Karı koca Hüdaver’iz biz. Hanımımın adı da, benim adım da Hüdaver... Bundan tam yirmi bir sene önce, ilk tanıştığımızda, "merhaba, benim adım Hüdaver," diyerek tokalaşırken, "Merhaba benim adım da Hüdaver!"deyince, önce benimle dalga geçtiğini sanmıştım. Sonra, doğru söylediğine, "vallahi doğru söylüyorum!" diye yemin edince inanmıştım...
Belki bilmiyorsunuzdur; Hüdaver, ’Tanrım! Kız veya erkek fark etmez, bana uzun ömürlü bir çocuk ver’ anlamında kullanılan bir addır. ’Hüdaverdi’ değil, sadece ’Hüdaver! Öğrenciyken, arkadaşlarım ’Hüdaver’ demek yerine sürekli ’Hüdaverdi’ diyerek beni illet ediyorlardı. Bana ’Hüdaverdi’ diyenleri dövebilmek için ’Kung-Fu’ kursuna bile yazılmıştım. Kung-Fu eğitimi uzun ve kayalı, sarp bir yoldu; birilerini dövecek kadar bir şeyler öğrenmek isterken, kursta ’Kung-Fu’nun bir spor olduğunu ve insanları dövmek için kullanmanın yasak olduğunu öğretmişlerdi. İnsan dayak atma becerisi yokken birilerine sürekli dayak atma hırsıyla yaşarken, dayak atma becerisini kazandıktan sonra bu hırsını yitirerek, bir tokat atıp tahrik edenlere bile öbür yanağını da uzatır olması, tırnak içinde, mendebur bir ’sünepelikti’.
Okullar bitip de memuriyete başladıktan sonra, evlenecek bir kız araştırmaya başlamıştım. Adaşımla da o aralar tanışmıştım. Âşık olduğum için filan değil, adlarımız aynı olduğu için, sırf orijinallik olsun diye, hemen evlenme teklif etmiştim. O da aynen benim gibi âşık olduğu için filan değil, isimlerimiz aynı olduğu için sırf orijinallik olsun diye evet, demişti. Bu orijinal evlilikten çıka çıka, dünyanın en kısa süren ’cicim ayları’ değil, ’cicim günleri’ değil, ’cicim saatleri’ de değil, ’cicim dakikaları’ çıkmıştı; sadece bir kaç dakika sürmüştü ve nikâh muamelelerinden sonra, nikâh cüzdanını teslim alıp da koynuna sokuşturduktan bir kaç dakika sonra, orijinallik olsun diye kiralayıp süslettiğim faytona binecekken, ansızın bitivermişti.
"Bana layık gördüğün gelin arabası bu mu? Altı kapılı Limuzin kiralamaktan aciz idiysen, niye evlendin benimle? Bir otomobilin bile yok! Ahlaksız herif! Utanmaz herif! Allah belanı versin inşallah!"
Benin hanımım gibi bir hanımı mumla arasanız bulamazsınız! Hanımım, uçakla, gemiyle, trenle, otobüsle, otomobille, yani bilinen, bilinmeyen her şey ile seyahat etmekten nefret ediyordu.
Memuriyetini gurbet ellerde yaşayan biri olarak seyahat etmekten de uzak duramıyorduk. Yıllık izinlerde olsun, yakın hısımlarda yaşanan evlilik, ya da ölüm gibi gelişmelerde olsun, seyahat etmeye mecbur oluyorduk.
Elazığ’da çalışırken, babam vefat etmişti. Şubat ayındaydık. Kış şartları hüküm sürüyordu. Karayoluyla seyahat etmek mümkün değildi. Cenazeye mecburen uçakla gidecektik.
Uçak fobisi olduğu için, uçaktaki yerimize oturduğumuz andan itibaren adeta bir sinir küpü kesilen hanımımı rahatlatabilmek için, bilimsel bilgiler verme çabasına giriştim. "Uçaklar, havacılık otoriteleri tarafından çok detaylı testlerden geçirilir, karıcığım. Standartları vermeyen uçakların kesinlikle yolcu taşımasına izin verilmez. Yeni nesil sistemler sayesinde artık havada çarpışma, windshear olarak adlandırılan çok aşırı rüzgâr değişimleri gibi olayların önüne erken uyarı sistemleri sayesinde geçilebiliniyor."
Hanımım, "saçmalama!" diye bağırdı. "Kabin basıncı kaybı olduğunda başıma oksijen maskeleri düşüyor ya! Önleyebiliyorlar mı bunu?"
"Ama karıcığım, oksijen maskeleri o tip acil durumlarda otomatik olarak düşürülüyor. Hemen kullanabilmemiz için..."
Bu defa "saçmalama!" diye emretmek yerine, "sen hakikaten çok saçmalamaya başladın!" diyerek düşüncesini açıklamakla yetindi. "Kullanmamızı istedikleri bir şey ile niçin kafamızı gözümüzü yarsınlar ki?"
"Abartıyorsun be karıcığım; şimdiye kadar gaz maskesiyle kafası gözü yarılmış tek bir insan yok!"
"Ben sana yarılıyor diyorsam, yarılıyordur. Ukalalık yapmayı biliyorsun ama bir otomobil alıp da beni bu tehlikeli yolculuklardan kurtarmayı bilmiyorsun. Allah belanı versin inşallah! Ahlaksız herif! Utanmaz herif! "
Hanımımın bu gerilimden çıkması için hemen o anda aklıma geliveren bir fıkrayı anlattım: "Almanya’nın önemli bir inşaat firması, Azerbaycan’da ihalesini kazandığı petrol boru hattı inşaatını yönetmeleri için biri Avusturyalı, biri Sırp, biri Bulgar, biri Türk, dört mühendisini görevlendirmiş. Uçakla Bakü istikametinde uçmaya başlayan bu dört mühendisten Avusturyalı olan, tam da Viyana üzerinden geçerlerken kalkmış yerinden uçağın kapısına dayanmış. Sinir krizleri geçirerek başlamış bağırmaya. ’Açın kapıyı, atlayacağım ben!’ Arkadaşları koşup gelmişler, ’ne oldu, niye dellendin böyle?’ diye sormuşlar. Avusturyalı, kederle, ’benim annem o..spuydu, uçak memleketimin üstünden geçerken onu hatırladım. Bırakın atlayacağım!’ diye ağlıyormuş. Arkadaşları zar zor oturtmuşlar yerine, teselli edip sakinleştirmişler... Uçak Sırbistan’ın üstünden geçerken, bu defa da Sırp mühendis gitmiş kapıya, başlamış bağırmaya. ’Açın kapıyı, atlayacağım ben!’ Arkadaşları koşup gelmişler, ’ne oldu, niye dellendin böyle?’ diye sormuşlar. Sırp kederle, ’benim annem o..spuydu, uçak memleketimin üstünden geçerken onu hatırladım. Bırakın atlayacağım!’ diye ağlıyormuş. Arkadaşları zar zor oturtmuşlar yerine, teselli edip sakinleştirmişler... Uçak Bulgaristan üzerinden geçerken, bu defa da Bulgar koşturmuş kapıya, ’Açın kapıyı, atlayacağım ben!’ diye bağırmaya başlamış. Arkadaşları koşup gelmişler, ’ne oldu, niye dellendin böyle?’ diye sormuşlar. Bulgar kederle, ’benim annem o..spuydu, uçak memleketimin üstünden geçerken onu hatırladım. Bırakın atlayacağım!’ diye ağlıyormuş. Arkadaşları zar zor oturtmuşlar yerine, teselli edip sakinleştirmişler... Uçak en son Trabzon’un üzerinden geçerken bizim Türk mühendis Temel de koşturup gelmiş kapıya, ’Açın kapıyı, bu kadar çok o..spu çocuğu arasında duramam ben, atlayacağım!’ diye bağırmaya başlamış... Ha! Ha! Ha!" Fıkraya, kendim anlatıp, kendim güldüm.
Hanımım ise öyle bir celallendi ki, fıkrayı anlattığıma da, anlatacağıma da pişman oldum. "Ne yani? Sen şimdi bana, ’o..spu’ mu demek istiyorsun? O..spu senin anana derler! Bir otomobil alıp da beni kurtarmadın ya bu tehlikeli yolculuklardan, Allah belanı versin inşallah! Ahlaksız herif! Utanmaz herif! "
Eskişehir’deki cenaze törenine katılıp, hazır gelmişken bir kaç gün de annemle beraber kaldıktan sonra Elazığ’a dönecektik. Havalar yumuşamış yollar açılmıştı. Bu defa hanımımın uçak hobisi nedeniyle otobüsle dönmeye karar verdik.
Tabii ki, otobüse binip yerlerimize oturabilirsek! Beti benzi atmıştı. Gerginlikten nefesini burnundan alıp veriyordu. Onu sinirlendirmemeye çalışarak otobüse bindirmeye çalışıyordum. Ciddi bilimsel açıklamalar yapmaya kalksam da, fıkra anlatıp neşelendirmeye çalışsam da küfrü yiyordum.
Ben nasıl davranmam gerektiğine karar vermeye çalışırken, o söylenmeyi sürdürüyordu. "Keşke gelmeseydim, Elazığ’da kalsaydım da, sen yalnız başına gelseydin. Ama kayın pederimi pek severdim, gelmemem olmazdı..."
Cevap vermeye cesaret edemeden, susuyordum. İyi halt ediyordum. Susmanın neme nem bir suç olduğunu bilmiyormuşum gibi...
"Öküzün trene baktığı gibi bakıp durmasana öyle! Bir şey söyle!"
"Peki, karıcığım!" dedim, ama söylemek için bir şey bulamadım.
O, "Peki karıcığıymış! Ukala herif sen de! Sen kadın ruhundan ne anlarsın ki zaten? Öküz gelmişsin, öküz gidiyorsun işte... Allah belanı versin inşallah! Ahlaksız herif! Utanmaz herif! Bir otomobil alıp da beni kurtarmadın bu tehlikeli yolculuklardan!" diye diye otobüse bindi, şoför mahallinin hemen arkasındaki yerimize oturdu.
Az sonra otobüs hareket etti. Henüz Eskişehir sınırlarının dışına çıkmamıştık ki, hanımım gene söylenmeye başladı.
"Göz kapaklarını gördün mü? Pek ağır görünüyorlar. Açık tutamaz, az sonra ikisi de kapanmaya başlar."
"Kimin?"
"Ebenin körünün! Şoförün elbet!"
"Göz kapağı uzmanı olan sensin. Ben anlamam," diyecek oldum;
Hemen tavrını koydu. "Alay mı ediyorsun sen benimle?"
Sustum tabii ki! Hanımımın da suratı bir karış, gözleri şoförün gözlerinde, benimle ilgisi kalmadı. Bu boşluktan istifade gözlerimi yumup az kendimden geçtim.
Mümkün mü? Böğrüme yediğim bir dirsekle uykumdan sıçradım.
"Gördün mü bak, gözlerini yumduğunu görmeyelim diye koyu camlı güneş gözlüğü taktı gözüne!"
Baktım, şoför gerçekten de güneş gözlüğü takınmış, ama hanımımın dediği gibi uyuyabilmek için değil, dışarıdan vuran Güneş ışınlarının gözlerini almasını önlemek için...
Olanca sevecenliğimle, "hayatım, adamcağızı lafa tut, istersen; o zaman uyumaz," diyerek başımdaki belayı şoförün başına sarmayı denedim.
"Benim de aklımdan geçti ya, ne diyeceğimi bilemedim; onunla konuşabileceğim bir konu bulabilsem..."deyince ona aklıma gelen bir fıkrayı anlatmak istedim.
"Sana bununla ilgili bir fıkra anlatayım, bak... Otobüs şoförünün hemen arkasındaki koltukta oturan bir yolcu, tıpkı senin gibi şoförün uyumasından çok korktuğu için, onun zihnini uyanık tutacağını umarak saçma sapan sorular soruyormuş.
’Şoför bey, babam aslan, anam kaplan olsaydı ben ne olurdum?’
'...’
’Şoför bey, babam köpek, annem inek olsaydı ben ne olurdum?’
’...’
Yolcu bu saçma soruları ürettikçe, şoför sinirleniyor, fakat ya sabır çekerek yolcuyla muhatap olmamaya çalışıyormuş.
Nereye kadar? En sonunda sabrını yitirerek, suskunluğunu bozmuş:
’Pekala, sen söyle bakalım! Anan o..spu, baban pez..enk olsaydı, sen ne olurdun?’
Yolcu gülmüş. ’Garanti otobüs şoförü olurdum her halde!’
Anlattığım fıkraya yine kendim güldüm.
Hanımım ise gülerek değil, ama gamatayı basarak deşarj olmayı tercih etti. "Sen benim anneme o..spu, babama pez..enk mi dedin şimdi? Ha? O..spu senin anana, pez..enk de senin babana derler! Bir otomobil alıp da beni kurtarmadın ya bu tehlikeli yolculuklardan, Allah belanı versin inşallah! Ahlaksız herif! Utanmaz herif! "
Onun bu hakaretlerine iyice alışmıştım, ağrıma gitmiyordu. Aslında kalbi temizdi onun, her şey dilindeydi. Bütün mendeburluk bendeydi, bir otomobil alıp da hanımımı bu çileli yolculuklardan bir türlü kurtaramamıştım!