Zamansız bir yolculuk planlıyorum
aslında plansız bir var oluş çizelgesi.
Öncelikle boyutlarımı belirlemeliyim
ve iştigal ettiğim sessizliğin meşru müdafaası iken şu yazdıklarım.
Kamburumdan utanamam ya da meftun
yürekten ya da araya aklar düşen saçımdan ya da… çoğaltabilirim şıkları sonra
da oturur çapraz bulmaca çözerim.
Hâkim olduğum değil de hâkimiyetimin
sorgulandığı bir zaman dilimi ve ben rötuşladıkça yüzümdeki çizgileri, bollaşan
eteğimin diz boyunu da uzatırım sanki boyum uzayacakmışçasına çalım attığım
hayatın o inanılmaz salınımında, bir sarsıntı yaratan içimin kırık faylarında
tökezleyen o küçük kız çocuğu ve kullanmaktan haz etmediğim göz farımı da
iliştiririm bir satırı pembeye boyama isteğine dirsek çevirmediğim.
Zamansız ölümlerin şeceresini
tutuyorum madem… varsın bir ölüyü daha uğurlayayım aklımın satır arasına üç beş
dize de şiir ektiğim gösterişli kaleminde şairin ben hem dumura uğrayıp hem de
sükutun peşine düşmüşken.
Şairlerin ördüğü peri masallarında,
çift dikiş okuyan öğrenciler gibiyim yolum ne zaman sana düşse. Sanırım
gözlerimi alamadığım hayatın ikramlarından birisin belli ki pekişen insan
sevgim yine buhar olup uçacak ıssızlığımda sonra da ıssızlığımın isiyle ben
yine geceye iz düşeceğim: bazen matemin kıyısında bazense mahreme saygı
göstermeyi unutanlara nazire eden bir beyit ile yolum kesişip aklımın pazarında
tezgâha düşen aryalarımın da inkârında bir nota kadar değerim yok iken oysaki
notalarla da rotalarla da aram hep iyi oldu hele ki muhafız alayı o pekişen
sevgi cumhuriyetim yok mu?
Akla zarar. Bir sev bir de düş peşine
insanların: hayır ne aşka dair ne de yoksunluğumu dillere düşürüp de bir celbe
yelken açmışken: altı üstü sevilme ihtiyacı güden bir fani.
Bizim oralarda, demek istediğim
hiçbir beyanım da yok zira ne bizim oralardan geçer yolum ne de sizin oralardan
sanırım aidiyet duygumun pek de gelişmediğini takdir etmesini beklediğim
fanilerden biri olmanı umut edip yine de… sanırım devamını getirme lüksüm yok
hayallerimin ne de olsa tehir etmekle iştigalim belli ki korkularım su üstüne
çıkmadan ben bir an evvel boğulmalıyım yine de yaşama isteğime rest çekemeyip
bir solukta düştü yolum şu beyaz boşluğa.
Bir ırgat gibi belki de bir mevta
özentisi yine bedenimden sıkıldığım ve ruhani gelişimimi tamamlama becerisine
de nail olamadığım.
Burçların özentisi bir toplumuz madem,
bu demek değil ki yüreğimin yıldız haritasını çıkarıp da kendimi
çengelleyeceğim şu kırpık yıldızlara. Şair nasıl isyan etmişse, kırpıp
yıldızları ben de kırpıp gözlerimi uyumaktan men ediyorum bedenimi hele ki
varlığımın ufkunda uyurgezer bir eda ile dolanıp da adımdan bile hicap ettiğim
ya da üstünkörü geçiştirip adsızlığıma kulp takıp beni soyadımla çağıranlar.
Sanki fabrika üretimi bir tenekeyim
de vurup vurup tekmelerini konuşturuyorlar ya da kayıtsızlıkları ile kayda
alıyorlar bendeki mutsuzluğu sonra da tav olduğum bu huzursuzluğu istila eden
kelimelerin baskısından kurtulmak adına iç sesimin boğazına sarılıyorum umarım
bir gün ayılırım da dönerim gerçek dünyaya ya da bir gün tamamen durur da beyin
fonksiyonlarım sadece acılarımla hemhal olup kendi sessizliğimde ses olurum
Tanrı’ya.
Boykot edilesi bir varlık mıyım da
gösterişli imgeler sağaltıyor hezeyanlarımı ya da bayat ekmek miyim de kurda
kuşa yem oluyorum üstelik ihya edilesi bir sevgiyi de çarçur etmelerine engel
olamadığım?
Ne anladım bu işten hele ki sevgi
bile bol kepçe yüreklerde ikinci plana düşmüşken ve sahte aşkların dökümüne
tanık oluyoruz bir o kadar bonkör para babalarının köle sevdalarına.
Aşkların ant içtiği ama ihanetlerin
erdem olduğu.
Hangi çekmecede saklı mutluluk ya da
tef çalıp oynayan hangi Çingene kadına sormalı çıkmayacak papatya falına kanma
ihtimalimi göz önüne alıp da yolduğum çiçeklere mezar olurken çöp kutum?
Geri dönüşüm kutusu gibiyim her gece
ya da kirlilerini yıkayan bir çamaşırcı kadın: evet, kendi kirlilerini ya da
kirlenmesine müsaade etmediği benliği belli ki sessizliğimin mimarı da bu
masumiyet takıntımdır.
Uzak durun benden…
İyi de kimsenin ses ettiği yok deyip
de başım düşüp de dara ben satırlara boca ederken gözyaşlarımı sonra da kurutma
kâğıdıyla kuruladığım akıllı bilgisayarımın uyumsuz ev kullanıcısı.
Bak… nasıl bir cinas saklı burada: ev
kullanıcısı ne yani ofiste mi çalışmam lazım ev kullanıcısı olmamak için ya da
ev kızı/kadını himayesinde midir tüm temizlik ürünleri hele ki haz etmediğim
hangi ev işi ise uflaya puflaya düşmüşken yolum mobilyaların tozlu yüzeyine iyi
de benim tozumu kim alacak? Başka bir ev kullanıcısı mı yoksa iştigal
ettiklerimi tasdik ettirip de rapor mu almalıyım bakanlıktan?
‘’Pardon, itiraz ediyorum.’’
‘’Neye?’’
‘’Hâkim karşısına çıkmak istiyorum.’’
‘’Neden?’’
‘’Dünlerimi öldürdüm lakin hepsi
dokuz canlı çıktı.’’
‘’Ne zaman?’’
‘’Soru sormayı bıraksanız da…’’
İç sesim çemkirmeden kovuşturmalıyım
önce aklın ikrarını sonra da soyut bir pazar iken yazmaktan ve yaşamaktan
muzdarip o sarmal.
Aslında soru sorması gereken benim
belki de cevapsızlığıma tamah eden evrenden alacaklı iken. Sahi, insan sevip
inanmaktan yorulur mu ya da emekli mi olsam duygularım çıkmışken ayyuka ve
dingin ruhumun özleminde ben çatıp kaşlarımı esaretime almışken dingin
hüviyetlerin özlemi ile salkım saçak salınan melankolimi de koruyup kollarken?
Belki de huşu içinde ölmenin zamanıdır
ya da plansız mutlulukları teyellerken kader ve ben teğet geçtiğim herkese
minnet yüklerken.
İzafi satırların idraki belli ki
ansız ve yönergesiz beyanlarımın da hücumunda ben tüm tanıları ve tınıları yok
sayıp kendi şarkımı çalıp söylerken ve boca ettiğim tüm külliyatımı da miras
bırakırken sevdiklerime ama tarafınca sevilmediğim kim ise yine de hakkım helal
olsun.