Biliyordum  elbette  ki  polis  milletinin  böyle  ani  ve  şok  sorularla  zanlıları  şaşırtıp onların  şaşkınlığından  istifade  ederek  ağızlarından  bir  şeyler  aldıklarını.  Ama komiser  yardımcısı  Sezai beni  henüz tanımıyordu.  Bu  numaralara  papuç  bırakacak  adam  değildim ben.  Ben  ki  camiye  girdiğim  zaman  çalınmasın  diye  papuçlarımı  koynuma  sokup  öyle  namaz  kılan  bir  adamım.  Şimdi  Sezai  aniden  şok  bir  soru  sordu diye  ona  mı  bırakacaktım  papuçlarımı?  Daha  dün  dünya  kadar  para  verip  almışım.

-Komiserim  zavallı  kadıncağız  dediğiniz  Şayeste’yi benim  öldürdüğümü  de  nereden  çıkarıyorsunuz.  Yok  öyle  bir  şey.

Yok…Sezai resmen  gözü  dikti benim  papuçlara.  Dikkatle  bakıyor.  Hani  derler  ya  ‘’Dost  başa,  düşman  ayağa bakar’’  Diye,  herifin  bana  düşman  olduğu  artık  gayet  açık  oldu.  Aslında  aramızda  husumete  sebep  olacak  bir  şey  de  yok  ama  nedense  taktı  bana.

-Yok  yok.  Ben  anlarım.  Yirmi  senedir  bu  teşkilattayım.  Senin  gözlerin  katil  katil  bakıyor.

-Komiserim  bir  kere  bu  olay  cinayet  değil,  intihar…

Sezai  öyle  bir  kahkaha  patlattı  ki  resmen  kanım  dondu.  O  nasıl  bir  şeydi  öyle yaaa.

-Ha  haaa  haaaa.  İntihar  demek.  Ulan  kadın  paramparça  olmuş.  Bir  insan  nasıl  kendini  bu  hale  getirir?

-Ah  komiserim  aahhhh.  Şayeste’yi  tanımıyorsunuz  siz. Şayeste  yapar. O   yeter  ki  kafasına  koysun  bir  şeyi.  Eğer  kendi  kendisini  paramparça  etmeyi  kafasına  koymuşsa  o  başarır.  Bu  olayda  da  öyle  anlaşılıyor  ki  kendisini  parçalamayı  koymuş  kafasına.

Sezai,  yirmi  senedir giydiği  ve  adeta  kafası  ile  bütünleşmiş  olan  o  ağır  şapka  dolayısıyla  damdazlak  olmuş başında  şöyle  geriye  atmak  için  bir  tek tel  saç  aradıktan  sonra  öfkeyle  gürledi.

-Bana  bak  Talat  Efendi. Biz  bu  saçları  değirmende  ağartmadık.

Dikkatle  kafasına  baktım.

-Hangi  saçları  efendim?

Alllaaaahhh adam  delirdi.   Önümdeki  masayı  kaldırdı  ve  üzerime  geliyor.  Allahtan  Sipahiciğim  daldı  içeri  aniden.

-Sezaiiiiii..N’apıyorsun  sen. Herifi  öldürecek  misin?

-Ya  komiserim  bırakın  geberteyim.  Baksanıza  benim  kel  olduğumu  ima  ediyor.

Allah  Allahhh.  Ne  iması  yahu.  Daha  açık  nasıl  söylenebilirdi  ki? 

Sipahi  aniden  Sezai’in  elindeki  masayı  kaptı  ve  onun  üzerine  yürüdü.

-Ulan  komiser  değil,  başkomiser. Gıcıklığına yapıyorsun  değil  mi? Geberteceğim  ulan  seni.  

Araya  girip  masayı  elinden  almasam  zavallı  Sezai’yi  resmen  dağıtacaktı. Gerçi  Sezai  de  hakketmişti  aslında  ama  yine de  akşam  haberlerinde  ‘’Sorgu  odasında  bir  emniyet  mensubu  başka  bir  emniyet  mensubunu  -kafasına  masayı  geçirmek  suretiyle-  öldürdü’’  şeklinde  bir  haberin  olması  pek  de yakışık  almazdı.

Ben  tam olaya  müdahale  edip ortalığı  yatıştırmıştım  ki  pat  diye  odaya  bir  vatandaş  daha  girmesin  mi?  Aman  Allah’ım  bu  herifi  tanıyorum.  Bu…Buuuu…Olamazzzzz.  Bu  Türkiye’nin  en  ve  dünyanın  en  külyutmaz  savcısı  İlhan  Kemal…

İlhan  Kemal  büyük  bir  ciddiyetle  ve  oldukça  sert  bir  şekilde  bağırdı.

- Arkadaşlar.  Bakıyorum  bizi  sallayanınız  yok.  Morga  ceset  geliyor,  kimlik  tespiti  yaptırıyorsunuz  bize  haber  veren,  ‘’Savcı  bey  de  görsün’’  diyen  yok.  Sonra  vatandaşı  sorguya  alıyorsunuz  yine  bizi  çağıran,  haberdar  eden  yok.  Ulan  eşek  başı  mıyız  biz? Prosedür  diye bir  şey  var.

Sipahiciğim  mahcubiyetle  başını  önüne  eğdi.

-Valla  Başsavcım  kabahat  bizim  değil.  Hep  o  Sami  olacak   angutun.  Geçti  klavyenin  başına  sanki  bi  b.ktan  alıyormuş  gibi  kafasına  göre  şekil  veriyor  olaylara. O  kadar  dedik    ama  anlamıyor  ki

Başsavcı  İlhan  Kemal  çenesindeki  top sakalı  kaşıyıp devam  etti

İLHAN  KEMAL- Ya  kardeşim  top  sakalı  da  nereden  çıkardın şimdi?

SAMİ  BİBEROĞULLARI- Yahu  azcık  hayal  gücümüzü  de  kullanmayalım  yani?  

İLHAN KEMAL-  Başlarım  senin  hayal  gücünden.  Yazacaksan  adam  gibi  yaz.  Kıçından  uydurma  top  sakal,  mop sakal  diye.

SAMİ  BİBEROĞULLARI-  Tamam  yaaa  ne bozuluyorsun.

İlhan  Kemal  devam  etti.

-Eh  madem  başlamışsınız  sorguya  hangi  aşamadasınız  deyin  bakalım.

Sezai  cevap  verdi.

-Efendim,  henüz  daha  işin  başındayız.  Bu  herifin  adı  Talatmış. Şayeste  Hanım  bunun  eski  eşiymiş. Parçalanan  ceset Şayeste  Hanıma  aitmiş.  Bu  adamın  ayrıca Suat, Fuat,  Rıfat ve Vedat  adında  erkek  kardeşleri  ile  Finat  adında  bir  kız kardeşi  varmış.  

Başsavcı  İlhan  Kemal  öfkeyle  ayağını  yere  vurdu?

-Finat  değil  kardeşim,  Fitnat…Doğru  düzgün  okuyun  şu  yazıları.

Sezai  elindeki  rapora  bir daha  baktı  ve  cevap  verdi.

-Valla  başsavcım  Sami, Finat  diye  yazmış.

-Yahu  siz  o  yaşlı  köre  ne  bakıyorsunuz.  Finat  diye  isim  mi  olur?  Neyse…Sorguyu  hanginiz  yapıyorsunuz?

Sezai  atıldı.

-Ben  yapıyorum  efendim

-İyi  o  zaman  sen  devam  et.  Biz  Sipahi  hanımla  aynanın  arkasında  olacağız.

Yok  bak  bu olmadı  işte.  Bu  İlhan  Kemal  acar  bir  başsavcı  olmasının  yanında  oldukça  çapkın  diye  ün  salmış  biri.  Şimdi  aynanın  arkasında  Sipahiciğme  asılırsa?  Olaya  müdahale  etmem  lazım.

-Başsavcım  sorguya  Sipahi  Hanım  devam  etse,  siz  de  arkada  iki  erkek  seyretseniz?

Sezai  bir  kez daha  hunharca  güldü:

- Ne  oldu  lan?  Benden  çok  mu  tırstın?

İlhan  Kemal  hayretle  baktı  Sezai’nin  suratına.

-Ne  o.  Yoksa  zanlıya  fiziksel  şiddet  mi  uyguluyorsunuz?

Sezai  cevap  vermeden  atıldım.

-Ohooooo.  Hem  de  fiziksel  şiddetin  babası.  Herif  az daha  masayı  kafama  geçiriyordu.  

Sezai  öfkeyle başkomiser  Sipahi’yi  göstererek cevap  verdi .

-Baş savcım  ona  bakacak  olursanız buda  benim  kafama  masayı  geçiriyordu  az  daha.  

İlhan Kemal  öfkeyle  bağırdı.

-Kardeşim !  Başsavcı  bitişik yazılır. Ayrıca ‘’buda’’  değil  ‘’bu  da ‘’ olacak.  Yani ‘’da’’ eki  ayrı…  Bunu  da  ben  mi  öğreteyim  size? İmlaya  biraz  dikkat  etsenize.  Neyse  sen  devam  et.  Biz  çıkıyoruz.

Hiç  bir  ayrıntı  asla  gözünden  kaçmayan  başsavcı  İlhan Kemal  tam odadan  çıkarken  merakla  sordu.

-Sorgu  odasında  bu  mısır  koçanının  ne  işi  var?

Bu  sefer  Sipahiciğim  cevap  verdi.

-Başsavcım !  Biliyorsunuz  teknoloji  gelişti.  Artık üstüpü kullanmıyoruz.  Mısır koçanı  daha  kullanışlı.

Başsavcı  İlhan Kemal  ‘’  Hımmmm  very  enteresting’’ Dedikten  sonra  Sipahi  ile  odadan  çıktılar  ve  Sezai  sorguya  devam  etti.

- Eveeeeetttt.  Anlat  bakalım.  Şayeste  Hanımı  niçin  öldürdün?

-Komiserim  dedim  ya  onu  ben  öldürmedim.  İki  gözüm  önüme  aksın  ki, şu  oturduğum  sandalyeden  kalkmak  nasip  olmasın  ki,  kör  kötürüm  kalıp  sokaklara  düşeyim  ki,  cesedimi  akbabalar yesin ki, kağıt  yiyip  mukavva  çıkarayım  ki  ben  öldürmedim.

-Sen  öldürmediysen  morgda  niçin  öyle  artizlik  yaptın  ha?

Hemen  düzelttim.

-Artizlik  değil.  Artistlik. Hem  sen  morgta  değildin.  Benim  morgta  ne  yaptığımı  nereden  bilebilirsin  ki?

-Kamera  kayıtlarını  inceledim.  Orada  ‘’ Her  kim  yapmışsa  temiz  iş  çıkarmış’’ Diyorsun.  Hatta  ‘’  Katil  balta ve  satır  kullanmamış’’  Diye  ahkam  kesmişsin.  Söyle  bakalım  kadını  neyle  parçaladın?  

-Yuh  anasını  satayım.  Morga  bile  kamera  koyuyorsunuz  yani?  Oldu  olacak  evlerimize  de  yerleştirin.  Hatta  tuvaletlere  bile…

-Merak etme.  Kabız  olduğundan  da  haberimiz  var.

Oha  ama.  Bu  kadarı da  fazlaydı. Öfkeyle  bağırdım.

-Her  yere  kamera  koyduğunuza  göre  cinayetin   kim  tarafından  nasıl  işlendiğini de  o  kameralarınız  vasıtasıyla  görmüş  olmanız  gerekmez  mi?

-Aslında  haklısın  ama  genelde  böyle  cinayetler  olduğunda  kameralar  nedense  hep  kayıttan  çıkıyor.  Neyse,  sen  şimdi  gargarayı  bırak  da  konuş  bakalım. Kadını  neden  öldürdün?  Nasıl  öldürdün?  Nerede  öldürdün?

-Yahu  ben  öldürmedim  diyorum.  Seni  ikna  etmek  için  ne  yapmam  gerekiyor?  Hem  ben  şeyi  anlamadım?

-Neyi  anlamadın?

-Kadını  nerede  öldürdün  sorusunu..  Her  kim  öldürmüşse  cesedi  nerede bulduysanız  orada  öldürmüştür.

-Yok.  Öyle  değil.  Cesedi  bir  caddedeki  çöp  konteynırının  içinde  bulduk. Herhalde  katil  onu  çöp  konteynırının başında  öldürmedi.  Mutlaka başka  bir  yerde  öldürmüş,  cesedi  oraya  taşımıştır.

O  anda  sorgu  odasındaki  telefon  çaldı.  Arayan  Sipahi  idi  ve  Sezai’ye  fırçayı  basmış  olması  oldukça  muhtemeldi.  Aynen  şöyle: 

-Yahu  kardeşim  cesedin  nerede  bulunduğunu  zanlıya  niçin  söylüyorsun?  Bu  nasıl  sorgu?  Herif  mi  seni  sorguluyor,  sen  mi  herifi  belli  değil.  Olay  tam  ‘’ The  slience  of  lambs’’  a ( Kuzuların  Sessizliği)   dönüştü  yani. 

Tabii  ki  ben  onların  telefonda neler  konuştuğunu  bilmiyordum  ama  tahminen  böyle  demiş  olması  gerekiyordu.  Fakat  bu  arada şifreli olarak  ‘’  İspiyoncu  herif.  Görürsün  sen başsavcıya  şikayet  etmeyi ‘’ demiş  de  olabilirdi.  O  kısmı  bilemiyordum  işin  doğrusu.  

Bu  arada Sezai’nin  verdiği  cevap  oldukça  mantıklıydı.  

-Hımmm  mantıklı.  Şimdi  bence  oturun  da  bu  konuyu  beraberce  sakin  kafayla  irdeleyelim.  Öncelikli  sorumuz  ‘’Şayeste’yi  kim  öldürdü?’’ 

Sezai  adeta  küplere bindi.

- Kim  öldürecek.  Elbette  sen. 
------------------------------------------------

E  hadi kalın  sağlıcakla.  Bu  günlük bu  kadar.
( Gerilim- Dehşet- Vahşet Hüzün- Aşk Ve Komedi. 3 . Bölüm. başlıklı yazı Sami Biber tarafından 25.10.2016 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu