Bir  yazısına  yaptığım yorum  dolayısıyla ''Al  sana  konu. Dostluğu  yaz  ''  Demişti  Bedri  Abi. 

Sabahtan  beri  hep  bunu  düşünüyordum:  ''  Dostluğu yaz ''

Hani  Nazım  Hikmet'in,  Abidin  Dino'ya  dediği  gibi:  ''  Sen  mutluluğun  resmini  yapabilir  misin  Abidin?''

Gerçekten  de  Mutluluğun resmi  yapılabilir  miyidi  acaba?  Mesela  Abidin  Dino,  Mutluluğun  resmini  yapabilmiş  miydi?

Mutluluğun  resmini  yapmak  gibi  bir  şeydi  dostluğu yazmak  da.  

1100  ün  üzerinde  anıdan,  makaleye,  politik  yazılardan  tarihi  yazılara,  mizahi  öykülerden,  eleştiri  yazılarına  kadar  her  türde  kalem  oynatan  ben  sabah  dokuzdan  akşam  on  dokuza  kadar,  yani  on iki saattir  hep  bunu  düşünüyordum:  ''  Dostluğu  yazmak 

''Akşama  kadar  yazdım,  sildim.  Sonra  bir  heves  tekrar  yazdım,  tekrar  sildim.

Dünya  üzerinde  yaklaşık  64  yıl  ömür  sürmüş  ve  sürmekte  olan  bir  insan  olarak  elbette dostlarım  oldu  ama  benim   Bedri  abi gibi  bir  sigarayı   sırayla  içtiğim  bir  arkadaşım  hiç olmadı.  

Of  yaaa.  Ben  böyle  hüzünle  başlayıp  hüzünle  devam  eden  anılar  yazamıyorum.  Bana  göre  değil.  Ben  Sami'ce  yazayım, siz  de  ''Hocam  sadede  gel  de  şu yukarıdaki  fotoğrafların dostlukla  igisi  ne?''  Diye  merak  edip  durmayın. 

****************************

Hayatım  boyunca  bir  kez bir  tabancayı  belime  sokmuşluğum  vardır.  O  da  taa  12  Eylül  1980  Öncesinde...

Daha  tıfıl  bir  öğretmenim.  Bir  grup  arkadaşla  Manavgat  çayı  boyunca  yürüyüş  yapıyoruz.  Derken  baktık  bir  dut ağacı.  Arkadaşlardan  biri  ''  Ben  ağaca  çıkıp  dut  silkeleyim,  siz de  aşağıya  bir kaç  gazete  parçası  serip  toplayın''  dedi.

Arkadaşlar,  o  günün  sakıncalı  gazetelerinden  Tercüman'ın  sayfalarını  ağacın  altına  sererlerken,  ağaca  çıkacak  olan  arkadaş  belinden  bir  tabanca  çıkartıp.  ''  Bu  sende  kalsın.  İndiğimde  alırım''  Diyerek  ağaca  tırmanmaya  başladı.  Ben  tabancayı  belime  soktum. 

Arkadaş  ağaçta  dut  silkelerken  bir  başka  arkadaş  daha  geldi  ve  hepimizle  tek  tek  tokalaştı.  Ama  beni  öylesine  sarstı  ki  tokalaşırken,  tabanca pantolonumun  paçalarından  aşağı  yere  düştü.  Millet  dutu  filan  bırakıp  göbeklerini  tuta  tuta  benim  hallerime  gülüyor  tabii  ki.  

İşte  o  ilk  ve  son  oldu.  Hayatta  silaha  elimi  sürmedim bir  daha.  Ama  bugün  varya  bugün...Bu  gün  bir  silahım  olsaydı  kesinlikle  bir kişinin  beynine boşaltırdım  tüm  mermileri.

Yahu  düşünün  sabah  dokuzdan  itibaren  her  on  dakikada  bir  ''  Büyük  indimimiz  başlamıştır...Anasının gözü-Ebesinin  Örekesi   Market...  Site  Mah.  Altay  Caddesi  No  bilmem  kaçta  sizleri  bekliyor''  ünlemeleriyle   bağıra  bağıra  aynı  sokaktan  geçilmez  ki. ''  Şeytan dürtüp  duruyor  ''  Camını  çerçecesini  indir,  yola  cam  kırığı  at  da  lastikleri  patlasın''  Diye  ama  başka  arabalar,  insanlar  da  geçiyor  o  sokaktan.  Tabanca  olsa  direkt  hedefe  boşalt  Allah  ne  verdiyse...

Şimdi  diyeceksiniz  ki  ''Atma  Hocam  din  kardeşiyiz.  Sen  daha bir  tabancayı  belinde  taşıyamamışsın,  direkt  canlı hedefe  atış  mı yapacaksın?''   Yok  demeyin.  Öyle  demeyin...O anda  feci şekilde  asabi  ve  agresiftim  yani.  Onu  demeye  çalışıyorum.
 
************

Hay  Allah.  Ne  anlatacaktım  nerelere  gittim.  

Her neyse,  işte böyle  sinir  katsayılarım  tavan  yapmış  vaziyette  dostluk  üzerine  ne  yazabilirim  diye  düşünürken  telefonum  çaldı.

-Alooo. Tuğrul  Beyle  mi  görüşüyorum?

Efendim benim  nazarımda  2  No  lu  Kangalım  olan  o  zata  başkaları  her  nedense  Tuğrul  Bey  diyorlar.  Bunu da  anlamış  değilim  ya ,  yine  de  cevap  verdim:

-Hayır  babasıyla  görüşüyorsunuz.

Artık  ne  kadar  öfkeli  bir  tonda  demişsem  karşı  taraf  bozuldu.

-Ya  ne  kızıyorsun  amca?  Biz  Bankadan  aramıştık.

Ulan  zaten  sinirlerim  tepemde.  Bir  de  bankadan  filan  deyince  iyce  cinler  tepeme  çıktı.

-O  zaman  onu  arasanıza.  Beni  niçin  arıyorsunuz?

Cevap  verdi

-Kusura  bakmayın. Kayıtlarımızda  bu  numara  vardı.  Kendisine  aradığmızı  söylebilir  misiniz?

O  sinirle  cevap  verdim:

-Uyanınca  söylerim.

Adam  ısrarcı:

-Lütfen  hemen  uyandırın  söyleyin.  Bizimle  acil  temasa  geçsin

Yav  biliyorum.  Yine  kredi  kartı  kakalamaya  çalışacaklar.  Başka  bir  halt  için  aramazlar  ki  zaten.

-Bana  bak  hemşerim.  Cinlerim  tepemde  zaten.  Gelirsem  oraya  bir  şarjör  mermiyi  topuğuna  sıkarım  senin

Telefon  çat  diye  kapandı.  

Saat  16.00  filan  gibi  bir  daha  çaldı.

-Aloooo  Tuğrul  Bey?

Yok  bunlar  insanı  zorla  katil  ederler.  Bir  taraftan  reklam  arabası,  bir  taraftan  ikide bir  Tuğrul'u  arayanlar...

-Ulan  oğlum  bela  mısınız  siz?  Zorla  ''  Gel beni  gebert '' mi  diyorsunuz?

Allahtan  karşı  taraf  da  benim  gibi  asabi  değil.

-Yok  efendim.  Bela  filan  aramıyoruz.  Tuğrul  Bey'i  arıyoruz.  Kargonuzu  getiriyoruz  da  onu  haber  vereyim  demiştim.  

Allaaaahhhh.  Kargo geldi  ha.  

Eveeettt.  İkinci   resme  geliyoruz  yavaş  yavaş. 

Şimdi yapılacak  iş  Kangalı  uyandırmaktı  ama  nasıl?  

Kangallar  genelde uysal  hayvanlardır.  Lakin   uykularını  yeterince  almadıkları  takdirde  saldırgan  olabiliyorlar.  O  bakımdan  da  derin  uykuda iseler  uyandırmak  son  derece  tehlikelidir.   

Şimdi  denilebilir  ki  ''  Tuğrul'a  gelen  kargo  seni  neden  bu  kadar  sevindiriyor  ki?''

