Vakkas, köyün en yakışıklı delikanlısıydı, ama akıldan az noksandı. Şevval'e âşıktı.

Şevval, on beşine henüz girmiş bir taze kızcağızdı, şimdiye kadar aşkla meşkle bir işi olmamıştı ya, televizyonda seyrettiği Türk filmleri sayesinde aşkın ihtisasını yapmış sayılırdı.

Köy çeşmesinden evlerine omzuna astığı gege ile iki bakraç su taşıyordu. Vakkas önüne çıkıp da, "seni seviyorum!" dediğinde, pek utanmış, bakraçlardaki suları çalkalaya döke eve nasıl kaçtığını bilememişti.

Şevval, anası Şahvar ile her bir şeyini paylaşır, ondan hiçbir şeyini saklamazdı. Suları getirdiğinde gegeyi omzundan alıp yere koyan Şahvan'a, "Ana kız, sana bişi deyecem," diyerek Vakkas'ın ilanı aşkını anlattı. "Örtaş emminin Vakkas var ya, demincek gelir iken önüme çıkaraktan beni sevdiğini deyiverdi..."

"Sen ne dedin?"

"Ben utanaraktan kaçıvedim..."

"Kaçecene indirivereydin ya gegeyi kafesine!"

"Yok kız, nasıl kıyiim? Ben de gönlümü one vedim."

"İyi bok yemişin! Bi seviyom dedi diye olecek şe mi bu?"

"Öyle deme gı... Köy yerinde onden daa yakışıklı bir delikanlı mı var?"

Kadın kızının bu kararlığına apıştı kaldı. "Sıçıyım yakışıklılına! Koca köyde Vakkas'dan keli gönül verecek erkek mi kalmadıydı?"

Şevval haklıydı, gönül bu, ota da konuyordu, boka da! Öte yandan Şahvan da haklıydı; ister 'seni seviyorum' dediği için olsun, ister köy delikanlılarının en yakışıklısı olduğu için olsun Vakkas'a gönül vermek akıllı bir kızın yapacağı bir iş değildi. Gönlünü verdiğine göre demek ki, Şevval da Vakkas gibi akıldan az noksan olmalıydı.

Öte yandan düşünecek olursak, köy yerinde akıllı olsan ne olurdu, akılsız olsan ne olurdu. Önemli olan tek şey, başlık parasıydı. Kıza biçilen değeri ödeyebiliyorsan, akılsız da olsan alırdın kızı.

Nasıl devletin bir anayasası varsa ve herkes ona uymaya mecbursa, köyün de bir anayasası vardı ve başlık parası da bu anayasanın kanunuydu. Kız babasıysan, ben başlık parası almadan veriyorum kızı diyemezdin, kıza illa ki bir fiyat biçip köylülere duyuracaktın ki, kızda gözü olan varsa çıksın ortaya talip olsun. Oğlan babasıysan da, kız evinin kapısına illa ki bu parayı bir çuvala doldurarak varacaktın. Paran yoksa oğlun karasevdaya düşse bile alamazdın, kızı babası zengin olan bir oğlana kaptırırdın.

Şevval'ın babası Ali ile Vakkas'ın babası Örtaş çocukluklarından beri çok yakın arkadaştılar. Yaşlarından yoksulluklarına kadar her şeyleri birbirlerine denkti, o yüzden birbirlerine üstünlük taslamadan geçinip gidiyorlardı.

Vakkas, babası Örtaş'a, "ben Ali amcanın Şevval'e gönül vermişem buba! Onu bana alır mısan?" diye sorduğunda,

Örtaş, Ali ile olan samimiyetine güvenerek cüzi bir başlık parasıyla kızı alabileceğine inandığından, oğluna, "alırım elbet be olum," diye karşılık verdi.

Örtaşgiller toplaşıp Aligillere dünürşülüğe gittiklerinde, Ali, kızının evlenme çağına girdiği gerçeği ile yüzyüze gelerek afallayıp kaldı. 

"Bu gız ne zaman baynımış da evlencemiş?"

"Onlar baynırken biz kocamıyor muyuz gardaşım?"

"He valla!"

"Biz bu iki genci evermek için gıbırdamazsak gudümsüzün biri çıkar kapar gızı!"

"He valla!"

"Hacı Haasaan denilen dürzü, Salilerin Baarı Çoban Hüsseyn'in beşik kertmesiken bilem kavede açık artırmaya çıkıp oğluna almadı mı? Aldı!"

"Aldı valla!"

"Kanun böle! Parayı bastıran düdüğü çalıyo!"

"He valla! Kanun böle gardaşım, çaresiz bir başlık parası duyurcaz köylüye..."

"Gudümsüzün biri çıkıverirse ya?"

"Çaresiz ona vercem gızı!"

"Verecen çaresiz," dedi Örtaş. "Yoksulluğun gözü kör olsun."

Hıdır, "köy yerinin bu anayasası olmayaydı senden başlık mı alırdım heç? Gözü kör olsun kanununun!" dedi.

"He valla!"

"He valla!"

"Bir çare bulmalı bu işe ya nassı?"

"Delmeli bu anayasayı ya, nassı?"

"Hiç bir çaresi yok bu işin..."

"Çaresi yok... Çaresiz başlık parasını duyuracağız. Olmazsa senin gücüne göre az bişi duyururum."

"Olmaz! O zaman bütün köy kapına yığılır bedava kız almaya..."

"Köylülerin erişemeyeceği bir para duyursam?"

"Bu sefer de ben ödeyemem..."

"Ne yapmalı ki..."

"Yapılabilcek ne var ki..."

Aslında ikisine de malum olan çözüm kızın oğlana kaçmasıydı ya, bunu dillendirmeleri mümkün değildi. Dillendirmeseler de bu çözümde sessiz bir mutabakat sağlamışlardı bile...Onlar elli senelik arkadaş değil miydi, birbirlerinin elbette leb demeden leblebi dediklerini bilirlerdi.

"Hayırlısı neyse o olsun!"

Örtaş, "Ne olacaksa hayırlısıylan olsun... Paranın gözü kör olsun, yoksam istemezmiydim ben de davullu zurnalı alayım kızımı..." diyerek ayaklandı. O ayaklanınca karısıyla oğlu da ayaklandı. "Bize müsaade!"

"Müsaade sizin gardaşım..."

O günden sonra Örtaş, oğlu Vakkas'a kız kaçırma talimleri yaptırmaya başladı. Kızı sessizce evinden kaldırıp atın terkisine attığı gibi dağlara vuracak, dağın arka yamacındaki köyde, emmisine gidecekti. Vakkas, atacağı her adımı su gibi ezberlemişti.

Örtaşgillerin gittiği geceden sonraki her gece, Ali de, ablasıyla aynı odada yatan evin küçük oğlu Haydar'ı kendi odalarında alıp Şevval'ı odasında tek başına bırakmaya başladı. Evin kapısını da eskiden çifte sürgülerken artık hiç sürgülemez olmuştu.

Nihayet Vakkas, aysız, yıldızsız, zifiri bir gecede atına atladığı gibi evlerinden ayrılarak Şevval'i kaçırmaya gitti. Anası, arkasından bir maşrapa su serpip, ardından "hayırlısınlan git, hayırlısınlan gel oğul!" diyerek dua etti.

 

( Köy Anayasası... başlıklı yazı AliKemal tarafından 19.03.2016 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu