Eskişehir Kapalı
Cezaevindeki berberden saçları tamamen kesilmiş olarak çıkan Bora, yanındaki
refakatçi gardiyanıyla cezaevi hamamına geldi. Hamamın kapısından ıslak, yıvış
yıvış, buğulu bir kir kokusu yayılmaktaydı. İyice aydınlatamayan yetersiz
ışıklı lambalar, görünümün iğrençliğini daha da artırmaktaydı. Girişteki
askılıklarda üstünde ne varsa soyundu. Yanlarına gelen etüvcü mahkum çıkarttığı
eski kılıkları askılıktan toparlarken, “kolay gelsin abi,” diye laf
attı. “Neden alıyorsun o kılıkları?”
Etüvcü, karantina
koğuşlarındaki günlerini tamamladıktan sonra büyük koğuşlara geçecek olan
mahkumların eski kılıklarını teslim alırken istisnasız hepsinden duyduğu bu
soruya cevap vermekten nefret ediyordu. Bora’ya cevap vermek yerine, “Hoş
geldin birader! Allah kurtarsın!” diye karşılık verdi.
“Allah razı olsun!”
Etüvcünün yerine
gardiyan, eski elbiselerin alınış nedenini, “karantina koğuşlarındaki ortam
hijyen olmadığı için, büyük koğuşlara mikrobik bir durum taşınmasın diye, yedek
kılığı olanlarınkini kalorifer kazanlarında yakmağa yolluyoruz; yedek kılığı
olmayan garibanlarınkini de, aha bu kardeşimiz iyice kaynatıp yıkıyor,”
diyerek açıkladı.
Bora’nın aklı yatmıştı
bu uygulamanın doğruluğuna; gardiyandan, annesinin cezaevi yönetimine teslim
etmiş olduğu, içinde ona ait yeni giysilerin bulunduğu gazete kağıdı ile sarılı
paketi teslim aldı. Anadan doğma çıplak duşa girdi.
Gardiyan, etüvcü ile
laflaşmaya başladı. “Çıkmadın mı daha yahu?”
“Az kaldı, baş efendi.
Allah nasip ederse, yazın ortalarında köyümdeyim inşallah!”
“İnşallah!”
Bora, sıcak su altında
yumuşamış olan kirlerinin temizlenmek yerine, daha çok her yanına sıvaştığını
hissediyor, onları akıtabilmek için vücudunu devamlı sabunluyor, duruluyor,
gene sabunluyordu
Gardiyan, etüvcüye susmamacasına bir şeyler anlatıyordu. “Geçen gazetede
okudum. Ecevit, Avrupa Birliğine resti çekmiş, üye olmaktan vaz geçtik diye.
Ulan niye vaz geçiyorsun? Bana neye sormuyorsun vaz geçelim mi, diye? Di’mi
ama, yap bir oylama, sor vatandaşa! Biz kolay kolay adam olmayız hemşerim. Şu
bayağılıklar Avrupa Birliğinde olur mu hiç? Adamlar, mahkumları için
cezaevlerine Türk hamamı yaptırıyorlarmış vallaha, hem de üstüne üstlük karı
masajcıları bile varmış. Bizimkiler ise, gavur icadı fıskiye! Ulan bunun altına
girip yıkansan ne olur, yıkanmasan ne olur? Tamam, karı masajcı yakışmaz
müslümana da, hiç olmazsa yaptır şöyle göbek taşlı, havuzlu bir hamam; vatandaş
dışarıda yaşıyormuş gibi, içerde de girsin hamamına, terleyerekten yıkansın
bi’güzel, değil mi ama?”
Etüvcünün kafası kazan
gibi olmuş, sabrı tükenmişti; içerde ki sarışın oğlan da çıkmak bilmiyordu bir
türlü. “Bu oğlana bir şey mi oldu ki,
yarım saattir çıkmak bilmedi,” diye söylenerek duşlara doğru ilerledi.
Başladı bağırmaya: “Hadi çık artık delikanlı! Avrupa Birliğine girince,
hamam olacakmış buraları, o zaman keseletmeye de gelirsin kendini. Karı masajcı
bile olur o zaman, buralarda. Ama, şimdi yeter bu kadar! Hadi, dışarı!” Biraz
bekledikten sonra, içerdekinin çıkmak gibi bir niyeti olmadığını düşünerek, “Burayı
hamam mı belledin ulan! Dışarı! Dışarı!” diye bağırarak duş kabininin
perdesini çekip açtı.
Bora, giyinmiş vaziyette
çıktı.
Gardiyan, oradan
uzaklaşırlarken etüvcüye, “Allah kolaylıklar versin,” diye seslendi.
“Bir isteğin var mı benden?”
“Allah razı olsun baş
efendi!”
Gardiyan önde, Bora
peşinde, başka bir gardiyanın açtığı demir kanatlı bir kapıdan geçtiler.
Gardiyan, “sen solcu
musun, sağcı mısın hemşerim?” diye sorunca Bora ani bir şaşkınlık geçirdi.
“Neden?”
“Sağcıların koğuşları
üst katta, solcuların koğuşları alt katta. Ona göre götürüp, yerleştireceğim
seni.”
“Atatürkçü’yüm ben…”
Bu defa da gardiyan bir
şaşkınlık geçirerek, “Atatürkçü olmaz!” dedi. “Onların koğuşu yok. Ya
sağcı olman, ya solcu olman gerek!”
Bora, isteksizce, “sağcı,
madem…” diye söylendi.
Gardiyan, onu üst kat
merdivenlerine yönlendirdi.
*
Gardiyan, “Siyasi A”
koğuşuna girdiklerinde, meydancıyı yanına çağırdı. “Boş yatakları göster
hele!” diye emretti. Adam koğuş arkalarından karanlık iki ranza
gösterdiğinde Bora’ya, “seç birini, yerleş!” dedi.
“Bora!”
Aşinası olduğu sese
döndü hemen. “Paşa! Kardeşim! Senin ne işin var burada yahu?”
Paşa sırıtarak geldi,
“seni ziyaret etmeye geldik,” diyerek onunla kucaklaştı. “Geçmiş olsun
kardeşim!” Bora’yı bıraktıktan sonra gardiyana döndü. “Arkadaşımız
bizden gardiyan efendi, siyasi B’ye kaydediver onu bir zahmet!”
Gardiyan, “Mademki
yabancı değilmiş, yerleştirin siz, istediğiniz gibi. Ben, gidip B’ye kayıt
ettireyim, “ diyerek oradan ayrıldı.
“Bizim koğuş yan
taraftaki kardeşim. Gel oraya geçelim.”
Bora ile Paşa’da
çıktılar koğuştan.
*
Bora’yı yeni koğuşunda
curcunayla karşıladılar. Paşa, Burhan, Ahmet, Kemal ve daha bir sürü
arkadaşı... Okuldan ve mahalleden ne kadar tanıdığı varsa, adeta burada
toparlanmıştılar. Şaşkınlıktan kurtulamayarak, “Sizin, hepinizin ne işi var
burada be oğlum?” diye sordu.
Okulda, Cevat Kavak’ın
öldürüldüğü öğrenci çatışmasından sonra tutuklandıklarını anlattılar. Hepsi,
teker teker, hem babası için baş sağlığı, hem de ona geçmiş olsun dilediler…
Koğuşun en aydınlık
ranzası başına vardıklarında Paşa, “bu ranzanın altı boş kardeşim. Üstünde
ben yatıyorum; ama, dersen ki, ben üstte yatayım, sorun değil, alta ben
geçerim,” dedi.
Bora, umursamasız, “alt
üst, ne fark eder, iyi işte alt,” diyerek geçti, yatağına oturdu.
Paşa, “Tamamdır. Dur,
sana bir de battaniye ayarlayalım,” dedikten sonra yanarında toplaşan
gruptaki bir kişiye döndü. “Senin şu ikinci battaniyeyi Bora kullansın mı,
Aydın?” diye sordu.
Aydın dediği genç hemen
seğirterek güzel görünümlü bir battaniyeyle döndü. Battaniyeyi özenle Bora’nın
ranzasına yerleştirdi.
Bora ona teşekkür etti.
“Anneme söylerim getirir bana bir tane; o zaman iade ederim.”
Aydın, “Hiç etme abi,
sorun yok,” dedi.
Bora, Paşa’ya döndü,
biraz da kinayeli, “e? Anlatın bakalım, babamı öldürtmeyi nasıl
becerdiğiniz?” diye sordu.
Herkesin yüzü kızararak
önlerine eğildi. Derin bir sessizlik oluştu.
*