Öğretmenlik  hayatıma  bir  Lise  branş  öğretmeni  olarak  başlamıştım.
 Branş  öğretmenlerinin  işinin  ilkokul  öğretmenlerinden  daha  kolay  olduğunun  da  farkındaydım  elbette.  Hele  de  Tarih  gibi  haftalık  ders  saati  2  olan  bir  derse  giriyorsanız  boş  saatleriniz,  hatta  boş  bir  gününüz  bile  olabiliyordu  ilkokul  öğretmenlerinden  farklı  olarak.  Onlar  Pazartesi  günü  başladıkları  haftada  Cuma  günü  mesai  bitimine  kadar  aralıksız  derse girerken  bizlerde  bazen  bir  haftada  sadece  15  saat  derse  girenler bile  olabiliyordu.


Her  neyse…

İlk  görev  yerimden  sonra  yine  bir  Lise’ye  çıktı  tayinim.  Daha  doğrusu  rotasyon  uygulaması  ile  gittim.  Ancak  üçüncü  görev  yerim  bir  ilköğretim  okuluydu. Yani  hem  ilkokul,  hem  ortaokul  bir  arada,  üstelik  yatılı  bir  okuldu.  Orada  ilkokul  öğretmenliğinin  ne  kadar  zor  ve  farklı  olduğunu  yakından  görmüş  oldum.  Tabii  ki  bu  üçüncü  görev  yerim  olan  okulda  da ilkokul  öğrencileri  ile  ilgili  çok  hoş  anılarım  oldu  ama  anlatacağım  anım  daha  sonraya  ait.

Dördüncü  görev  yerim  yine  bir  liseydi..İlk  görev  yerim  gibi  bir  imam- hatip  lisesi…Beşinci  ve  son  görev  yerim  ise  Muğla’nın  Fethiye  ilçesine  bağlı  Çiflik  denen  bir  beldede  (  Şimdi  köy)  Ali  Rıza  Köse  İlköğretim  Okuluydu...  Uzun  uzun  bu  ismi  söylemez  kısaca  ‘’ARK’’ derdik  okulumuza.

-Hangi  okulda  öğretmenlik  yapıyorsunuz?
-ARK  da  öğretmenim.

Öyle  ki  Milli  Eğitim  Müdürlüğünde  bile  mesela  şube  müdürleri  sorduğunda  ‘’ARK da  öğretmenim.’’  derdik .

İşte  bu  ARK’da  iki  sene  görev  yaptım. 

Bu  görevim  esnasında  o  kadar  ilginç  durumlarla  karşılaştım  ki  anlat  anlat  bitecek  gibi  değil.

Bir  gün  okul  nöbetcisiydim.  Malum  okul  müdürleri  derslerinizin  en  az  olduğu  güne  koyarlar  nöbeti.Benim  de  o  gün  hepi  topu  iki  saat  dersim  vardı  ve derslerime  girip  o  günün  derse  girme  kısmını tamamlamıştım.  Kalan  saatlerde  boştum. İkinci  sınıf  öğretmeni  arkadaşım  Metin  Deveci  (  Halen  görevdedir) Yanıma  yaklaştı.

-Sami  Hocam ! Çok  acil  bir  işim  çıktı.  İki  saatliğine  benim  sınıfı  idare  edebilir  misin?

Ne  demek  yahu  iki  saatliğine  idare  edebilir  misin?  Yirmi  altı  senelik  öğretmenim.  İki  saatliğine  şu  bıcırıkları idare  edemeyeceksem  gidip  kendimi  su  kanallarına  atayım  daha  iyi..

- Yahu  ne  demek  Metin  Hocam.  Sen  hiç  merak  etme.  İki  saat  değil,  yirmi  saat  bile idare  ederim.  Sen  işine  bak. 

-Hocam  benim  çocuklar  biraz  yaramazdırlar  ama.

-Oooo  Metin  Hocam  yahu.  Biz  ne  yaramazlar gördük.  Merak  etme sen.  İki  saatte  mum  gibi  ederim  hepsini.

