Partinin genel başkanı, partinin tüm vilayetlerdeki milletvekili adaylarını akrabalarından ve ahbaplarından belirleyince, başkan beyle hiç bir akrabalık ve ahbaplık ilişkisi bulunmayan Sami Emekli'ye milletvekili aday adaylığından milletvekili adaylığına terfi etmek nasip olmamıştı. Umduğu dokunulmazlık zırhından mahrum kalınca önüne gelen herkes cami yaptırma derneğinin paralarını iç ettiğini ima ederek ufaktan ufağa laf dokundurmaya başlamıştı. Milletvekili aday adayı olabilmek için partiye yaptığı bağışlar ve propaganda çalışmaları için yaptığı harcamalar cami yaptırma derneğinin paralarını epeyi eritmişti. Emekli maaşıyla, evin giderlerini karşılayamazken mümkünü yok derneğin parasını yerine koyamazdı.
"Mümkünü var!" dedi Elezer hanım; "derneğin elinde kalan parasını Banker Yakup'a yatır. Reklamlarda, paramızı ona yatırırsak en az yüzde yüz faiz vereceğini söyleyip duruyor."
Sami Emekli, karısının bu saf ve temiz düşüncesine saygısızca karşılık vererek, "cahil cahil konuşup durma be karı!" diye bağırdı. "Dolap Beygiri filminde seyretmedin mi? Banker Yakup filmin sonunda kendisine yatırılan paraları iç ederek Boğaziçi Köprüsü'nden atlayıp intihar etmiş ayaklarına yatarak kayıplara karışıyor."
Elezer Hanım kocasının böylesine saftorik oluşuna şaşmadı. "Saftoriğin teki olmasaydı milletvekili adayı yapılmayacağını anlardı da onca parayı çarçur etmezdi," diye düşündüyse de, "saftoriklere saftorik olduğunu anlatamazsın," diye karar vererek, düşüncesini seslendirmeye gerek duymadı. Kocasının bağırması karşısında sus pus da kalamazdı ki! O, yine de terbiyesini bozmamaya gayret ederek, "ama, ama, filmler hayal mahsulüdür," dedi. "Adamcaz, gerçek hayatta belki pek bir dürüsttür."
Elezer hanımın o kadar terbiyeli davranmasına karşılık Sami Emekli karısını terbiyesizce mutfağa kovdu. "Senin aklın böyle şeylere ermez. Sen git mutfağa, yemek yap, hadi!"
Kovulduğu için değil, bu kaba saba adamla daha fazla muhatap olmamak için, "ne halin varsa gör!" diye söylenerek mutfağa giden Elezer hanım, önce "inşallah derneğin paralarını yediğin için seni hapislerde süründürürler!" diye mırıldanarak beddua etti; sonra da, "tövbe tövbe!" diyerek bedduasını geri aldı. "O hapislere tıkılırsa bana kim bakar? Acımdan ölürüm valla."
Sami Emekli tam o anda televizyondaki reklamlarda Banker Yakup'un, "hadin paralarınızı bana getirin, anam avradım olsun en az yüzde yüz faiz verecem," diyen sesini duyunca tepesi iyice attı. "Yüzde yüz faizi neylen verecen ulan? Tefecilik yapsan o kadar kazanamazsın!" diye söylenmeye başladı. Keşke söylenmeseydi! Çünkü, cami yaptırma derneğinin paralarıyla tefecilik yaparak eksik olan parayı tamamlamak fikri, tam da o anda aklına düştü.
Tefecilik yapmak! Evet! Evet! İşte bu...
Hemen biricik dostu Kamil Oğuz Mangırcıklıoğlu'nun iş yerine koşturdu.
"Dernekten ödünç aldığım paraları yerine nasıl koyabileceğimi buldum Kamilciğim!"
"Nasıl koyacaksın?"
"Tefecilik yaparak!"
"Vallahi güzel fikir! İlk müşterin ben olayım; ver bir on bin lira da şu kredi kartı borçlarımı kapatayım."
"Hay hay! Veririm, ama faizimi de, senedimi de alırım Kamilciciğim! Bilirsin işte, dostluk başka, alışveriş başka..."
"Elbette... Hay hay..."
James Bond çantasından boş senet koçanını ve pulları çıkartan Sami Emekli, koçandan bir yaprak yırttıktan sonra üstünü doldurup bir güzel allayıp pulladı. "Pulun üstünü, bir de açığını imzalayıver Kamilciğim!"
Kamil Oğuz, imzalamadan önce bir inceleyip de bonoda hem rakam ile hem de yazıyla yirmi bin Türk Lirası yazdığını görünce hemen itiraz etti. "Yirmi bin lira değil, on bin lira istemiştim senden!"
"Ben on bin lira veririm, sen doksan bir gün sonra bana yirmi bin verirsin... Tefecilik budur, bilmiyorsan öğren!"
Öyle ya! Tefecilik dedikleri böyle bir şeydi...
"İyi de Sami'ciğim, bu doksan bir vade neyin nesi oluyor? Hiç olmazsa onu bir sene yapsaydın ya!"
"Yahu sen imzala dediğim yerleri! Doksan bir gün sonra parayı denkleyemezsen yaparız bir senet daha, uzatırız vadeyi. Karışma sen!"
"Eh, sen böyle dedikten sonra..." Sen karışma dediyse biricik dostunun bildiği bir şey vardı demek ki! Bir pulun üstüne, bir de açığa özene bezene en şatafatlı imzasını attı.
Sami Emekli çantasından bir tomar para çıkartıp saya saya, tamı tamına dokuz bin dokuz yüz doksan dokuz lira kırk kuruşu Kamil Oğuz'un önüne koydu. Altmış kuruş kesinti yapmıştı; bunu neden yaptığını soran dostuna, elli kuruşun pul parası, on kuruşun da senet kağıdının parası olduğunu söyledi.
Kamil Oğuz, canciğer kuzu sarması arkadaşının yaptığı bu büyük iyilikle hemen banka kredi kartlarının borçlarını kapatarak rahat bir nefes almıştı. Ondan gördüğü bu büyük iyiliği iş yerinde ziyaretine gelen herkese, "Allah bin kere razı olsun ondan!" diye hayır dualar ede ede anlatmaya başladı. Onu dinleyen tanıdık, tanımadık herkes öylesine iyi, cömert bir insan olan Sami'ciğini sanki kan içici bir gangstermiş gibi eleştiriyorlardı. Oysaki ne kadar iyi bir insan olduğunu bir bilseler arkasında safa geçip beş vakit namaz kılarlardı. Onu kötüleyenlere ısrarla bunu anlatmaya çalışıyordu.
Bu insanoğlu çok fetbazdı, çok! Öyle çok fetbazdılar ki, Kamil Oğuz'un yanında atıp tutan tüm mahalleli soluğu hemen Sami Emekli'nin yanında alıyor, kimi on bin, kimi yirmi bin borç isteyip, yirmi binlik, kırk binlik senetlere imzaları çakıyorlardı.
Sami Emekli aldığı senetleri bankaya götürüp tahsile verdikçe avuçlarını ovuşturuyordu. Cami Yaptırma Derneğinden eksilttiği paranın çok daha fazlasını aldığı faizlerden kazanacaktı.
Ama ve lakin doksan bir gün çabucak geçmiş, bankadan ödeme emri alanlardan hiç kimse bankaya gidip ödeme yapacağı parayı denkleyememişti. Hemen herkes, bu arada Kamil Oğuz da, biz ettik sen etme, diyerek Sami Emekli'nin eline ayağına kapanmaya koşturuyordu.
Sami Emekli yüreği merhametle yıkanmış mübarek bir adamdı, ne yapsın; bunca zavallı insanı icra kapılarında inim inim inletemezdi ya! Gelerek elini eteğini öpen herkese yeniden borç vermeğe başladı. Tabii ki, dostluk başka alışveriş başkaydı. Bankaya yirmi bin ödemesi gerekenlere verdi yirmi bini, aldı kırk bin liralık senedi. Kırk bin lira ödemesi gerekenlere de aynı şekilde verdi kırk bini, aldı seksen bin liralık senedi. Böylece on bin lira para almış olanların borcu kırk bine, yirmi bin lira alanların da borcu seksen bine yükselivermişti. Şu cami yaptırma derneğinin parası nasıl da bereketliydi ama... Doğurdukça doğuruyor, değil açığı kapatmak, Sami Emekli'ye köşeyi döndürüyordu. Bu durumdan öylesine mutlu oluyordu, öylesine mutlu oluyordu ki, mutluluktan Elezer hanımla bile kavga edemiyor, ona canım, cicim diye yalakalıklar yapıyordu.
İkinci doksan bir gün de bu mutlulukla gelip geçiverdi. Ne yazık ki, borçlular borçlarını ödeyemeyerek yeniden kapısına yığılmaya başladı. O da yeniden paralar dağıtıp, herkesin bankaya borçlarını ödemesine yardım etti. Her zamanki gibi, dostluk başka alışveriş başka kaidesinden taviz vermeden, verdiği paraların iki misli tutarında senet alarak...
Bu kısır döngü bitmek bilmedi; her doksan bir gün sonunda tekrarladı. Öyle ki, herkesin borcu binli rakamları çoktan geçip milyonlu rakamlara ulaşmıştı.
Alacaklar milyonlara ulaşmıştı, ama cami yaptırma derneğinin de bir kuruş parası kalmamıştı. Sami Emekli bankada tahsil edilmeyi bekleyen milyonları hesap ettikçe, şehrin en zengin adamı olduğunu düşünmeye başlamıştı. Bu nasıl bir zenginlikse ortada emekli maaşından başka tek kuruşu yoktu.
*