Ayakkabıcılar sokağındaki dükkânlar peş peşe kapatılmaktaydı. Ailelerine kavuşacak insanların aceleleri vardı. Lale, kepenklerin kapatılırken çıkardıkları gürültünün, sevdiklerine kavuşacak insanların sevinç naraları olduğunu düşünüyordu. Kendisinin de koşarak gidilecek bir evi olmasını çok isterdi ama ne yazık ki, psikopat bir abinin cehenneme çevirdiği bir evdi onlarınki ve gidemiyorlardı... 

Ayakkabıcılar sokağının köşesinde, önüne geldiği tekel bayiinin küçük camekânına eğilerek bir paket sigara isteyip parasını verdiği an, arkasından sessizce sokulan Cem’i fark ederek irkildi.

Cem, bir an laf atmakla atmamak arasında bocaladıktan sonra, duyulur duyulmaz bir sesle, “Merhaba!” dedi.

Lale, onun, neredeyse burnunun dibine kadar sokulmuş olmasına bozularak, soğuk bir sesle, “merhabana merhaba!” diye çıkıştı. Genç adamın konuşmayı sürdürme niyetini anlamakla beraber, umursamaz görünerek yanından geçip yürümeye başladı. Aynı anda yanı başında yürümeye başlayan genç adamın varlığından rahatsızlık duyarak, onu azarlamak niyetiyle duraladı.

“Hayırdır?”

Cem, acemi ve heyecanlı tavırlarla kekeleyerek, “Şey... Ben...” diye bir şeyler mırıldandı. Bu buluşmayı planlarken hazırladığı tüm sözcükler aklından uçup gitmişti. Biraz zorlanarak, “ bugün... Ben, çok etkilendim sizden... Siz de kabul ederseniz... birbirimizi yakından tanımak için... Arkadaş olalım mı?” diyebildi.

Lale, iki çift lafı zar zor yan yana getirip konuşan genç adamın şapşal haline rağmen, tepeden bakan, kibirli bir tavırla, lütufta bulunuyor gibi teklifte bulunduğunu düşündü. Yakışıklı, sevimli bir gençti; belli ki iyi bir çocuktu. Tanımak için birkaç görüşmeden ne kaybı olurdu sanki! Mutlu bir birliktelik için kaderin ağlarını örmeye başladığı bir anı yaşıyor olamaz mıydı? Yok... O, ayaklarına kapanılarak aşk dilenilecek bir sevda tanrıçasıydı. Teklifi hemen kabul edecek değildi herhalde! Şu kibirli şapşalı biraz yalvartmalıydı ki, burnu sürtülsün! Bıyık altından gülümseyerek, “senin ne istediğin umurumda mı sanıyorsun? Ben seni yakından tanımak da, arkadaş olmak da istemiyorum!” diye çıkıştı.

Genç adam bozularak, “zaten, kabul ederseniz, diye söylemiştim,” diyerek boynunu büktü. “Rahatsız ettim, özür dilerim!” diyerek hızla uzaklaşmaya başladı. Damdan düşer gibi yapılan teklifin hemen ardından pişman olmuşçasına çark ederek çekip gidişi de kibirliydi.

Yenilgiye uğratacakken yenilmişlik duygusuyla kala kalan Lale, olanı biteni kavrayamadan bir süre gitmekte olan genç adamın arkasından baktı. Sonra birden o da giden gencin peşi sıra hareketlenerek, seslendi : “Hey!”

Cem sesi duyar duymaz durup döndü.

Lale, “bir dakika!” diye seslenerek onun karşısına dikildi, o an aklına gelen ilk sözü sarf ederek, “sen manyak mısın, kardeşim?” diye sordu.

Cem şaşkınlık içinde, “ne münasebet! Değilim elbet,” diye mırıldandı.

Lale, “Ayakkabıyı alırken ki gibi, yapacağını bir anda yapıp, çekip gidiyorsun hemen,” diye çıkıştı. “Manyak değilsin madem, herhalde genel karakterin böyle. Hızlı oğlansın yani.  O kadar çabuk pes ettin ki, sanki zaten pek istemiyordun benimle tanışmayı. ”

“İstiyordum da...”

Lafı genç adamın ağzından alarak çıkışmayı sürdürdü: “İstiyorduysan neden ısrar etmiyorsun be kardeşim?”

 “Ben zannettim ki...”

Lale’in, karşısındakini konuşturmaya niyeti yoktu, “Kız evi naz evi derler, duymadın mı bu sözü hiç?”

“Bilmem... Duydum da…”

“Neyse... “ Lale çantasından küçük bir bloknot çıkartıp boş bir sayfa açarak çıkarttığı kalemle birlikte onu genç adama uzattı. “Şuraya adını soyadını, telefonunu ve takıldığın yerleri, iş yerini filan yaz! Hakkında tahkikat yapacağım ve arkadaşlık yapılabilecek biriysen sana haber vereceğim. Tamam mı?”

Cem tam bir şaşkınlık halindeydi. “Tamam...” diyerek eline aldığı bloknota istenilenleri yazıp, iade etti.

Lale, geri aldığı bloknota bakarak, yazılanları tekrar etti: “Cem Bereket, Bereket Sofrası Kebap Evi’nin sahibinin oğlu, babasının dükkânında çalışmakta...” Sustu, gencin yüzüne dikkatle baktıktan sonra, “Halaskargazi Caddesindeki Bereket Sofrası mı?” diye sordu.

“Evet.”

“Ben gelmiştim oraya...”

“Ben oranın mübayaa işlerine bakıyorum.”

“Yani kasaba manava filan gidiyorsun?”

“Öyle gibi...”

“Tamam,” diyerek bloknotunu çantasına soktu. “Benim aramamı bekle. Aramazsam, bil ki olmaz senin işin,” diyerek yürümeye başladı. “Görüşürüz!”

“Görüşürüz!”

Lale, cadde üzerinde ki bir otobüs durağına ulaşınca durdu, eve gitmek için bineceği belediye otobüsünü beklemeye başladı. Aklı hala genç adamdaydı. Onunla yaptığı son söyleşiyi düşündü. Neler yapmıştı, neler söylemişti öyle, aman Allah’ım!  Bu yaptıklarını, bir başkasının yaptığını duysa, hadi canım sende der; bir kız öyle şeyler söyleyip, yapar mı, diye şaşırır kalırdı herhalde. Onaltı yaşından beri birkaç tane sevgili eskitmişti, ama bu kadar salakça bir eylemi hiç olmamıştı. Hele hele oğlana, sen manyak mısın, diye sorması ne kadar nezaketsiz, kaba bir davranıştı. Utandı kendi kendine. Gelerek önünde duran otobüse bindi.

Lale, hastaneye ulaştıktan hemen sonra Sinem’i eve yollayarak babasıyla baş başa kaldı.

Kazım Köseabdi, her geçen gün biraz daha çok kendine geliyordu.  Konuşamıyordu, ama yanı başına koydurduğu bir bloknota yazarak, derdini anlatabiliyordu.Kazım Köseabdi, kızının tezgahtar olarak dostu Metin’in  ayakkabıcı dükkanında çalışmayı  önce şiddetle reddettikten sonra şimdilerde, üstelik sakat eliyle orada çalışmaya başlamasını, kendi iş göremezliğiyle bağlantılı bir fedakarlık olarak algılıyordu. Ağır yaralanıp da kendinden geçmezden az evvel her üç kızının da sapık oğlu tarafından iğfal edildiğini duyduğu andan beri, beyninin her hücresiyle sadece onlar için kaygı duymaktaydı; kendini bu kadar çabuk toparlaması bile bu kaygının etkisindendi. İyileşecek ve hesap soracaktı. Mutlaka…

Lale o kadar güzel bir kızdı ki, gözleri onun oda içindeki hareketlerini gözledikçe doldular ve nihayet ağlamaya başladılar.

Lale, onun gözlerindeki yaşları fark eder etmez aşırı duygulanarak başucuna koştu. “Ne bunlar? Ne oluyor babacığım?” diyerek temiz bir mendille onları silmeye koyuldu. “Biliyorum, halimize üzülüyorsundur. Üzülme be babacığım, hepsi geçip gidecek bunların.”  Gülümseyerek şaka ile karışık, “senin şu inatçı macırlığın olmayıverse de bolca paramız olsa, her sıkıntımızı daha çabuk atlatacağız ya,” diye söylendi. Bu defa sözüne ciddileşerek devam etti. “İyileşip de ayağa kalkar kalkmaz, ver şu Lale bahçesini, emi babacığım. Bu halinle lale ekemezsin artıkın, ver müteahhite anasını satiim de kira gelirleriyle rahat bir hayat sürelim! Kim uğraşacak o işle… Bak, az kalsın ölüp gidiyordun. Ölseydin kime kalacaktı Lale Bahçesi? Ha? O sapık İsmail’e… Değil mi? Parayı bol bulunca iyice kuduracaktı. Şimdi ucuz haplarla kafa bulurken, o zaman kokainle, eroinle bulmaya başlayacaktı. Sonra da Sinem’e saldırması yetmezmiş gibi bana da saldıracaktı. Çiğdem’e de saldıracaktı…”

Kazım Köseabdi, elinin altındaki kalemi eline aldı. Lale, onun bir şey yazmak istediğini anlayarak bloknotu hemen elinin altına götürdü. İçinden, “hadi, inşallah, tamam kızım, vereceğim, diye yazarsın,” diye geçirerek bekledi.

Kazım Köseabdi, zorlanarak, “sapığın üçünüzü de iğfal ettiğini biliyorum,” yazdı

*

Cem, her akşam saat onda uyuma alışkanlığı olmasına rağmen, bu gün ayakkabıcı dükkânında karşılaştığı o kızı aklından çıkartıp da bir türlü uykuya dalamıyordu. Kız, ‘hakkında tahkikat yapacağım, tahkikatın sonucu olumlu olursa arkadaşlık teklifini kabul ederim,’ demişti. Amma orijinal bir kızdı, ha! Herhalde biraz geri zekalıydı. Öyle ya, böyle araştırmalarla, soruşturmalarla arkadaşlık teklifi mi kabul edilirmiş! Nerde duyulmuş böyle bir şey? Resmen aptal olmalı bu kız! Ama, o güzellik? İşte o güzelliğe sahip ikinci bir kız daha bulunamazdı. Mutlaka, ama mutlaka sahip olmalıydı o kıza, yoksa elinden kaçırdığı öylesine bir güzellik için ömrünün sonuna kadar ‘ah, vah’ çekerdi. Adını, soyadını, telefon numarasını, hakkında her bilgiyi vermişti kıza da, kızın adını sormayı neden akıl edememişti ki! Galiba, asıl geri zekalı kendisiydi! Saat on iki olmuştu ve sabah altı da kalkıp lokantayı açması, iş başı yapacak aşçılardan ihtiyaç listesini alması ve çarşı Pazar dolanıp onları temin etmesi gerekecekti, ama çok iyi biliyordu ki, uykusunu tam olarak alamadığı günler, o işler onun için büyük bir külfet oluşturmaktaydı. Uyuyabilmek için gözlerini sımsıkı yumarak binlerce koyun saymayı denedi. Ne var ki, her koyun bir sarıkız olup her biri ayrı bir sarıkız hayali daha kurmasına sebep olmuş  ve uykusunun içine tükürmüştü. 

*

Kazım Köseabdi, Metin, ertesi günü öğlen paydosunda ziyaretine geldiğinde bloknota, “bahçeyi isteyen müteahhidi bul… sözleşmeyi hazırlayıp getirsin… arsa payı olarak yüzde otuz beş istiyorum… bunun da üç tanesi cadde üstünde mağaza olacak… bir de yüz bin lira nakit istiyorum… buraya…” diye yazdı.

Metin yazılı sayfayı yırtıp alarak cebine sokuşturdu. Arkadaşına, “ben haber getiririm sana,” diyerek gitmek için hareketlendi. Kardeşi Sinem ile sohbet etmekte olan Lale’ye, “haydi Lale, vakit tamam, gidelim!” diye seslendi. Lale, odadakilerle vedalaşarak patronunun peşi sıra çıkıp gitti.

*

Lale, ayakkabıcılar sokağına girer girmez, “Metin amca sen gide koy, ben şuradan Ali ihsan abiye bir şey sorup, arkandan yetişirim,” diyerek, oradaki dükkanlardan birisine daldı. Dükkanda Ali İhsan’dan başka birkaç müşteri ile onlarla ilgilenen bir tezgahtar daha vardı; Lale doğruca kasaya gidip adeta adamın kulağına fısıldar gibi, “Ali İhsan abi, bize Bereket Kebap evini sen tavsiye ettiydin, yani sen devamlı Bereket Kebap evinde yiyorsun yemeğini değil mi?”

Adam, kızın maksadını anlayamayarak, o da, “he,” diye fısıldadı.

Lale, “o halde, Cem Bereket’i tanıyorsundur?”

“Çok iyi tanırım.”

“İyi. Bana dürüstçe cevap ver şimdi. Huyu suyu nasıl biridir? İçkisi sıçkısı, bir sapıklığı, namussusluğu, hovardalığı filan var mıdır?”

“Niye soruyorsun ki, bunları? Evlenme mi teklif etti yoksa kız?”

“Sen sorularıma cevap ver hele, be abi!”

“Bak kız, yeminle söylüyorum sana! Onun kadar namusuna düşkün, dürüst bir insan daha bulamazsın. İnan bana! Eğer evlenme teklif ettiyse, hiç naz etme, kabul et! Çok mutlu olursunuz…”

Ali İhsan, Lale gittikten hemen sonra, telefonla Cem’e ulaştı. “Lan oğlum, Lale bacımıza talip olmuşsun da niye haberimiz yok lan!” diyerek çıkıştı.

Cem, Ali İhsan’ın çıkışmasından hiçbir şey anlamadı. “Lale mi? Kimmiş o, ağabey?” diye sordu. “Benim kimseye talip olduğum filan yok…”

“Yalan söyleme be oğlum! Bana gelip, Cem Bereket nasıl biridir, diye sordu az önce.”

“Benim hakkımda bilgi mi aldı senden? Kimmiş bu ya?” Birden hatırladı. “Abi, Paşmak kunduracısında çalışan kumral, renkli gözlü, güzel bir kız var, bu o mu yoksa?”

“Ta kendisi!”

“Şimdi anladım. Hakkımda iyi bir şeyler diyeydin bari!”

“Kötü biri değilsin ki, iyi birisin; elbet iyi biridir, dedim.”

“Sağolasın abi!”

*

Metin, dışarı çıkmaya hazırlandı. “Dükkan sana emanet kızım. Çarşıda bazı işlerim var. Ben, onları halledeceğim.”

Lale heyecanlandı. “Metin amca, senden özel bir şey isteyebilir miyim?”

“Ne demek isteyebilir miyim? İsteyebilirsin elbet!”

“Amca, şu gittiğimiz kebapçının oğlu var. Cem Bereket. Babam duymasın, bana çıkmayı teklif etti bu oğlan. Hakkında soruşturma yaparım, kötü alışkanlıkların yoksa düşünürüm, dedim ona. Ne dersin? Doğru etmiş miyim?”

“Doğru etmişin ya, oğlanı pek bilmem, altı tane oğlan var, hangisidir o Cem dediğin ki?”

“Cem mi? Dün akşam ayakkabı aldı ya…”

Metin şaşırarak, “tabii ya, o,” diyerek güldü. “Abayı mı yakmış sana, hemen de ayak üstü?”

“Bilmem... Dün akşam otobüs durağının oralarda, çıkalım dedi. Düşüneyim, dedim ben de işte.”

“Ben babalarını bilirim. Çarşının en eski esnafı sayılır. Saygın adamdır.”

“Oğlu? Oğlunu da bir araştırıversen? Hani, kötü alışkanlıkları var mıdır, yok mudur, diye.”

“Olur. Ali İhsan’a sorarım. O iyi bilir onların içini.”

Lale, mahcup olarak, “gelirken uğradıydım ya Ali İhsan abiye?”diye itiraf etti.

“E?”

“Ben sordum o zaman.”

Metin gülerek karşılık verdi. “Tamam. Ben de başka yerlerden sorarım. Hele şu çarşı işlerimi halledeyim bi… Hadi eyvallah!”

Lale, onu kapıdan uğurladı. “Güle güle! Allah kolaylık versin işlerine!”

*

Allah Yardım etmişti. Metin, Kazım’ın Yanına, hastaneye müjdeyle gelmişti. “Senin şartlarını olduğu gibi kabul etti ya, dükkan meselesinde pürüz kaldı bir tek. Cadde üzerinde yedi mağaza dükkan yapacakmışlar. Bunların yüzde otuz beşi iki buçuk dükkandan az etmekte, üç dükkan isterim diyorsa cadde üstünden yarım daire eksik veririm, yarısının da parasını veririm, bir daire bana kalır, diyor. Ben, kendisiyle görüşürsün bunu, dedim. Yarın, sabahtan gelip hem senden vekaleti alıp, tapuda, kadastroda filan işlemleri başlatacakmış, hem de bunu konuşacakmış.”

Kazım’ın yüz mimiklerinde memnun bir ışıltı belirdi. Bloknota, “iyiymiş, kabul edeydin ya,” diye yazdı.

Metin, yazıyı okuyarak gülümsedi, “bence de iyi bir teklif,” dedi. “Yarın, anlaşırsınız madem.”

*

Metin, dükkana dönmeden önce Cem hakkında birkaç soruşturma yaptı. Kiminle konuştuysa, Cem’in hakkında kötü bir laf duymamıştı. Dükkana girdiğinde Lale’nin merakla ağzının içine baktığını görerek onu merakından kurtarmak istedi.

“Senin oğlan baya bi iyiymiş. İçki içmezmiş. Öyle, karı kız peşinde de koşmazmış. Babası da çok güvendiği için dükkanın her şeyini onunla yürütüyormuş. Üç tane abisi garsonluk ederken o dükkanın müdürlüğüne getirilmiş.”

“Mübayaa elemanı.”

“Mübayaa elemanı dediğin de müdürlük kadar sorumluluk. Dükkanın aksamadan yürümesi için her şeyi halletmek zorunda.”

“Öyle.”

“Sana, gene de dikkatli ol, mesafeli ol, derim. Niyetinin ciddi olup olmadığını tart, ciddi değilse de kaptırma kendini, emi.”

“Sen hiç merak etme Metin amca.”

*

( Lale Bahçesi-15 başlıklı yazı AliKemal tarafından 7.03.2016 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu