ONDAN SONRA;
Cumhurbaşkanı saç tirasi olmak için özel berberini Ak Saraya getirttirip önüne oturmuş.
Berber, traşa başlar başlamaz sormuş.
“Sayın Cumhurbaşkanım, laiklik hakkinda ne düsünüyorsunuz?”
Cumhurbaşkanı duymazdan gelmiş.
Berber beş dakika sonra tekrar sormuş:
“Sayın Cumhurbaşkanım, laiklik hakkinda ne düşünüyorsunuz?”
Cumhurbaşkanı yine duymazdan gelmiş.
Berber beş dakika sonra tekrar
“Sayın Cumhurbaşkanım, laiklik hakkinda ne düşünüyorsunuz?”
diye sorunca bu defa Cumhurbaşkanı sabredememiş, berbere fırçayı kaymış.
“Sana ne ulan laiklikten! Artistlik yapma, işine bak!”
Berber ona gülerek karşılık vermiş:
“Öyle demeyin Sayın Cumhurbaşkanım, laiklik sözünü duyunca saçlariniz diken diken oluyor, daha kolay kesiyorum…”
*
ONDAN SONRA;
Esat İleri’den bir anı: (Kaynak: Dünya Gazetesi 10 Kasım 1955)
Büyük Taarruz’dan evveldi. Mustafa Kemal, o zamanlar beni sık sık yanında gezdirirdi. Bir gün hocalar ve askeri erkân onun çadırında toplandılar. Tabii ben de yine özel olarak davetliydim… Hepimiz yerlerimizi aldıktan sonra Mustafa Kemal şu suali sordu:
“Şer’i şerif (İslam dini hukuku) üzerine verilen fetvalarda tarik (yol) bir midir?..”
Biz kumandanlara, kumandanlar bize bakıştık.
Mustafa Kemal, sualini daha basitleştirdi:
“Yani dinin en büyük mümessili, bir dini mesele hakkında iki türlü fetva verebilir mi?”
Evvela kumandanlar cevap verdiler:
“Hayır…”
Biz cevap verdik:
“Hayır…”
O zaman hepimizin yüzüne baktı ve gayet sakin olarak:
“Nasıl oluyor da İstanbul’da İstanbul Hükümeti’nin Şeyhülislamı benimle hepinizin idamına fetva veriyor da, Anadolu’daki din mümessili aksini iddia ve ispat ediyor?”
Hepimiz susuyorduk. Mustafa Kemal son sözü söyledi:
“Din ile dünya işlerini ayırmalıyız…”
*
ONDAN SONRA;
Laikliğin tanımını yapmak için öyle uzun uzun bilimsel tümceler oluşturmanın gereği yoktur. “Laiklik; dünyevi ve uhrevi işlerin birbirinden ayrıştırılmasıdır,” dedikmi yeterlidir.
Laikliğin tanımını yaparken bile, günümüzde, bunu hâlâ anlayamamış toplumlar olduğunu görüyoruz. Değişik gelenekleri sürdüren milletimiz Cumhuriyete adapte olma güçlüğünü halen aşamamıştır.
“Devlet” hukuki bir varlıktır ve onu yöneten “hükümet”ten net olarak ayrıdır. Laiklik, “Devletin hukuki yapısı” içinde tüm insanların bir bütün oluşturarak -eşit tutulması- ilkesine dayanır. Bir başka deyişle laiklik, tarafsızlıktır, herhangi bir kesime ayrıcalık tanımaz. İlkelerde uzlaşma sağlar, çok farklı yapılarda dinsel görüşleri olan bireyler arasında birleştirici rol oynar. Ve bu sayede şiddeti de içinde barındırmaz. Özellikle, bu, sadece bireyin özgürlüğüne önem veren ve laikliğin hüküm sürdüğü hukuk anlayışında geçerli olacaktır.
Laiklik, insanın özel yaşamı ile onun vatandaşlık boyutu arasında bir hak değişikliği öngörür: Bir birey olarak, özel yaşamında, dinsel veya inanca dayalı bir seçim yapıp yapmaması ve bunu diğer bireylerle paylaşıp paylaşmaması ona halk arasında bir statü sağlayacaktır. Diğer taraftan, inançların özgürce ifade edilmesi, diğer bireylerin hakkına tecavüz edilmediği sürece hiçbir sorunun yaşanmayacağı anlamına da gelecektir. Böyle bir ortamın aslında her zaman kolaylıkla gerçekleştirilemeyeceği doğrudur. İnsanlar, ortak çıkarları paylaşırken özel farklılıklarını da yaşayabilmelidirler. Laik gelişme, hiçbir şiddeti içermemektedir. İnsan haklarının tanınması ile LAİKLİK eş zamanlı, bir birini bütünleyen oluşumlardır.
Bunu başarılamaması bir sorun haline gelmektedirler. Bu sorunların başında laikliğin reddi ile “yeniden dine dönüş” olgusunun hâkim kılınmaya çalışılması gelmektedir. Bunu sağlamaya çalışırlarken ileri sütdükleri sav ise içler acısıdır: “Laiklik, başka yerlerden alınmış bir çözümdür.” (Dinci halk bunu, “laiklik gavur icadıdır,” diyerek ifade ediyor) Laiklik ve dine düşmanlık arasında bocalama, laikliğin olumlu boyutuna zarar vermektedır.
Bu değer yargılarının karışıklığı, okullarda türban takılıp takılmaması gibi alanlarda ortaya çıkmıştı, artık o aşamadan geçildi, iş herkesin türban takması gerekliliğine dayandı. Bunu sağlayacak kapı da okulların “İmam Hatip Liseleri” haline dönüştürülmesi ile açıldı. O kapıdan girenler çoğaldıkça hedeflenilen amacın gerçekleştirilebilceği hesaplanmakta.
İslamiyetin kabul edilişinden itibaren özümsenmiş “kültür” kul olma duygusunu geliştirdiğinden, “laiklik” anlayışı yeterince kabul görmemektedir. Geleneklerden kaynaklanan direnmeler karşısında, bazı değer yargılarının üstün geleceğini unutmamak gerekmektedir. Bu doğrultuda toplumun yeni bir düzene sokulması çalışmaları son derece vahim sonuçlara gebedir.
Öte yandan laik toplumun gelişmesi bir taraftan da kendi içinde dini tamamen dışlayan bir kaynaşmayı sıklıkla karşımıza çıkartabilir ve böylece bir kavram kargaşasını da beraberinde getirir. Fakat tarihe uzaktan ve düşünerek yaklaşmak, bu kargaşayı hafifleteceği gibi; ilkelerin ve değerlerin yerleşmesi sırasında gösterilen çabaları da unutmamaya yarayacaktır.
Din adına yapılmış savaşlar… Laikliği tanımayan taraflar arasında din adına yapılmış acımasız işkenceler… Sırf bu iki nedenle, laikliğin olmadığı zamanlarda ne kadar saçma ve mantıksız olaylar yaşandığını anlayabiliriz zaten.
“Kitap indirilen” üç din de, tüm insanlara dayatılan bir üstünlüğü ve şiddeti çeşitli nedenlerle desteklemiştir. Bu dinler, dayattıkları yerlerde bir baskı kaynağı, bastırıldıkları yerlerde ise, bir kurban durumuna gelmişlerdir… Günümüzdeki oluşumlar, tüm bakışları sadece İslami terörizme çevirse de, böyle bir tutum, acımasız ve korkunç tarihi unutturmaya yetmeyecektir. Engizisyon, Tanrı ile eş değer tutulan monarşi rejimi ve XX. yüzyıla kadar kilisenin kabul etmediği vicdan özgürlüğü, açıkça, batı topraklarında, laiklik adı altında bir neslin oluşmasına karşı durmuşlardır.
Acı, savaşlar ve haksızlıklarla geçmiş yüzyıllar, batıda, laikliğin bugünkü yerinin ne denli doğru olduğunu anlayabilmemiz için güzel örneklerdir.
*
ONDAN SONRA;
Lâiklik asla dinsizlik olmadığı gibi, sahte dindarlık ve büyücülükle mücadele kapısını açtığı için, gerçek dindarlığın gelişmesi imkanını temin eder. Lâikliği dinsizlikle karıştırmak isteyenler, ilerleme ve canlılığın düşmanları ile gözlerinden perde kalkmamış doğu kavimlerinin fanatiklerinden başka kimse olamaz.
Laikliğin ana ilkelerini polemik tarzı yaklaşımlardan uzak kalarak ortaya koymak gereklidir.
“AKILCILIK VE BİLİMCİLİK” kuramının ışığında, LAİKLİK ilkesi, uhrevi inançların, inanç sahipleri ya da devletin hukuksal yapısı ile devleti yönetenler tarafından, diğer insanlar ve ülkeler üzerinde baskı aracı olarak kullanılmasını önlemek için gerekli kuralları düzenler,” şeklinde yapılabilir. Ki bence en anlamlı tanım da budur.
*
ONDAN SONRA; LAİKLİK İÇİN KİMLER, NELER SÖYLEMİŞ BİR BAKALIM:
“Dinimiz, milletimize değersiz, miskin ve aşağı olmayı tavsiye etmez. Aksine, Allah da peygamber de insanların ve milletlerin değer ve şerefini korumalarını emrediyor…” Mustafa Kemal Atatürk
“Bazı kimseler asri olmayı kâfir olmak sanıyorlar. Asıl küfür onların bu zannıdır. Bu yanlış yorumu yapanların maksadı, islamın kâfirlere esir olmasını istemek değil de nedir?” Mustafa Kemal Atatürk
“Din bir vicdan meselesidir. Herkes vicdanının emrine uymakta serbesttir. Biz dine saygı gösteririz. Düşünüşe ve düşünceye karşı değiliz. Biz sadece din işlerini, millet ve devlet işleriyle karıştırmamaya çalışıyor, kasıt ve fiile dayanan tutucu hareketlerden sakınıyoruz.” Mustafa Kemal Atatürk
“Her birey istediğini düşünmek, istediğine inanmak, kendine özgü siyasal bir fikre sahip olmak, seçtiği dinin gereklerini yapmak veya yapmamak hak ve özgürlüğüne sahiptir. Kimsenin fikrine ve vicdanına egemen olunamaz. Vicdan özgürlüğü sınırsız ve sataşılmaz, bireyin doğal haklarının en önemlilerinden tanınmalıdır.” Mustafa Kemal Atatürk
“İyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, mensuplar memleketi olamaz. En doğru ve en hakikî tarikat, medeniyet tarikatıdır.” Mustafa Kemal Atatürk
“Lâiklik yalnız din ve dünya işlerinin ayrılması demek değildir. Bütün yurttaşların vicdan, ibadet ve din hürriyetini tekeffül etmek demektir.” Mustafa Kemal Atatürk
“Artık Türkiye, din ve şeriat oyunlarına sahne olmaktan çok yüksektir. Bu gibi oyuncular varsa, kendilerine başka taraflarda sahne arasınlar.” Mustafa Kemal Atatürk
“Zaman ilerledikçe sözde ‘laik’ diktatörler dinci fanatizmin fidanlığı gibi görünmeye başladılar. Demokrasinin olmadığı bir laiklik, hem demokrasi hem laiklik için bir felakettir.” Mustafa Kemal Atatürk
“Demokrasinin ve onun ön koşulu olan lâikliğin gereği birbirine tahammül etmek de değil, hoşgörü göstermek de değildir… Demokrasinin, lâikliğin anlamı, herkesin birbirinin dinine, imanına, inancına, inançsızlığına, yaşam biçimine, kendisine istediği saygıyı göstermesi ve devletin de bunu hukuk aracılığıyla korumasıdır. Demokrasinin gereği, hoşgörü ya da tahammül değil, anayasayla ve yasalarla da desteklenen saygıdır, saygı.” Özdemir İnce
“Laiklik, hukuki bir kavramdır. Hem de öyle bir hukuki kavramdır ki, tanımı, değişmez bir şekilde Anayasanın özüne ve ruhuna kazınmıştır: Laiklik, hukuk kurallarının insanlar tarafından yazılmasıdır. Laiklik, hukukun insanlar tarafından yaratılmasıdır.” Amin Maalouf
“Gerçekten demokratik bir toplum lâik bir kültürel yapıya sahip olması gerekir: Birincisi; ahlâk ve dini birbiri ile eşitlememek, ateistleri damgalamamak, başkalarının dinsel ilgi ve amaçlarına saygı göstermek ya da kamu görevi için dinsel inanışı yeterlilik kapsamında tutmamak. Elbette ki, sonraki anlamda lâiklik Birinci Anayasal Düzenleme içinde gösterilmez. Bu durum yasa değil, duyarlılık konusudur.” Metin Feyzioğlu
“Laiklik, sadece devletin dinden, dinin de devletten elini çekmesini sağlamıyor, din sınıfının dini yaşamak isteyen kitlelere tasallutunu da önlüyor. Bu açıdan bakıldığında laiklik dine en büyük hizmetin kurumudur. Ve laiklik, dindarların âdeta huzur ve mutluluk gemisidir. Dinci sömürücüler laikliğe, esas bu ikinci anlamı yüzünden düşmandırlar. Çünkü onların kitleler üzerindeki şeytani hegemonyalarını kıran, laikliğin bu ikinci anlamıdır. Bu anlam, din bezigânlarının korkulu rüyalarının ve saltanatlarını yitirme kaygılarının esas sebebidir.” Ellen Willis
“Çağdaş uygarlığa mensup devletlerin ilk farkı din ile dünyayı ayrı görmektir. Bunun tersi, devletin kabul etiği din esaslarını kabul etmeyen kimselerin vicdanlarına baskı olur. Bunu çağdaş devlet anlayışı kabul edemez. Din, devlet gözünde vicdanlarda kaldıkça saygındır ve masumdur. Çağdaş devletler dini dünyadan ayırmakla, insanlığı tarihin bu kanlı zorundan kurtarmış ve dine gerçek ve sonsuz taht olan vicdanı sunmuştur.” Yaşar Nuri Öztürk
“Laik olmayan birey, laik devleti koruyup savunamaz.” Mahmut Esat Bozkurt
“Laiklik adalet adına savaşmaktır.” Yekta Güngör Özden
“Laiklik varsa, özgür yurttaş ve milli irade vardır. Milli devlet yaşıyorsa milli irade vardır.“ Ernest Lavisse
“Laiklik ilkesi cumhuriyetin aşil topuğudur.” Esin Özbey
“Laiklik Türkiye’de aydınlanmanın, özgür düşüncenin, bilimin ve demokrasinin yolunu açmıştır.” Bülent Ecevit
“Türkiye’de yaşayan ve kendisini toplumdan sorumlu hisseden herkesin, Kemalizm, Laiklik ve Demokrasi bağlantısını iyi kurması gerektiğine inanıyorum.” Deniz Kavukçuoğlu
“Benim için, laik bakış açısı edilgen olarak edinilmiş bir miras olmadı ancak bunun yerine yavaş ve uzun süren bir değişimin zor ulaşılan bir sonucu oldu. Bazı ahlâksal değerlerimin erken gelişme dönemimde aldığım dinsel eğitime dayanıp dayanmadığını hâlâ merak ederim.” Ahmet Taner Kışlalı
“Atatürk devrimlerinin iki temel taşı, laiklik ve eğitim birliğidir. Millet bütün dünya işlerinde ne şeriat ne de herhangi bir ideolojinin baskısı altında olmayarak, yalnız günün şartları içinde kendisi için en yararlıyı düşünerek karar verir: “Öz Atatürkçülük” budur.” Umberto Eco
“Lâiklik, rasyonalizmdir.” Falih Rıfkı Atay
“Demokrasi su ise testi laikliktir.” Niyazi Öktem