Aysun Öğretmen…
Bir ibretlik hikaye
anlatılır. Belki duymuşsunuzdur. Hani, kör bir gence sevdiği kız sormuş, ‘beni
görseydin yine de benimle evlenir miydin?’ diye. Genç de, “tabii ki,” demiş.
Sonra hayırseverin biri gence gözlerini vermiş, ameliyat olmuş. Genç
ameliyattan çıkarken sevdiği kızı göreceği için çok heyecanlıymış. Gözlerinden
bandajlar alınmış, odadakileri yavaş yavaş seçmeye başlamış. Nihayet sevdiği
kızı da görmüş, ama büyük bir şok geçirmiş, zira kızın gözleri yokmuş. Kız,
‘tamam, artık evlenebiliriz sevgilim,’ dediğinde oğlan, “ben seninle evlenemem,
senin gözlerin yok!’ demiş. Kız, gencin yanından boynunu büküp ayrılırken,
gözleri olmadığı için gözyaşlarını içine akıtarak, ‘lütfen gözlerime iyi bak,
olur mu?’ demiş ve çıkıp gitmiş.
Ben bu kıssanın bir
benzerine Elazığ’da öğretmenlik yaptığım yıllarda şahit oldum.
Çiçeği burnunda
öğretmen Aysun çalıştığım okula ilk kez tayin edilmişti. Görünen her yanında
yanık izleri vardı. Yüzündeki yanık izlerini koyu bir fondoternle makyaj yapıp gizlemeye
çalışıyordu. Kaşları olmadığı için bir göz kalemiyle kendine kaş çiziyordu.
Fakat kirpiksiz göz kapakları ile dudaklarının yanık nedeniyle oluşan çarpık
şeklini ne yapsa saklayamıyordu. Ve saçları olmadığı için sürekli peruk
takıyordu.
İlk zamanlarda bu
çirkin görüntüsünden dolayı onu dışlamak isteyen öğretmenler olmuştu. Müdür
dahil hepsi benden daha gençti. Birkaç
defa müdahale ederek bu tavırlarını değiştirmeye çalıştım. Sonunda Aysun
kendisi, herkesin öğretmenler odasında bulunduğu bir gün, fiziki durumunun
nedenini anlattı. O oldu. Bir daha hiç kimse ona karşı olumsuz bir tavır
göstermedi.
Şırnak’ın Uludere
ilçesine bağlı mezralardan birinde teröristlerin kundaklayıp yaktıkları
evlerinde koruculuk yapan babası vurulmuş, anası ve üç erkek kardeşi yanarak ve
boğularak ölmüştü. O da yanmıştı. Yanmıştı ama, babasının yangına yetişen
korucu arkadaşları son anda çekip almışlardı onu yangının içinden. Sonra
hastaneye yetiştirilerek yatırılmıştı. Ha öldü, ha ölecek denilirken bir
ambulansla yollanıldığı Van’daki üniversite hastanesinde tedavisi yapılmıştı.
Çektiği çileyi az görmüştü yaradan, az daha çeksin, pişsin deyip koyuvermişti
yaşamın içine.
Çile kolay çekilse,
çekiverirdi; ne olacak!
Devlet babası onu Muş
Bulanık’daki yetiştirme yurduna yerleştirmişti. Oradaki ‘Müdür Baba’ önayak
olmuş, ortaokul, lise ve onu hayata döndüren hastahanenin bağlı olduğu
üniversitede ilk öğretim öğretmenliği okumuştu. Sonra da tayini bu okula çıkmıştı.
Geldiği yıl ikimiz de
birinci sınıfları okuttuğumuz için birbirimize yakınlaşmamız daha kolay oldu.
Tecrübesiz bir
öğretmen olduğu için yaptığı işin disiplinli, sessiz bir sınıf ortamı yaratarak
yoğun okuma yazma çalışmaları yapmak olduğunu sanıyordu. Bunun, “çocukların
okula karşı olumsuz tutum geliştirmesine, agresifliğe, öz güven kırılmasına ve
hatta şiddet eğimli bireylere dönüşmelerine neden olabileceğini,” söylediğimde,
daha başka ne yapabileceğine dair benim tecrübelerimden faydalanmak istedi.
Elimden geldiğince yardımcı olmaya başladım. Öğrencilerimle kurduğum ikletişimi
gözlemlemesi için birkaç kere sınıfımda misafir ettim onu. Çocukların sıralar
arasında serbestçe dolaştıklarını, benim sıraları dolaşıp oturarak çocuklarla
sohbet ede ede öğrenmelerini sağladığımı, her çocuğa eşlit muamele ettiğimi,
hiçbir olumsuzlukta paniklemediğimi, zaman zaman gelip bana sarılıp öptüklerini
görerek şaşırdı. Daha sonra, teneffüslerde öğretmen odasına gelmek yerine
bahçede çocuklarıyla içli dışlı oyunlar oynadığını gördükçe mutlu oluyordum.
Ona verdiğim herşeyi aldı. Zaman içinde çok iyi bir öğretmen oldu.
Sık sık birbirimize
gidip geliyorduk. Bu olmazsa da bilgisayar başında face book sayfalarımızdan
yazışıyorduk.
Face book! Rıdvan’ı
tanıdığı yer…Fırat Üniversitesinde Radyo, Televizyon ve Sinema Y.O. 3. Sınıfta
okuduğunu yazmıştı sayfa bilgilerinde. Aysun için önceleri yazdığı şiirleri
paylaşan meçhul biriydi Rıdvan; hemen her şiirini beğeniyor, yorumlar
yazıyordu. Adamın bir çok şiirini ezberlemişti.
Sonra bir gün,
Rıdvan’ın şiir kitabı çıktı, Elazığ’ın büyük bir kitabevinde imza günü
düzenlendi. Aysun, yalvar yakar birlikte gidip imzalı kitabını almamızı
isteyince kıramadım, gittik.
İmzasını alırken,
“face book sayfanızda arkadaş listenizde kayıtlıyım. Paylaştığınız her
şiirinizi bilgisayarıma indirdim ve çoğunu ezberledim. Sık sık yorum da yazdım,
fakat hiç yanıtlamadınız,” dediğinde Rıdvan gülümseyerek:
“Yorumlarınızı
görmedim hanımefendi!” diye karşılık verdi. “Çünkü ben âmâyım!”
Aysun’un o an
geçirdiği şoku unutamam. “Özür dilerim, bilmiyordum,” diyebildi.
Sempatik bir gençti
Rıdvan, gülümseyerek, “özür dilemenize gerek yok,” dedi. “Bazen ev
arkadaşlarıma yazılan yorumları okutup cevap yazıyorum. Sizin yorumlarınızı es
geçtiğim için asıl ben özür dilemeliyim.”
“Estağfurullah!”
“Ezberlediğiniz
şiirlerimden hatırladığınız var mı?”
“Evet… Hepsi.”
Bu defa şaşırmak
sırası Rıdvan’daydı. “Hepsi mi? İnanamıyorum. Haydi, bir yerde oturalım da,
sizi imtihan edeyim,” diyerek ayaklandı.
“Ama imza gününüz?”
“Boşverin imza gününü!
Zaten sabahtan beri beşinci imzamı sizin aldığınız kitaba atmıştım. İlgi yok…”
“Ama arkadaşım var
yanımda, onun…”
Engelledim
konuşmasını, “seni ben de dinlemek istiyorum, bakalım gerçekten
ezberlemişmisin,” dedim. Zavallı Aysun, çirkinliği yüzünden özel bir ilişkiden
kaçınmaya çalışıyordu. Kulağına, “görmüyor seni, çekinmekten vaz geç!” diye
fısıldadım.
“Tamam madem ki,
oturalım bir yerde,” diyerek çıkmaya razı oldu.
Merkezdeki büyük bir
çay bahçesinde oturduk. Orada aralarında başlayan şiir dostluğunu hayranlıkla
izledim. Ve sonraki günlerde gelişen bu dostluğa çok yakından şahit oldum.
Aysun’un, Rıdvan’ın ilan-ı aşk ettiğini haber verdiği gün mutluluğuna ortak oldum. Aralarındaki aşk
müthişti. Hemen hergün buluşuyorlar, geleceklerine dair hayaller kuruyorlardı.
Bu heyecanla
yaşarlarken, Rıdvan’ın gözlerinin bir ameliyatla tedavi edilebildiğini
öğrenmişlerdi. Fakar elli bin lira gerekiyordu bunun için, ameliyat için İstanbul’a
gitmesi gerekiyordu.
Rıdvan ve arkadaşları
gerekli parayı toparlayabilmek için internet üzerinden büyük bir kampanya
başlattılar. Aylar süren paylaşımlarla yaklaşık on bin lira toparlanmıştı.
Gerekli paranın toparlanması zordu.
O yaz, Aysun aniden
yok oldu. Nereye gittiğini Rıdvan’a da, bana da söylememişti. İki ay sonra
okulların açılmasına yakın döndü. Sitem ederek haber vermeden kayboluşunun
hesabını sordum. Aceleyle Şırnak’taki köylerine gitmesi gerektiğini, haber
veremediğini söyleyerek kendisini affettirmeye çalıştı.
Onun dönüşünden sonra
Rıdvan için düzenlenen kampanyada gerekli para toparlandı. Bir hayırseverin
eksik olan meblağı tamamladığı söyleniyordu.
Rıdvan okulundan mezun olmuş, diploma törenine Aysun ile elele tutuşarak
katılmıştı. Diplomasını aldıktan kısa bir süre sonra da İstanbul’a gitti.
Aysun, o gittikten
sonraki bir sohbetimizde hiç kimseye söylemememi tembih ederek, Şırnak’a
gittiğinde yıllardır amcasının sürüp ektiği baba mirası tarlaları sattığını ve
eline geçen parayı Rıdvan’ın kampanyasına yatırdığını anlattı. Hiç
yadırgamadım. Onun yerinde olsaydım, ben de aynı şeyi yapardım. Fakat yine de
tereddütlerim vardı. Biraz tereddürlü de olsa onları dillendirdim.
“Aysun’cuğum, bu oğlan
gözleri açılıp da seni gördüğünde ya terk ederse?”
Aysun, sevgilisinden
çok emindi. “Etmez! Şartlar ne olursa olsun seni terk etmeyeceğim, diyerek
yeminler etti.”
“İnşallah öyle olur da
çok mutlu olursun kardeşim.”
“Sağol ablacığım!”
Rıdvan’ın
İstanbul’daki ameliyatı çok başarılı geçmişti. Görüyordu artık. Kısa bir süre
sonra taburcu edildi. Aysun’a sürpriz yapmak için dönüş gününü haber vermedi.
Döndüğünde elinde
çiçekler ve bir kutu çikolata ile çalıştığımız okula geldi.
Koridorda gördüğümde
sevinçle bir çığlık attım. Yanına gittim, kendimi tanıttım.
“Sesinizden tanımıştım
zaten,” dedi. “Aysun’u görebilir miyim?”
“Tabii,” dedim. “Şu
anda okulun bahçesinde çocuklarıyla bitlikte, gelin götüreyim sizi yanına…”
İtiraz etti. “Ben
kendim gideyim.”
Ayrıldı yanımdan, okul
bahçesine açılan kapının önüne gitti. Kapıyı açtı. Kapı aralığından baktı bir
süre, sonra ani bir karar vermiş gibi hızla geri, yanıma geldi. Elindeki
çikolata ve çiçekleri kucağıma bırakıp kaçar gibi uzaklaşarak okulun ön
kapısından çıkıp gitti.
Ardından hiçbir şey
yapamadan baka kalmıştım.Öylece donup kalmışken Aysun öğrencileriyle birlikte
bahçe kapısından girdi, yanıma geldi.
“Hayırdır abla,
veliden mi onlar?” diye sordu.
“Yok,” dedim. “Rıdvan
geldi…”
(
Aysun Öğretmen… başlıklı yazı
AliKemal tarafından
17.10.2016 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.