Ah  efendim  ahh. O  da  ayrı  bir  öykü.  Benim  kulaklar  sağır  derecesinde  az  duyar. O  sebeple  benim  kapımı çalan  birisi  kapıyı  kırıp  içeri  girmediği,  içeri  girmekle  de  kalmayıp  getirdiği  her  ne  ise  burnuma  dayayıp  ''Sami  Bey'e  bir  koli  var''  Demediği  müddetçe  herhangi  bir kolinin  bana  ulaşması  mümkün  değildir.  Sucular  bile  suyu  kapıya  kadar  getirir  sonra  telefon  ederler.  Telefon  o  anda  bilgisayar  masanının  üzerindeyse  ve  de  ben  bilgisayardaysam  ancak  haberim  olur  suyun  geldiğinden.  O yüzden  de  bir  yerden  bana  bir  şey gelecekse  Tuğrul'un  adresini  veririm.  

Ha  unuttum.  Koli  özelde  bana,  genelde  Tuğrul  ve  bana  geldiği  için  sevinçliyim.

Tuğrul'un  odasına  gittim  ve  seslendim.

-Oğlum  kalk. Kargo  gelmiş.

Bizim  kangal,  dişlerini gösterip  hırlayarak  cevap  verdi:

-Ne  kargası  yaaa  sabah  sabah.

Zavallı  sabah  sanıyor.  Oysa  saat  16  yı  çoktan  geçmiş.

-Lan  oğlum  karga  değil.  Kargo  gelmiş.  Hemen  git  al  gel.

Tuğrul  mızlaya  mızlaya  kalktı  ve  güvenlik  amiri  olarak  çalıştığı  sitenin  o  anki  nöbetçi  personeline  kendisine  bir  kargo  gelip  gelmediğini sordu.  Gelen  cevap  olumsuzdu.  Kargo  filan  gelmemişti.  

''  Hımm.  Yolda  ama  oraya  ulaşmadı. Mutlaka  gelir  bir  kaç  dakikaya ''  Diyerek  ben  beklemeye,  Tuğrul  uyumaya  devam  ettik.

Saat  19.00  gibi  arkadaşları  aradılar  Tuğrul'u.  Kargomuz  gelmişti.  2.  Resimde  o  anı  görmektesiniz.  Yani  Kargonun  oğlum  Tuğrul'un eline geçtiği  an...

3.  Resimde  ise  kargodan  ne  çıktığını  görmektesiniz.  Görüldüğü üzere  bol  miktarda  kıymalı  börek  ve  aşure  var  masada. İşte  kargodan  onlar  çıktı. Ve  tabii  ki  benim  aşureye yumulma  anım.  

Peki  nereden  geldi  bu  kargo?

Efendim  bu  kargo,  taaa  Zonguldak'tan  geldi. 

Zonguldak'ta  akrabamdan,  çok  yakın  arkadaşlarımdan  kimse  var  mı  peki?

Yakın  akraba olarak   yakın zamana  kadar  yaşça  benden  küçük  teyzem orada  ikamet  ediyordu.  Senelerce  de  orada  ikamet  etti. Ama  şimdi  orada değil.  Bunun  dışında  hiç  kimsem  yoktu  aşağı  yukarı  bir  ay  öncesine  kadar.  Şimdi  ise  şahsen  yüzünü  hiç  görmediğim  bir  kızım  var.

Evet  şaşırmayın.  Yüzünü  hiç  görmediğim, en  fazla bir   aydır  tanıştığım,  hatta  kaç  yaşında  bile  olduğunu  bilmediğim  bir  kızım  var  Zonguldak'ta.  Kargoyu  gönderen  o. 

Bilmece,  bulmaca  gibi  oldu  biliyorum.  Az  daha  sabır.

Benim  aşure  olayını  biliyorsunuz.   Onu  ayrıca anlatmayacağım. '' Talihsizse  bir kişi,  muhallebi  yerken kırılır dişi ''  Başlıklı  yazımda  anlatmıştım o  olayı.

O  olayı  anlattığım  günlerde  daha  yeni  tanışıyordum  Zonguldak'lı kızımla.

Nerede,  nasıl  tanışmıştık  peki?

Bir  edebiyat  sitesinde  tanışmıştık.  

Aslında  ben  onun,  o  benim varlığımdan  haberdardı.  Ama  bu  haberdar  olma  durumunun  da  öyle  çok  uzun  bir  mazisi  yoktu.  Sadece zaman  zaman  ben,  çoğunlukla  da  o ,  karşılıklı  birbirlerimizin  şiirlerine  yorumlar  yazıyorduk.  

Sonra?

Sonrasını  anlatmam  için  bir  bu  kadar  daha  yazmam  lazım.  Öyle  olunca da   hiç  kimse okumaz.  Onun  için  bu  gün  o  kargo  geldikten  sonra  yaptığımız  telefon  konuşmasından  çok  kısa  bir  kesit  sunacağım.

-Alooo...Merhaba...Kargo  geldi.
-Ay  ne  sevindim  bilemezsin  hocam.
-Şu  anda  açtım. Gönderdiğin  aşure    ve  börekle  vuslat  demlerindeyim.
-Çok  sevindim.  Nasıl?  Beğendin  mi  aşuremi?
-Henüz  daha  tadına  bakmadım  ki.
-Aşkolsun.  İnsan  bir  tadına  bakmaz  mı?

Hakikaten  de...Benim  gibi  bir tatlı  canavarı  henüz  aşurenin  tadına  bakmamıştı.  Bu  sanırım  babalık  içgüdüsü.  Zira  kendi  mototuyla  iş  yerine  giden  Tuğrul,  kendi motoru  müsait  olmadığından  şirketin  motoruyla  getirmişti  koliyi.  Sonra  şirketin  motorunu götürüp  kendi  motorunu  almaya  gitti.  O  gittiğinde  telefon  etmiştim  Zonguldak'lı Kızım'a  ve  bir  baba  içgüdüsüyle  oğlum  da  gelip  sofraya  oturmadan  ne  aşureye  ne  de  böreğe  el  süremiştim.   Ama sofra  büyüğün  olduğuna  ve  bir  rica  var olduğuna    göre  o  aşurenin  tadına  bakabilirdim. 

Aynen  öyle  yaptım.  Telefon  elimde  olduğu  halde  aşureyi  yemeye  başladım.   Kesinlikle  hayatımda  bu  kadar  güzel  bir  aşure  yememiştim.  Ama  çok  daha  güzel  bir  şey  oldu.  Aşureymiş,  börekmiş  hepsinden  çok  daha  tatlı,  sıcak,  insanı  duygulandıran bir  şey...Kızım  aynen  şunları  söyledi:

-Oy  afiyet  olsunn.  Yeme  sesin  kıtır  kıtır  buraya  kadar  geldi ( Aşure  İçindeki  cevizleri  yerken  çıkarttığım  ses )  Şu  anda  sanki  babam,  karşımda  aşure  yiyormuş  gibi  hissettim  kendimi.

Peki  hepsi  bu  mu?

Hayır...Şimdi  üçüncü  resme  iyice  bakın.  Pencere  kenarında  bir  kedi  görmektesiniz  değil  mi?  İşte  o  kedi,  benim  ''  Duman  adını  taktığım  bir  sokak  kedisidir.  Sık  sık  beslerim  onu.  Yemeğini,  suyunu  eksik  etmem  ama  yine  de  biraz  seveyim  desem  patiyi geçirir.  Vahşidir  namıssız.  Hah..İşte  bizim  Duman  da  bu  gün  çok  değişik  bir  tad  olan...Yok  yahu  aşure  değil  elbette...Kıymalı  börekten doyunca  yiyerek  Zonguldaklı  ablası  Güner'e  bol  bol  dua  etti  bizim  gibi.  

********************************

Evet,   Bedri abi.

'' Dostluğu  yaz''  demiştin.  Nasıl  becerebildim  mi?  

Ve  bu  arada....

İnsanların  dostluğu evet  ama  bir  kedinin   nasibini  yüzlerce kilometre  öteden  gönderten  Yüce  Yaratan'ın  dostluğuna  ne  demeli?  

1.  Resim  mi?  Zonguldaklı  Kızım  Güner  Biçer.

( Dostluk başlıklı yazı Sami Biber tarafından 18.10.2017 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu