Sıra Dışı
.
Serpil, aynada
bir kez daha kendini inceledikten sonra, yeterince güzel göründüğüne ikna olup
kapıya yöneldi. İçini tatlı bir heyecan kaplamıştı. Arif’le buluşacaktı. Dairenin
kapısını kilitleyip hızlı adımlarla merdivenlerden inerek sokağa çıktı.
Çok
yakışıklıydı Arif. Esmer teni, siyah gür saçları, baktığında delip geçen, gür
kirpikli, kara gözleri, düzgün yüz hatlarıyla, her kadının beğenebileceği bir
gençti. Serpil onun her yerine hayrandı. Geniş omuzlarına, uzun boyuna, biçimli,
iri ellerine… Özellikle de tatlı diline… Kocasından beklediği bütün iltifatları
Arif’ten duymuş, tanışalı henüz bir ay olmasına rağmen, bu kısa sürede, yasak aşkının,
ruhunu teslim alan büyüsüne kapılmıştı.
Buluşmak üzere
sözleştikleri otobüs durağına varmıştı nihayet! Durağın arkasında bekleyen
Arif’i görür görmez kalbi deli gibi çarpmaya başladı. Adımlarını sıklaştırdı ve
yanına giderek tokalaştı.
“Merhaba! Çok
oldu mu geleli?”
“Hayır, birkaç
dakikadır buradayım. Tam zamanında geldin güzelim. Nasılsın?”
“Hiç sorma! Geç
kalacağım diye korktum. Sedat sabah oyalandı biraz. İşe gider gitmez giyinip
fırladım.”
Delikanlı yanaklarına
al basmış, genç kadına gülümseyerek, “Seni sevimli şey, beklemem diye mi
korktun yoksa?” dedi. Sonra kolunu onun omzuna atarak hafifçe sıktı ve yürümeye
başladılar.
Serpil endişeyle
sızlandı: “Keşke duraktan otobüse binseydik! Biri falan görür şimdi.”
“Şu sokaktan
sapacağız zaten. Evim az aşağıda.” diye cevap verdi Arif ve ekledi: “Sakıncası
yok, değil mi?”.
“Aaa, eve mi?” Birden
zınk diye durdu Serpil. “Eve gelemem ama. Doğru olmaz ki… Sahil kenarına
gidelim, dolaşıp sohbet ederiz; ha, ne dersin?”
Canı sıkıldığı
belli oluyordu genç adamın. Yüz hatları gerilmişti. Bir süre bakışlarını
etrafta gezdirdikten sonra, genç kadının gözlerinin içine bakarak ikna etmeye
çalıştı: “Sürekli bir yerlerde oturup sohbet etmekten sıkıldım canım. Artık biraz
daha yakınlaşalım istiyorum. Sen istemiyorsan, o başka! Belki de yeterince
sevmiyorsundur beni. Duygularım karşılıksızdır belki. Baştan söyle de ben de
boşuna hayale kapılmayayım.”
“Seviyorum tabii!”
diye atıldı Serpil. Sadece, kocamı aldatmaya hazır hissetmiyorum kendimi. Ne
bileyim; bu istediğin büyük bir şey yani. Yapamam gibi geliyor bana.”
“Tamam bir
tanem, panikleme hemen. Baskı yapacak değilim. Yakın bir yere oturup etraflıca
konuşalım bu konuyu.”
Az sonra bir
pastaneye girmiş, tatlı sipariş etmişlerdi. Arif, genç kadının ellerini
avuçlarına almıştı. “Asma yüzünü lütfen. Senin gibi güzeller güzeline hiç yakışmıyor
somurtmak. Haydi, gül bakayım azıcık.”
Birbirlerine
gülümsediler. Ortam tekrar yumuşamıştı ama çok geçmeden laf dönüp dolaşıp yine
aynı yere geldi. Arif, eve gidelim, diyordu; Serpil tereddüt ediyordu.