-Aman  Hocam !  Sakın  sert  davranmayasın  çocuklara.

-Yahu  Metin  Hocam.  Ben  stajyer  öğretmen  değilim.  Bu  saçları  da  değirmende  ağartmadım.  Hiç  merak  etme.  Sami’ye  güven  gerisini  merak  etme  sen.

Derken  efendim  Metin  Bey  sınıfı  bana  emanet  edip  gitti.  Ders  zilinin  çalmasıyla  da  ben  sınıfa  girdim.  Çocuklar  sınıfa  benim  girdiğimi  görünce  önce  şaşırdılar. İçlerinden  ayağa  kalkmayanlar  da  oldu.

-Günaydıııın  Çocuklar. 

İsteksiz  isteksiz  bir  kaç  tanesi  ‘’ Günaaaayddııın’’ dese  de  sınıfın  geneli  hiç  de  hoşnut  değil  durumdan.

-Çocuklar! Sınıfa  bir  öğretmen  girince  ne  yapıyoruz?  Ayağa  kalkıyoruz  değil  mi?

İçlerinden  biri  cevap  verdi:

-Ama  sen  bizim  öğretmenimiz  değilsin  ki.

Bir  kaç  kişi  de  ona  hak  verdi:

-Ali  doğru  söylüyor.  Sen  bizim  öğretmenimiz  değilsin  ki.

Vay  bıcırıklar  vay.  Demek  ben  sizin  öğretmeniniz  değilim.  Gösteririm  size  şimdi.

-Çocuklar ! Bundan  sonra  sizin  öğretmeniniz  benim.  Metin  Bey  bir  daha  gelmeyecek.

Eyvah  eyvahh.  Sınıf  Hüzzamdan  başladı,  Nihavente  doğru giden  tüm  makamlarda,  hatta  ne  makamı,  makamsız  bir  şekilde  mızıltıyı  koyverdi.

-Çocuklar ! Durun  bakın  ne  diyeceğim.

Onlara  söyleyeceğim  Metin  Bey’in  iki  saat sonra  geleceğini  ama  beni duyan  yok ki.  Neyse  içlerinden  biri  gelip  masama  kadar  sokuldu.

Ortaokul  ve  liselerde  bir  öğrencinin  -  izin  almadan-  öğretmen  masasına  bu  kadar  sokulması  dokuz  kusurlu  hareketten  biridir.  Ben  ilkokulda  da  öyle  sanıyorum  ne  bileyim.  Çocuğun  izin  almadan masama  kadar  gelmesine  bozulmuştum. Ama  yine  de  merakla  sordum:

-Ne  oldu?  Niçin  geldin  buraya?

-Öğretmenim !  Metin  Öğretmenimiz  niçin  gitti?

-  Niçin  gidecek?  Çok  yaramazlık  yapmışsınız. Bıkmış  sizden.  Onun  için  gitti..

Çocuk  boynunu  büküp  yerine  gitti  ve  arka  sıralardan  başlamak üzere  sınıfta  bir kavga  kıyamet  koptu.  Herkes  bir  diğerine   ‘’Senin  yüzünden  ‘’  Diyordu.

-Senin  yüzünden  işte.  Her  ders  ‘’ Öğretmenim  çişim  geldi  diye  bıktırdın  öğretmenimizi’’

-Asıl  senin  yüzünden . Derslere  hep  geç  kaldığın  için  bıktı  öğretmenimiz  senden.

- Selma..Yalan  söyleme.  Öğretmenimiz  senin  tembelliğinden  bıktı..

-Asıl  sen  yalan  söylüyorsun  Hüseyin.  Öğretmenimiz  senin  kavgacılığın  yüzünden  gitti.

-Senin  kıskançlığın  yüzünden.

-Senin  hep  burnunu  çekmen  yüzünden.

Ben yırtınıyorum.  ‘’  Çocuklar  hele  bir  susun,  bakın  size  ne  anlatacağım’’  Diye  ama  deveye  köpek  ürüyor.  Beni  sallayan yok.  Hatta  sınıfta  var  mıyım  yok  muyum  hiç  umurlarında  değil.  O  değil  söz  verdim Metin  Bey’e,  çocuklara  sert  çıkmayacağım.  İyi  de  susacakları  yok  veletlerin.  Mızıltı ile  sınıf  içi  kavga  ayyuka  çıkmış  vaziyette.  Çaresiz  elimi  sertçe  masaya  vurdum.

-Susun  bakayım. Aaaaa.

Sustular..  Öylece  suratıma  bakıyorlar.

-Ne  yapalım  Metin  Bey  gittiyse.  O  gittiyse  ben  varım.  Ben  öğretmen  değil  miyim?

Sarışın  bir  kız  kalktı  ayağa.

-Sen  bizim  öğretmenimiz  değilsin.  Sen  Hatca  abamın öğretmenisin.

Aaaa.  Bu  sekizinci  sınıftaki  Hatice'nin kardeşi  galiba.  Tıpkı  ona  benziyor  zaten.

- Yahu  Hatçe  aba,  Fatma  aba  var  mı?  Ben  de  öğretmenim.  Neyimi  beğenmediniz  anlamıyorum. Benim  başım  kel  mi?

Anaaaa.  Baltayı  tam taşa  vurmuştum.  Zira  başı  kel  olmak  negatif  değil  tam  tersine  pozitif  bir durumdu  onlar  için.  Zira  Metin  Bey  keldi.

Çocuklar  hep  bir  ağızdan  bağırdılar  bu  sefer.

-Biz  seni  değil  Metin  Öğretmenimiz  istiyoruz.  Söyle  ona  vallahi  billahi  bir  daha  yaramazlık  yapmayacağız.

Hay  Allah’ım  ya.  Neredeyse  bağıracağım  ‘’  O  keltoşun  nesini  benden daha  çok  seviyorsunuz  anlayamıyorum ‘’  Diye.  Ama  tabii  ki  öyle  bir  şey  demedim.

-Çocuklar !  . Metin  öğretmeniniz  iki  ders  sonra  burada olacak.  Bir  işi  çıkmış.  Ben  size  şaka  yaptım.

Bu  sefer  afacan mı  afacan  bir  erkek  velet  cevap  verdi.

-Öğretmenim!  Endee  eşek  şakası  oldu (  Endee:  Bahsi  geçen  şey,  ‘’O  yaptığın  iş’’  anlamında  o  yörelerde  çok  kullanılan  bir  kelime )

Bir  başkası  onu  önlüğünden  tutarak  çekip  oturttu.

-Sus  len.  Bu  da  öğretmen.  Öğretmene  eşek  denir  mi?

Yahu  dersin  yarısı  gitmişti  ben  hâla    işin  sınıfın  sükunetini  sağlama  kısmındaydım.  Bir  an  önce  hakimiyeti  sağlayıp  derse  başlamalıydım.

-  Çocuklar !  Şimdii  Metin  Öğretmeninizin  iki  ders  sonra  geleceğini  öğrendiğinize  göre  ne  yapıyoruz? 

Çocuklar  merakla  yüzüme  bakıyorlar.

-Hımm.  Bir  ders  önce  ne  yapıyordunuz?

Kalktı  bir  tanesi.

-Kitaptan  okuma  yapıyorduk.

-Güzeeel. Şimdi  açın  kitaplarınızı  bakayım.  Eveeettt.  Kim  okuyacak?

Allahım  ya  Rabbim.  Sınıfın  alayı  öğretmen  masasında.  Koro  halinde  ‘’ Ben okuyum’’  Diyorlar..

-Çocuklar.  Herkes  yerlerine  otursun. 

En  az  bir  beş dakika  da  sınıfı  yerlerine oturtmayla  geçtikten  sonra  kararımı  değiştirdim.

-Çıkarın  resim  defterlerinizi.  Resim  yapıyoruz.

Resim  defterleri  çıktı  sıraların  gözünden  ama  merak  tabii  ki.

-Öğretmenim !  Ne  resmi  yapacağız?

Hımmm.  Önemli  bir  soru.

-Çocuklar  Doğanın  resmini  yapıyoruz.

Oh  beee.  Aklımı  seveyim.  Hepsi  sustu.  Harıl  harıl  resim  yapıyorlar.  Ulan  dünya  varmış. 

Beş  dakika  sürmedi  bu  mutlu  ve huzurlu  anlar.

Bir  tanesi  yine  sokuldu  masaya  ve  elindeki  resim  defterini  burnuma soktu  adeta.

-Öğretmenim  yaptım.  Nasıl?  Güzel  olmuş mu?

- Ne  bu  yavrum?

-Boğanın  resmi..  Sen  boğanın  resmini  yapın  demedin  mi?

Az  sonra  kardeşi Doğan  bebekten  tutun da  Doğan  marka  arabaya  varınca  kadar  herkes  kendince  yaptığı  resmi   burnumun  dibine  sokma  yarışına  girmişti.

Bu  böyle  olmayacaktı.  En  iyisi  hemen  müziğe  geçmeliydim.

-Çocuklar  vazgeçtim  resimden.  Şimdi  herkes  yerlerine otursun.  Şarkı  söyleyeceğiz.

Çocuklar yerlerine  otururken  bir  erkek  çocuk, bir  eliyle  önünü  tutarak,  ötekiyle  parmak  kaldırarak  seslendi.

-Öğretmeniiiim.  Çişim  geldi.

Baktım  vaziyet  vahimdi.

-Haydi durma  koş.

Sen  misin  birine  izin  veren.  Neredeyse  hepsinin  aynı  aynı  anda  çişi  geldi.  Önlerini tutuyorlar..

-Haydi  madem  her  kimin  çişi  geldiyse  doğru  tuvalete.

Sınıf  neredeyse  kızlı  erkekli  boşaldı.  İyi  de  hani tuvalete  gidecekti  bu  bıcırıklar?  Alayı  bahçeye  çıktı  koşturmaca  oynuyorlar.  Müdür ,  ders  saatinde  öğrencilerin  bahçede  koşturmaca  oynadıklarını  görse?  Müdür haydi  neyse  de  muavini  Tokatlı  Cemal  görürse  felaket  olur. 

Hemen  dışarı  fırladım.

- Çocuklar.  Haydi içeri  bakayım. 

Ben  dışarıdakileri  içeri  alayım  derken,  içeridekiler  de  dışarı  çıkmasın  mı?  Ayrıca  hiç  biri  sallamıyor  benim  yırtına  yırtına  ‘’  Haydi  içeri’’  demelerimi. Allah'ım Ya  Rabbim.  Teneffüs  zili  çalsa  bari.  Saate  bakıyorum  daha on  dakika  var  zilin  çalmasına.  Çaresiz  hizmetliye  yalvaracağız  artık.

- Pehlivan  gözünü  seveyim  çal  şu  zili.

-Hocam  daha  on  dakika  var.

-Yahu  görmüyor  musun  vaziyeti.  Çal  şu  zili.

Pehlivan  Aydın  çaldı  zili  neyse  ki...  Öğretmenler,  öğretmenler  odasında  ‘’ Zil  erken  çalmadı  mı  ‘’  Muhabbeti yapadursunlar  ben  derin  bir  ohh  çekmiştim  ama  önümde  bir  ders  daha  vardı.  Ayrıca  ya  Metin  Bey’in  işi  uzarsa?  Düşüncesi  bile  kabustu.  Bir  de  utanmadan  sıkılmadan  ‘’ İstersen  yirmi  saat  bırak.  Sami’ye  güven,  gerisini  merak  etme  sen’’  Demiştim.  Oysa  şimdi  Allah’a  dua  ediyordum  öğretmenler  odasının  kapısı  açılsa  da  Metin  Bey  içeri  girse  diye.

Öğrenci  zili ile  birlikte ayaklarım  geri geri  gitse  de  gövdem  çaresiz  ileri  gitti  ve  bir  kez  daha  Metin  Bey’in  sınıfına  girdim.

Yahu  anlayamadığım  şey  şuydu:  Ben  nöbetçi  olduğum  zamanlarda  bu  sınıfın  önünden  çok  geçmişimdir.  Sınıftan  sadece  Metin  Bey’in  sesi  dışarı  yansır.  Ya  da  söz  verdiği  bir  öğrencinin.  Oysa  şimdi  tüm  sınıfın  sesi  dışarıya  taşıyordu. 

İkinci  ders  kararlıydım.  Bu  sefer  adam  gibi  ders  işleyecektik. 

En  iyisi  tahtaya  bu  bıcırıkların  seviyesinin  çok  çok  üstünde  bir  kaç  matematik  işlemi  yazmaktı.  Bunlar  o  işlemleri  yapana  kadar  dersin  en  az  yarısı  geçmiş  olurdu.

‘’Kafamı  seveyim  kafamı’’  Diyerekten  tahtaya  on  tane  işlem  yazdım.  ‘’Haydi bakalım  bunları  ilk  önce  kim  yapacak’’  dedim.

Oh  be  yahu.  Herkes  problem  çözmeye  çalışıyor.  ‘’  ulan  Sami.  Akıllı  adamsın  vesselam.  Hem  ders  işliyorsun,  hem  kafa  dinliyorsun’’

İyi  de..Aman  Allah’ım.  Çocuklar  yine  ellerinde  defterler  masaya  üşüştüler  üç  dakika  içinde. Olamazzz.  Üç  dakikada  on  işlemi  yapmıştı  bu  bacaksızlar?

Evet  yapmışlardı.  Yarım  saatte  yapamazlar  dediğim  işlemleri  üç  dakikada  yapmışlardı.

Bir  on  tane  daha  verdim.  Onları  da  çok  kısa  sürede  yapıp  önüme  koydular. Çocuklar  yaramaz maramaz  ama  hepsi  zehir  gibiydiler.  Daha  da doğrusu  Metin  Bey onları  çok  iyi  yetiştirmişti.

-Aferin  çocuklar.  Şimdi  bir  mükafaatı  hakkettiniz. Söyleyin  bakalım  şimdi.  Metin  Bey  gelene  kadar  ne  yapalım.

Genel  istek  şarkı  söylemek  yönündeydi.

-Hımm. Şarkı  söyleyelim  diyorsunuz.  Peki  size  fülüt  çalsam  olur  mu?  Ben  çalayım,  siz  söyleyin.

-  Oluuuuuurrr.  Ama  Fülüt  ne?

-Kaval  yani.

-Eveeeeettt.Kaval  çal  bize.

- O  zaman  Fatih  gitsin  bizim  evden  benim  fülütü  alsın.

Fatih,  komşumuzun  çocuğu.  İki  dakikada  getirdi  fülütü.  Zira  ev  okula  oldukça  yakın.

-Pek  ala  ne  söylüyoruz*

Ben  ‘’ Mini  mini  bir  kuş’’ diye  beklerken  çocuklar  başladı  bile  şarkıya.

‘’ Cemilemin  gezdiği  dağlar  meşeli imanım.
Haydi  üç yıl  oldu. Cemilem  ben  bu  yerden  gideli.
Gaydurugubbag Cemilem  nasıl  nasıl  edelim  biz  bu  işe.
Nikahımızı  gıysın  ünlen  gelin  Hoca  Memişş’e

Velhasılı  kelam  ikinci  dersi  kazasız  belasız  atlattık.  Teneffüs  zili  çaldığında  dışarı  çıktım.  Baktım  Nöbetçi  öğrenci  geldi  tam  karşımda selam  verip  durdu.

-Hocam.  Müdür  bey  sizi  çağırıyor.

Girdim  müdür  Beyin  odasına.

-Sami  Bey.  O  fülütü siz  mi  çalıyordunuz?

-Evet Müdür  Bey.

-Hımm.  Çok  güzel.  Bundan  sonra  boş  geçen  Müzik  dersleri,  ücretli  ders  karşılığı sizin.Ben  Programınızı  hemen  yaptırıyorum  Cemal  Bey'e.  Hayırlı  olsun.

Ohhhh.  Şıkıdım  şıkıdım.  İki  saat  arkadaş  yerine  derse  girdim  altı  saat  ücretli  dersim  oldu.  Bundan iyisi  Şam’da  kayısı.

Müdür  beyin  odasından  çıktığımda  baktım  Metin  Bey  de  gelmişti.

-Sami  hocam.  Çok  teşekkür  ederim.  Benim  yaramazlar  yormamışlardır  seni  umarım.

-Aaaa.  Ne  yorulması  Metin Hocam. Hani  diyorum  keşke  hep bir yerlere  gitsen  de  ben  girsem  senin  sınıfına.

Metin  bey  bıyık  altı güldü  mü  bana mı  öyle  geldi  anlayamadım 

- Hocam  Allah  razı  olsun.  Aslında  bir  saatlik  daha  bir  işim  vardı.  Hani  diyorum  ki?

-Aman  Metin  Hocam..Amanı  bilir  misin  sen?

İkimiz  de  makaraları  salmıştık. 

Metin  Bey  sınıfına  girdiği  anda  çocukların  sevinç  çığlıklarını  duymalıydınız.  Sanırsınız  iki  saat  değil  de  iki  yıl  ayrı  kalmışlar..

Dersin  bitimine  kadar  sınıftan  yine  en  ufak  bir  gürültü  gelmedi.

Ders  bitiminde  hemen  sınıfa  daldım  ve sordum.

-Çocuklar.  Metin  Bey’in  dersinde niçin  hiç  gürültü,  yaramazlık  yapmadınız  da  ben  girdiğimde yaptınız?

Aslında  cevap  gayet  açıktı:

-Ama  sen  bizim  öğretmenimiz  değilsin  ki?


 Evet.  Öğretmenlik  çok  çok  güzel bir  meslektir.  Hele  ilkokul  öğretmenliği  çok  çok  çok  daha  güzeldir. .

24  Kasım  Öğretmenler  günü  dolayısıyla  göreve  yeni  başlamışından,  saçını  sakalını  bu  meslekte  ağartmışına  varıncaya  kadar  tüm  meslektaşlarımın  ellerinden  öpüyorum.  Bizleri  yetiştiren, bizleri  yetiştirenleri  yetiştiren,  ebedi  aleme göçmüş  tüm  öğretmenlerimize  Yüce  Rabbimden  rahmet  diliyorum. 

İyi  ki  öğretmenim.  Ne  mutlu bana  ve  ne  mutlu  mesleği  öğretmenlik  olup  ‘’ Oku’’ Emrinin  sırrına  vakıf  olanlara.

RESİMLER

1- Muğla/  Fethiye-  Çiftlik Ali Rıza  Köse  İlköğretim  Okulu  2004- 2005 veya 2005-2006  Öğretim Yılı Kadrosu…  (  Benim  dersim  olmadığı  ya  da  okulda  olmadığım  bir  saatte  çekilmiş  tümüyle  birlikte  çalıştığım  Öğretmen  arkadaşlarım.  Çerçeve  içine  aldığım  resim,  yazımda  bahsettiğim  arkadaşım  Metin  Deveci )

2-  Türkiye’de  her okulda  görmeniz  mümkün  olan  bir  manzara.  Öğretmenlik  işte  böyle  bir  şey. 
( Ama Sen Bizim Öğretmenimiz Değilsin Ki. başlıklı yazı Sami Biber tarafından 24.11.2016 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu