bir “ohhh!...” kaçtı.
Rahatlamıştı.
Ümmühan, Halil’in bu haline, oturduğu
yerden tiz bir kahkaha atarak güldü. Sonra, “O kadar da rahatlama! Babam,
lafını bitirmedi!” diye seslendi.
İzzet bey, sözünü, “ama, her iki gençte
böyle bir talepte bulunursa, bu evliliğin, bizi gururlandıracağına karar verdik!”
diye tamamladı. ”Öyle değil mi, Bedri bey?”
Bedri bey, “Herhangi bir emrivaki yok…
Eğer gençler isterse…” diye cevap verdi.
Halil ve Erol dışında ki herkes şen
şakraktı.
Halil Kaya hiçbir şey konuşamamakta,
sadece, neler olduğunu anlayamamaktan ötürü sıkıntılı anlar yaşamaktaydı.
Erol, sinirlenmişti ama, avukatlık
mesleğinin verdiği sakin bir soğuklukla, “Böyle bir saçmalığa çanak
tutulmamalı,” diyerek lafa karıştı. “Ümmühan, önce üniversite kazanıp okusun!
İki defadır üniversite sınavına giriyor, bir yeri tutturamıyor. Üniversiteden
ümidi kesti de, okumayacak nasıl olsa, bari evlensin mi, diyorsunuz? Halil de
enayi ya, okumamış, mesleği olmayan bir kızı alacak, onu bir kız kurusu olarak
evde kalmaktan kurtaracak…”
Halil Kaya, oturduğu yerden, Erol’a minnetle
baktı. Kalkıp, onu, sarılıp, öpmek geliyordu içinden.
Erol, takıntılı; “Hem, nasıl bir üslup
bu böyle yahu? Ümmühan hanımefendiler şımarıklık yapıyor, siz de
destekliyorsunuz!...” diye söylendi.
Ümmühan atıldı. “Sana ne?”
Erol Soylu: “Kızım, sende hiç onur yok
mu? Çocuk istemiyor işte, illa da evleneceğim diye şımarmak niye?” diye
çıkıştı.
Ümmühan, ”Nereden biliyorsun,
istemediğini? İstiyor…” diye söylendi.
Halil’in kendisi hakkında yapılan bu
tartışmalardan dolayı çektiği sıkıntı gözle görülebiliyordu. “İstiyor,” demişti kız çocukça bir cüretle.
“Nereden vardı bu kanaate, acaba?” diye sordu kendi kendine.
Erol Soylu, sinirlenerek, ”Saçmalama
yahu! Benim kan kardeşimin neyi isteyip istemediğini bilmez miyim? O, okulunda
kariyer yapacak, daha… Seni, bir kız kardeş olarak görür…” dedi.
Ümmühan, şımararak ”Kardeşlik bitti!
Artık karı koca olmak zamanı…” diye gülümsedi.
“Tamam,” diye düşündü Halil, “bu
kızcağız, henüz bir çocuk. Yaptıkları da çocukça şımarıklık...”
İzzet Soylu, onlara müdahale ederek, ”Mevzuu
daha fazla ciddiye alarak abartmayın! “ diye çıkıştı.
Gene de kızıyla aynı patavatsızlıkla, “
Kızımı vermek için, Halil’den daha mükemmel bir damat adayı bulabilecek değilim
ya? “ diye konuşunca, bu defa Ayşe Soylu, Erol’a sataşarak, ona müdahale etti.
“Lütfen, kızımı küçümsemeyi bırak! O,
sen de çok iyi biliyorsun ki, mükemmel bir kızdır.”
Bedri Kaya, bir tartışma oluşmasın diye
lafa girerek, “Gençler her ne karar alırlarsa alsınlar, biz o kararın
arkasındayız…” dedi. “İzzet’çiğimin demek istediği de buydu… Öyle değil mi,
İzzet’çiğim?”
“Öyle!”
Halil, bu konuya bir son nokta
koymalıydı; yoksa, o sessiz kaldıkça kendi kendilerine gelin güvey olmayı
sürdüreceklerdi bu insanlar. Biraz da zorlanarak, “Müsaade ederseniz, size
konuşmak istediğim bir şey var…” dedi.
Bedri Bey: ”Buyur, oğlum!” diyerek
oğluna baktı.
Halil Kaya, ”İzzet amcacığım, babacığım,
Ümmühan ile evlenme esprisi üzerine daha fazla gidilmemesini istirham ediyorum
sizlerden. O konu beni rahatsız ediyor…” diye söylendi.
Nisa Hanım, espri, lafına takılarak, ” O
konuda, biz ciddiyiz…” dedi.
Halil Kaya: ”Anneciğim, Ümmühan’ı çok
sevdiğini biliyorum, ama ne yazık ki, ben henüz evlenemem… “ diyerek karşı
çıktı annesine.
Nisa hanım şüphelenerek, ”Bir sevgilin
mi var, yoksa?” diye atıldı.
Halil Kaya, ”Hayır! Size söyleme
fırsatım olmadı… Ben, üniversitede ki asistanlık işimden çıkartıldım. Daha
doğrusu, doktoram tamamlanınca otomatikman ayrıldım. Yani, hocam Yardımcı
Doçent olarak başlatacaktı, ama o rahmetli olunca, o işin ne olacağı da belli
değil şimdi. Kadro durumları sıkışık… Belki bir iki yıl, kadro beklerim, belki
hiç kadro açılmaz… Anlıyor musunuz? Belirsiz bir yoldayım yani… Bir evliliğin
sorumluluğunu üstlenemem.”
Nisa Hanım, ”Sen bilirsin ama, ben
Ümmühan’ı kaçırmak istemiyorum, oğlum. Olmazsa nişan takarız, evlilik için bir
iki sene bekleyiverirsiniz… Ümmühan, daha on sekiz yaşında,” diyerek onu ikna
çabalarına girişti.
Ümmühan, konuşmadan gene duramadı,
çocuksu şımarıklığıyla, “On dokuz,” diyerek düzeltti onu.
İzzet Bey, Halil’in gerildiğini görerek,
Nisa hanımın lafına karıştı. “Komşucuğum, baskı yapmayalım, lütfen! Halil için
önemli olan, bizim için de önemli; önce işini eline alması için bekleyelim.
Zaman ne gösterecek görelim bir… Değil mi, Bedri’ciğim?”
Bedri bey de öyle düşünüyordu. “Bekleyelim
tabii,” dedi. Hanımına söylenerek, “Acele işe şeytan karışır,” diye devam etti.
Halil’e döndü, bu defa, “Seçtiğin yolda muvaffak olursun inşallah, oğlum! Senin
her kararının arkasındayız…” diyerek destek verdi.
Halil Kaya, ”Allah razı olsun, babacığım!
Sayenizde başaracağım, inşallah!” dedi.
Pastalar, çörekler yenilmiş, çaylar,
kahveler içilmiş, gece iyice ilerlemişti.
İzzet bey, ayaklandı. ” Bunları
konuşacak daha upuzun bir ayımız var. Haydi, gitmiyor muyuz daha?”
Ayşe Soylu: “Saat gece yarısı oldu.
Haydi, gidelim madem…”diyerek toparlandı.
Nisa Hanım, ”Yarın, mesaiye
yetişecekmişsiniz gibi, telâşe yapmayın, Allah aşkına!” diye sitem etti.
İzzet Soylu, ”Ne telaşesi komşu? Günü
devirdik yahu!” diyerek güldü.
Hep birlikte antreye yöneldiler. Nisa
hanım önlerinden giderek ayakkabılarını dizdi. Ayakkabısını giyen kapı önüne
çıktı. Ümmühan, Halil’in yanına sokuldu.
“Yarın, saat on’da hazır ol!
Sarımsaklı’ya götüreceksin!” diye fısıldadı.
Halil Kaya, :”Bakarız…” dedi ise de,
başına gelecek olanı biliyordu. Bu nedenle Ümmühan da kapının önüne çıkınca,
kapıdan çıkmak üzere olan Erol’un kulağına ”Yarın saat on’da götürecekmişim.
Allah aşkına, sen de takıl! Şunla yalnız yollama beni!” diye fısıldadı.
Erol Soylu, zavallı arkadaşına acıyarak,
”Merak etme sen!” diye kuvvet verdi.
İzzet Soylu, “Her şey için çok
teşekkürler! Bize de buyurun bir akşam!” diyerek sokağın ortasına geçerken,
Ayşe Soylu da, kocasının önerisini tekrarladı: ”Allah aşkına bi’gelin!”
Nisa Hanım, ”İnşallah! Geliriz…” diyerek
kapı önünde dikildi.
Bedri Bey kapı aralığındaki kalabalıktan
sokulamamış, içerden seslenmişti. “Hayırlı geceler!”
İzzet Soylu da ona, ”İyi geceler!” diye
karşılık verdi.
Misafirler uzaklaşıncaya kadar kapı
önünde bekleyip, sonra içeri döndüler.
Nisa Hanım biraz buruk bir tavırla, ”Ben
şu tabakları, bardakları mutfağa taşıyayım!” diyerek masaya doğru yürüdü.
Bedri Bey: “Allah’ını seversen bırak
onları şimdi, hanım! Yarın sabah halledersin…” diyerek ona engel oldu.
“Evet, anneciğim! Bir beş dakika otur
artık, yoruldun iyice…”
Bedri bey yatak odasına yönelirken
Halil, annesinin yanaklarından öperek gönlünü almaya çalıştı; sonra o da
odasına gitti.
Nisa hanım sinirli hareketlerle,
kocasının tembihine rağmen tabak ve bardakları mutfağa taşımaya başladı…
*