“Seni yeterince
tanımıyorum. Daha ne iş yaptığını bile bilmiyorum.”
“Alım, satım…
Ticaret işte… Bana bak, yoksa güvenmiyor musun bana?”
“Güvenmediğimden
değil; dediğim gibi, seni tanımaya çalışıyorum yalnızca. Kendin hakkında pek
bir şey anlatmıyorsun. Hemen her gün buluşuyoruz. Yani, çalışan biri için tuhaf
bir durum bu. Kafama takılmıyor değil. Yanlış anlama da, sonuçta kocama sırtımı
dönüp seninle olacaksam hakkındaki her şeyi bilmem lazım, diye düşünüyorum.”
Küskün ve
hüzünlü bir ifade ile cevap verdi Arif: “Ah canım ya! Sen benim neler çektiğimi
biliyor musun şu ara? Kredi çekmiştim, geri ödeyemedim. Bankadan sıkıştırıp
duruyorlar. İşleri durdurdum mecburen. Bunca sıkıntıma rağmen, sırf seni
kaybetmemek için belli etmiyordum. Sen de kalkmış, neler söylüyorsun!”.
Söylediklerine
pişman olmuştu Serpil. “Affedersin; bilmiyordum. Çok mu borcun var?”
Serpil’in
ellerini bırakarak geriye doğru yaslandı genç adam. Kesik kesik konuştu: “Biriken
taksitleri ödeyebilseydim en azından, biraz rahatlardım. Ama isteyecek, candan
biri de yok ki… Şöyle, on bin lira kadar lazım şimdilik. Bir - iki işle borcumu
kapatırdım birkaç ayda. Sana da teklif edemedim doğal olarak. Neyse, boş ver
şimdi bunları; keyfimizi bozmayalım aşkım.”
“Olmaz öyle
şey! Elimden gelen bir şey varsa yapmak isterim. Senin üzülmene dayanamam;
biliyorsun.”
“Ne yapabilirsin
ki? Bileziklerini bozduralım, desem, bana yakışmaz. Hem sen eve karşı zor
durumda kalırsın. Gerçi aynılarını geri verirdim en kısa sürede ama… Ne bileyim
işte; olmaz. Sevdiğim kadını kendi dertlerime ortak edemem. Bana ters gelir.
Takma kafana canım.”
İtiraz etti
Serpil: “Öyle deme; kafama takıldı artık. Yarın getireceğim bileziklerimi.
Kocam anlamaz; merak etme. Zaten takmıyorum ki… Sandıkta, bir köşede duruyor
hepsi. O fark etmeden yerine koyarız. Eve gitme meselesine gelince, sen
işlerini düzelttiğinde, kocamı terk edeceğim nasılsa. O zaman sonsuza kadar
birlikte oluruz sevgilim.”
Sevinçten
gözleri parlamıştı Arif’in. “Oluruz tabii. Seni çok seviyorum aşkım. O kadar
iyisin ki… Yarın sabah, on bir gibi buluşalım o hâlde. Sütlacın bittiyse
kalkalım mı?”
Hesabı ödeyip kalktılar
ve pastaneden çıktıklarında vedalaştılar. Eve döndüğünde, çantasını ayakkabı
dolabının askısına takıp doğrudan yatak odasına yöneldi Serpil. Sandığın
kapağını açtı ve çeyizlerin altına gizlediği bileziklerini buldu. Yatağın ucuna
ilişerek, satıldıklarında ne kadar para edeceğini hesaplamaya çalıştı. On bin
liradan fazla ederlerdi. Hangisini kimin taktığını biliyordu. Annesininkileri
bir kenara ayırdı; onları vermeye kıyamazdı. Ama ötekileri yarın Arif’e teslim
edecekti.
Üzerini değiştirmek
için hareketlendiğinde, birden, odanın kapısında kendisine bakmakta olan
kocasını fark etti. İrkilmişti. “Sedat, ne işin var senin evde? Geldiğini
duymadım.”
Sedat buz gibi
bir sesle cevap verdi: “Salondaydım. O bileziklerle ne yapıyordun?”
“Hiiiç! Hiçbir
şey… Bakıyordum sadece. Öylesine yani…”
“İyi; birer
kahve yap da içelim. Konuşuruz hem.”
Eli ayağı birbirine
karışmıştı genç kadının. Kocası kendisinden şüphelenmiş miydi yoksa? İşten eve
geri döndüğüne göre, ters giden bir şey olduğu muhakkaktı ancak ne olduğunu
tahmin edemiyordu. Sabah sabah nereye gittiğini sormaması da tuhafına gitmişti.
Üstelik soğuk davranıyordu ve haddinden fazla donuktu gözleri. Mutfağa girerek
dilinde dualarla kahve pişirdi, salonda dalgın dalgın oturan kocasının yanına
döndü.
“Buyur; köpüğü
bol olmadı bu sefer. Beğenmezsen yeniden yapayım.”
Sedat, fincanlardan
birini alıp, kendisine yaranmaya çalışan karısına eliyle oturmasını işaret etti.
“Önemli değil, eline sağlık.”
Garip bir
sessizlik içinde kahvelerini yudumlamaya başladılar. Karşı koltukta âdeta diken
üstünde oturan Serpil, en sonunda dayanamayıp söze girdi: “Ne konuşacaktın
benimle?”
“Hele şöyle, yamacıma
gel ilk önce; konuşuruz.” diyerek, oturduğu kanepede yer açmak için kenara
doğru kaydı Sedat. Yanına gelen karısının saçlarını okşadı, yüzünü sevdi bir
müddet. Çenesinden tutup, konuşmasına devam etti: “Benden gizlediğin bir şeyler
var, diye düşünüyorum son günlerde. Ben senin kocanım canım. Mutlu olman için
elimden geleni yapıyorum, farkındaysan. Bir şikâyetin varsa bilmek isterim.
Bileyim ki, iş işten geçmeden kendimi düzelteyim.”
Kekeleyerek
cevap verdi Serpil: “Yok bir şey. İnan ki yok.”
“Var, var!”
diye kafasını salladı Sedat. “Şimdi senden sakin olmanı istiyorum. Kavga
etmeye, olay çıkarmaya niyetim yok. Senden de benim gibi davranmanı rica
ediyorum.” diyerek, yanındaki kırlentin arkasına sakladığı zarfı aldı. İçinden
çıkarttığı fotoğrafları karısına uzattı. Serpil büyük bir şaşkınlıkla aldı eline
onları ve utançla yere fırlattı. Arif’le ikisinin buluşmalarını çekmişti
kocası. Uzun zamandır takip ettiği belliydi çekilen fotoğraflardan. Ellerini
yüzüne kapatarak ağlamaya başladı.
“Ağladığına
göre, yaptığın şeyin ihanet olduğunu kabul ediyorsun. Şimdi senden tek bir
cevap bekliyorum. Ona âşık mısın?”
Hıçkırıklar
arasında “Evet.” dedi Serpil, “Affet beni ne olur. Sana söyleyemedim.”
Derin bir iç
geçirdi Sedat. Karısının sakinleşmesini bekledikten sonra konuşmaya devam etti:
“O da seni seviyor mu peki?”
“Sevdiğini
söylüyor.”
“Ah, benim saf
karıcığım! Sevdiğini söylüyor, ha? Sen de inandın buna. Gerçek yüzünü
göremeyecek durumdasın onun. Seni şu anda hasta kabul ediyorum ve iyileşmen
için elimden geleni yapacağım. Bu dediğime inan ve bana güven. Uçurumun
eşiğinden çekip alacağım seni inşallah. Yeter ki bu dakikadan itibaren benim
dediklerimi yap. Kendini ve evliliğimizi ne kadar büyük bir tehlikeye attığını
gör.”
Gözyaşlarını
eliyle silmeye çalışırken merakla sordu Serpil: “Seni anlayamıyorum. Bana
kızmadın mı yani?”
“Kızmaz olur
muyum? Hâlinde bir değişiklik fark eder etmez kuşkulandım. Bana soğuk ve
ilgisiz davranmaya başlamıştın, dalgındın, isteksizdin. Ne olup bittiğini
anlamak için yıllık iznimi aldım. Her sabah, işe gider gibi yapıp seni takip
ediyordum. O alçakla buluştuğunuzu ilk gördüğümde yakanıza yapışıp sizi
öldürmek istedim. Bana ne engel oldu, biliyor musun? Rahmetli anamın sözleri…”
“Nasıl yani?”
“Sana talip
olduğumda henüz on yedi yaşında, körpe, cahil bir kızdın. Baban okutmak yerine
evlendirmeyi tercih etmişti. Bense otuz iki yaşındaydım ve sana âşıktım. Oysa
sen sevmek nedir, aşk nedir bilebilecek durumda değildin. Annem o zaman beni
uyarmıştı, ‘Aranızda on beş yaş fark var. Kendi yaşına uygun, sana âşık olan
bir kız alalım. Serpil büyüyüp de aşkı başka birinde tatmak isterse, yuvanız
yıkılır; başına bela olur bu niyetin; vazgeç oğlum.’ demişti. Seni o kadar çok
sevmiştim ki dinlemedim anacığımı. Fakat dedikleri aklımdan hiç çıkmadı. Aradan
beş yıl geçip korktuğum başıma gelince de, beni frenleyen bu sözler oldu.”
Serpil,
kayınvalidesinin kendisini gelin olarak istemediğini etraftan duymuş, ölene
kadar kadıncağıza nefret beslemişti. Kocasının bu anlattıklarından sonra
gözündeki perde kalkmış, yüreğindeki nefret püf diye sönmüştü. Fısıldar gibi
konuştu: “Oysa ben… Bunca yıldır… Aman Allah’ım!”
“Biliyorum
karıcığım. Ondan hiç hoşlanmadığını, bizi ayırmak istediğini düşündüğünü
biliyorum. İlk baştan istememişti ama evlendikten sonra senin hakkında ağzını
açıp da tek kelime kötü söz etmedi bana. Tam aksine, her çocukça davranışında
seni savundu ve bana sabretmemi öğütledi. Ona olan menfi tavrından ötürü sana
gönül koymamamı sağladı. Birlikte, Allah’ın bir emaneti olarak baktık ve sevdik
seni.”
“Allah rahmet
eylesin. Meğer ne kadar haksızlık etmişim annene! İnşallah beni affetmiştir.”
Derin bir soluk
aldı ve şefkatle karısının sırtını sıvazladı Sedat.
“Affetti; merak
etme canım. Günahını ileri dereceye götürmediğinden dolayı, bir defaya mahsus
olmak üzere ben de affettim. Şimdi sıra senin kendini affetmene geldi. Bunu
iyice anlayabilmen için, anlatmaya devam etmem lazım. Dediğim gibi… Senin
yanlış bir yola saptığını anlamıştım; dünyam başıma yıkılmıştı. Kimdi bu adam?
Bende bulamadığın ne vardı onda? Meraklandım, takip ettim onu. Sordum,
soruşturdum ve işsiz güçsüz, kadınların sırtından geçinen bir şerefsiz olduğunu
öğrendim. Bugün seni elinde bileziklerle görünce de, konuşmaya karar verdim
artık. Ona götürecektin, yanılmıyorsam.”
Kafasını
salladı Serpil. Kocasının yüzüne bakamıyordu. “Yarın verecektim. Borcu varmış
bankaya. Kredi çekmiş. ‘İşsiz’ dedin ama ticaretle uğraşıyormuş. Geri
ödeyecekti bir iki ay içinde. İşi düzelince de…”
“Benden
boşanacaktın, onunla evlenecektin. Doğru tahmin ettim, değil mi?”
“Evet, öyle
yapacaktık.”
Elleriyle
kollarını kavrayarak karısını sarstı Sedat. “Çoğul konuşma. O adamın seninle
evlenmeye hiçbir zaman niyeti olmadı. Bunu sana ispatlayabilirim. Kendi
iyiliğin için benim dediklerimi yapıp şu adamın gerçek yüzünü gör, sonra
istersen yine boşan benden. Seni zorlayacak değilim.”
Zihni allak
bullak olmuştu genç kadının. Kocasının tek yalanına şahit olmamıştı bugüne dek.
Ona güveniyordu ama kalbine de söz geçiremiyordu. Bir umutla sordu: “Nasıl
ispatlayacaksın?”
“Sen şimdi
yarın, elinde küçük bir bavulla, buluşmaya git. Evimi terk ettim, sana geldim,
de. Bilezikleri sorunca, ‘Onları almadım.’ dersin. Bak bakalım kabul edecek mi
seni? Ben yakınlarda olacağım. Sakın korkma, çekinme. Sana kötü bir şey
yapsaydım, şimdiye kadar yapardım zaten. Gerçekleri gör istiyorum; başka bir şey
değil.”
Oturduğu yerden
kalktı Sedat. Ceketini giydi. “Biraz hava alacağım. Sen de dediklerimi iyice
bir düşün.” diyerek evden çıktı. Gece yarısı döndüğünde karısı uyuyordu.
Dolaptan bir battaniye çıkararak kanepenin üzerine uzandı ve o da uykuya daldı.
Serpil, kocası
evden çıktıktan sonra uzun uzadıya düşünmüş ve onun dediği gibi davranmaya
karar vermişti. Ertesi gün birlikte çıktılar evden ama Arif’i göreceği yere yaklaştıklarında
ayrıldılar. Delikanlı, genç kadının elinde bavulla kendisine doğru geldiğini
görünce, afalladı. Merhabalaştıktan sonra,
“Hayırdır
canım? Bu bavul da neyin nesi?” dedi.
“Kocamı terk
ettim aşkım! Madem birbirimizi seviyoruz, daha fazla beklemenin bir anlamı yok.
Haydi, senin eve gidelim. Yarın da boşanma davası açacağım.”
Sanki
bedenindeki bütün su aniden çekilmişti Arif’in. Kuruyan dudaklarını diliyle
ıslattı. Bir an ne söyleyeceğini bilemedi. Sonra kendini toparlayarak
“Bilezikleri getirdin mi?” diye sordu.
“Tam çantama
koyacaktım ki, hırsızlık yapıyormuşum gibi geldi; o yüzden, getirmedim. ‘Düne
kadar bilezik konusu yoktu zaten; bu saatten sonra da olmasa ne çıkar?’ diye
düşündüm. Aşkımız yeter bize; öyle değil mi?”
Bir bavula, bir
Serpil’e bakıyordu Arif. İkisi de umurunda değildi. Önemli olan, dünden beri
sıcaklığını avuçlarında hissettiği bileziklerdi. Aptal kadın onları evde
bırakmıştı maalesef. Şansını son bir kez denemek istedi. “Ben bavulla burada
bekleyeyim; sen bir koşu git, evden bilezikleri al da gel. Hadi ama! Daha
bankaya gidip borcumu kapatacağım.”
Sinirleri
tepesine fırlamıştı Serpil’in. Arif tıpkı kocasının dediği gibi davranıyordu.
Kendi gelişine sevinmemiş, bileziklerin peşine düşmüştü. Paylar gibi konuştu: “Senin
bankaya borcun beni neden ilgilendirsin ki? Ben mi yaptım o borcu? Sen beni mi
seviyorsun, bileziklerimi mi? Şimdi açık konuş bakayım; benden para koparmak
için mi ilgilendin şu ana kadar? Bir hoş geldin bile demedin be! Bilezik de
bilezik! Yazıklar olsun sana!”
Parmağını, genç
kadının gözüne sokacakmış gibi salladı Arif. Ardından, kükredi: “Bak; son defa
soruyorum: ‘Getirecek misin, getirmeyecek misin?’”.
“Getirmiyorum! Son
sözüm bu.” diye rest çekti genç kadın.
Arif için, aşk
oyununa son verme zamanı gelmişti artık. “O zaman, sen de defol sürtük! Benimle
işin bitti. Gözüme gözükme bir daha.” diyerek kadıncağızı, kolundan tuttuğu
gibi itti.
Bunu gören
Sedat, yıldırım gibi atıldı. Arif’i yere çarptı ve küfürler savurarak
yumruklamaya başladı. Onlar dövüşürken gözyaşlarına boğulan Serpil, bavulu kaptığı
gibi evin yolunu tuttu. Bastığı yeri bilmiyordu. Koştu, koştu…
xxx
Aradan tam bir
yıl geçmişti. Ameliyathaneden çıkan hemşire gülümseyerek, hastane koridorunu
bir aşağı, bir yukarı arşınlayan Sedat’a seslendi: “Müjdemi isterim babası.”
Hemşirenin
yanına seğirtti Sedat. “Doğdu mu?! Kız mı, oğlan mı? Hanımım nasıl, iyi mi?”
“Dünya güzeli
bir kız… Tıpkı annesi… İkisi de gayet iyi; merak etmeyin. Gözünüz aydın olsun.”
“Allaaah!” diye
bir çığlık attıktan sonra cebindeki yüzlükleri hemşirenin avucuna sıkıştırdı
Sedat. “Ne zaman görebilirim peki?”
“Birazdan… Siz
odaya gidin artık, burada beklemeyin.”
Serpil’in anne
babası da hasta odasında bekliyorlardı. Sedat müjdeyi onlara da verdi ve neşe
içerisinde kucaklaştı. Az sonra bebekle annesini sedyeyle getirip yatağa
yerleştirmişti personel. Doktor da yanlarındaydı ve doğumun normal geçtiğini,
endişe edilecek herhangi bir durum bulunmadığını söyleyerek, genç çifti ve
yakınlarını kutladı. Başka hastalarla ilgilenmek üzere odayı terk ettiklerinde
Sedat, yatakta melekler gibi uyuyan bebeğini kokladı ve cebinden çıkarttığı
altın kolyeyi karısının boynuna takarak onu alnından öptü. “Geçmiş olsun
karıcığım. Bana bu mutluluğu yaşattığın için ne kadar mutluyum bilemezsin.
Teşekkür ederim.” dedi.
“Kızının adını
merak etmiyor musun?”
“Etmez olur
muyum? Cinsiyetini de, ismini de sır gibi sakladın bu zamana kadar. Ne
yazdırdın kayıtlara?”
Serpil hınzırca
gülümsedi ve yatağın ucunda duran dosyayı işaret etti. “Evraklar orada duruyor
işte. Ben söylemeyeyim; kendin gör.”
Dosyayı
aceleyle kapıp, bebeğinin ismini bir çırpıda, yüksek sesle okudu Sedat: “Fahriye
Aksoy! Annemin adını koymuşsun canım. Gerçekten tam bir sürpriz oldu benim
için. Çok şaşırdım.”
Eğilip tekrar
öptü karısını ve kulağına fısıldadı: “Seni çok seviyorum aşkım.”
Serpil
kocasının gözlerine minnetle bakarak cevapladı: “Ben de seni çok seviyorum aşkım.
Senden daha çok hem de!”
Mücella
Pakdemir
(
Sıra Dışı başlıklı yazı
Mücella Pakdemir tarafından
5.05.2017 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.