Kapı zili
çalındığında mutfaktan salona doğru elinde dilimlenmiş ekmeklerle gelmekte olan
Nisa hanım, yön değiştirerek elinde ekmeklerle kapıyı açmaya geçti. Salondan
antreye açılan kapıyı açık bırakan Nisa hanımın, dış kapıyı açtıktan sonra
içeri aldığı Ümmühan ile kapı aralığında sarılıp öpüştüğü görülüyordu. “Hoş
geldin, prenses!”
“Hoş bulduk, Nisa anne! Halil kalktı
mı?”
“Kalktı, kalktı… Kahvaltı yapıyoruz.”
Ümmühan Nisa
hanımın yanından geçerek, salona girdi, doğruca yemek masası başına gelerek,
önce Bedri bey ile sonra Halil Kaya ile (biraz emrivakiyle) yanak yanağa
öpüştü. “Afiyet olsun!”
Bedri Kaya, “Sağ ol, kızım! Hoş
geldin!” dedi.
Nisa hanım kıza Halil Kaya’nın
karşısındaki sandalyeyi gösterdi. “Otur da, sen de bizimle kahvaltı yap…”
Ümmühan onun gösterdiği sandalyeye
oturmadı, geçti, hemen Halil Kaya’nın yanı başındaki sandalyeye oturdu.
Halil Kaya, “Saat on’da demiştin… Saat
henüz dokuz bile değil!” diye çıkıştı.
Ümmühan, “Erol’a
da saat on’a randevu verdiğinizi duyduğum için, onu ekebilmek için biraz erkene
almak zorunda kaldım!” diyerek güldü.
Halil Kaya,
“Erken olmaz! Görüyorsun, kahvaltı yapıyorum,” diye söylendi.
Ümmühan, “Saat
dokuz buçuğa kadar kahvaltını bitirmeni beklerim… Erol’a patronundan izin alıp
gelinceye kadar, yakalanmadan çıkarız, nasıl olsa!” diyerek kendinden emin,
önündeki yumurtanın kabuğunu soymaya koyuldu.
Halil Kaya, “Sırf
kahvaltı değil derdim, tabii ki! Bugün Sarımsaklı’ya gelemeyeceğim. Arabanın
ufak tefek arızaları var. Sanayiye onları götüreceğim…” dedi.
Ümmühan, “Beraber
götürürüz. Oradan geçeriz Sarımsaklı’ ya…” diyerek sırnaştı.
Halil Kaya,
“Başka işlerim de var…” dedi. Bu kızla baş etmesi olanaksızdı tabii ki, o da
aşağıdan almak için, “Sarımsaklı’ya yarın sabah gidelim. Lütfen!...” diye
yalvardı.
Bedri Kaya,
oğlunu sıkıntıdan kurtarabilmek için yardımcı oldu. “Halil söylemek istemiyor
ama bugün bana yardımcı olacak, kızım. Yarın sabah gitseniz?”
Ümmühan, işin içine Bedri bey girince
çark etti. “O zaman başka… Tamam, Bedri amca…Yarın sabah olsun mademki…”
Halil Kaya, babasına minnetle baktı.
*
Ümmühan ile Bedri
Kaya yemek masasında iddialı bir tavla maçı yapmaya başlamışlardı.
Bedri Kaya, bu
defa sert bir rakibe çatmıştı anlaşılan; sürekli, her şeye itiraz ediyordu.
“Zar tutmadan
at!”
Ümmühan,
“Tutmadan nasıl atayım?” diyerek güldü.
“Tutacaksın, ama
zarları ayarlamadan. Avucunda çalkala da at...”
Ümmühan, iki
avucu içinde çalkaladığı zarları tavlanın içine bıraktı. Zarlar düşeş geldi.
“Düşeş. Al işte. İlahi adalet,” diye söylendi. Pullarını hareket ettirerek
Bedri beyin bir pulunu kırıp şeş kapısını aldı. “Altı kapıya girdin işte. Mars
olacaksın.”
Bedri bey, zar
attığında gele geldi ve pulunu koyamadı. “Tuh. Allah kahretsin! Ne bu şans
böyle, yahu!”
Ümmühan, zarını
attı, pullarını toplamaya başladı. İyice keyiflendi. “Nisa anne, Bedri amcama
mendil getir. Gözyaşlarını silecek.”
Bedri bey zar
attı, bir kez daha kırık pulu koyamadı. “Ayıp oluyor ama... Dalga geçmeden oyna
oyununu.”
Ümmühan zarını
attı, yine çift gelmişti, dört pul birden toparladı. “Koysan da marstan
kurtulamazsın artık. Ezdirme kendini, teslim ol.”
Bedri bey,
pulları toparladı, yeniden dizmeye başladı. “Tamam. Bu el mars oldum. Dört bir
galipsin. Çıkmayan candan umut çıkmazmış. Diz pulları.”
Ümmühan pullarını
yeniden dizmeye başlarken gülmekteydi.
*
Ertesi sabah, Erol Soylu odasında
giyinmekteyken Ümmühan geldi; itinayla giyinmiş ve süslenmiş bir görüntüsü
vardı.
Erol, kardeşini küçümsemeyle
seyrederken, “Nereye gidiyorsun?...Gerçi nereye gittiğin belli… Niye
soruyorsam!” dedi.
“Sorma o halde!”
“Nereye varacak bu işin sonu, çok
merak etmeye başladım…”
“Sen karışmasan, bir yerlere
vardıracağım…”
“Biriniz kız
kardeşimsiniz, biriniz kan kardeşimsiniz. Nasıl karışmam?”
“Karışma,
diyorsam karışma! Yoksa, ben de senin metreslerine, sevgililerine karışmaya
başlarsam, bütün aleme rezil ederim seni…”
“Makbule hakkında
bir şey kaçırırsan ağzından, babamın üzülmesine sebep olursun, biliyorsun. Onu
üzmek mi istiyorsun?”
Ümmühan aceleyle
düşüncelerini anlattı. “Babamı üzmek istemiyorum. Hayır! Sadece, Halil
konusunda bana destek olmanı istiyorum. Ben, O’nu seviyorum. Ve, onunla
evlenmek istiyorum. O da beni isteyinceye kadar mücadele edeceğim… Eğer yoluma
çıkarsan, mücadelemi sana karşı da vereceğimden emin olabilirsin… Bugün, ne
mazeret uydurursan uydur, onun yanına gitme!” Odadan çıkarken… “Bu önerimi bir
düşünmeni rica ediyorum senden!” dedi.
Erol’un pes
etmekten başka çaresi kalmamıştı. Kızgınlıkla,
“Ne halin varsa, gör! Karışmıyorum işte…” dedi. Düşünceler içinde, kendi
kendine konuşmaya başladı. “Yandın oğlum Halil sen! Seni İsmet İnönü bile
kurtaramaz artık!...”
*
Nisa Hanım, Bedri
bey ve Halil, salondaki masada sabah kahvaltısını yapmaktaydılar. Kapı zili
çalınınca, Nisa hanım, oturduğu yerden kalkmağa yeltendi. Halil, atik
davranarak kalktı. “ Erol gelmiştir. Ben açarım anneciğim!” dedi.
Kapıyı açmaya gittiğinde, kapının
önündeki Ümmühan ile yüz yüze gelince hayal kırıklığına uğradı.
Ümmühan,
”Günaydın!” dedikten sonra Halil’in karşılık vermesine fırsat bırakmadan
uzandı, yanaklarından öptü. Halil’in, bu öpüşmelerden sıkıldığı her halinden
belli olmaktaydı.
Halil Kaya, kıza
soğuk bir ”Günaydın!” dedikten sonra kapı dışına bakınarak, hayal kırıklığıyla,
“ Erol gelmedi mi?” diye sordu.
Ümmühan, ”Geldi!
Görmüyor musun? “ diyerek, o anda sokakta hareket halindeki bir sokak köpeğini
gösterdi. Köpeğe seslenerek; muzipçe; “Gel, Erolcuğum, kan kardeşin benimle
yalnız kalmaktan korktuğu için seni istiyor…” dedi. Halil kapı ağzında durmakta
ve girişi engellemekteydi ama, Ümmühan, onu, hafifçe iterek kendine yol açıp,
içeri girdi.
Halil de, kapıyı kapatarak onun
peşinden içeri girdi.
Ümmühan, pozitif
bir enerjiyle kahvaltı masasında oturan Bedri beyin ve Nisa hanımın yanına
giderek, onları yanaklarından öptü.
”Afiyet olsun!”
Bedri bey, “Hoş geldin, kızım!” diye
karşıladı kızı.
Nisa hanım, ”Otur kızım! Kaynanan
seviyormuş…” diyerek sandalye gösterdi.
Ümmühan ile Nisa Hanım, birbirlerine
anlamlı gülümseyerek, göz kırpıştılar.
Ümmühan, ”Bilmem! Seviyor mudur
acaba?” diyerek sandalyeye oturdu.
Nisa Hanım, ”Seviyordur,
seviyordur!...” diyerek gülümsemeyi sürdürdü.
Onların bu
gülümsemeli danışıklı dövüşünü fark eden Halil, Ümmühan’a ve annesine imalı
bakarak masadaki yerine oturdu. “Senin bir kayınvaliden mi var da, seni seviyor
olsun?”
Ümmühan, Halil’in
karşısındaki sandalyeye oturuyordu, gözlerini Halil’in yüzüne dikti. “Biz, Nisa
anneyle, gelin kaynana olmak için kararlıyız!” diyerek gülümsedi.
Tam o anda ağzına
bir parça peynir atmış bulunan Halil’in, yediği peynir boğazına durdu, tıkandı,
öksürdü, aksırdı, çayından koca bir yudum alıp boğazını temizledi. Nisa hanım
oğlunun sırtına vurarak, onun haline sempatiyle gülümsemekteydi.
“Helal oğlum, helal!...”
Ümmühan, “Beni Sarımsaklı’ya götürüp
getirinceye kadar ölme!” diye takıldı.
Halil Kaya
onların bu esprili tavırları karşısında bir çocuk muamelesi gördüğünü hissetti.
Bozulduğunu belli ederek, “Bekleyelim! Erol da gelecek... Birlikte götürürüz
işte…” dedi.
“Erol, gelmemeye karar verdi!”
Ümmühan’ın bunu sadistçe bir keyifle
söylediğini fark etti.
İnanmak istemeyerek, “Ne demek?...
Gelecek!” diye itiraz etti.
“Gelmeyecek. Sana bir yalan uydurup,
gelemediği için özür diler sonra, nasıl olsa!”
Galiba kız doğru söylüyordu.
“Siz, abi kardeş ne dolaplar
çeviriyorsunuz Allah aşkına?”
“Çevirdiğimiz bir
dolap filan yok! Ben buraya gelmek için evden çıkmak üzereyken, baktım o da
çıkmak için hazırlanıyor. Şayet gelirse, ben de bildiğim bir açığını annemle
babama ihbar etmekle tehdit ettim, oturttum yerinde…”
Bedri bey ile
Nisa hanım kızın bu esprili açık sözlülüğünden dolayı gevrek gevrek gülmeye
başladılar.
“Şantaj yaptın yani?”
“Öyle…”
“Senden kurtuluşum yok mu, yani?”
Nisa hanım ve Ümmühan birlikte:
“Yok!...”
*