1990 lı yılların sonuna doğru yaklaşıyorduk. İşte o yıllarda tüm okullara Milli Eğitim Bakanlığından gönderilen genelgelerde '' Derslerin daha zevkli hale getirilmesi'' hususunun özellikle altı çiziliyordu. Durum böyle olunca da her eğitim öğretim yılının başında yapılan öğretmenler kurulu toplantılarında gündemin en önemli konusu '' Derslerin daha zevkli hale getirilmesi için yapılabilecekler '' oluyordu. Bazen sadece bu gündem maddesi üzerinde saatlerce konuşuyorduk. Hatta sırf bu gündem maddesi yüzünden kurul toplantısı uzuyor, bir sonraki güne taşınabiliyordu.
Evet..Ne yapılmalıydı ki öğrenciler derslerden daha fazla zevk alsınlar?
Tek tek tüm branşlardaki öğretmenler kendi derslerinde derslerin daha zevkli, öğrencilere zevk verecek şekilde işlenmesi için neler yapabileceğini anlatmak zorundaydı. Tabii ki anlatmakla iş bitmiyordu çünkü '' Aaaa öyle yaparsanız öğrenci bundan zevk almaz ki'' Türünden eleştirilere hatta tartışmalara karşı cansiparene bir şekilde savunma yapmalıydı. Mesela bir matematik öğretmeni diyelim ki Pisagor Teoremini anlatırken öyle bir anlatmalıydı ki öğrenci bundan en basitinden bir dilim pastayı yerken aldığı hazzın aynısını alsın, hoşlandığı bir müziği dinlerken aldığı zevkin benzerini hissedebilsin. Tarih öğretmeni Sevr Antlaşmasını anlatırken nasıl etmeliydi de öğrenci ülkemizin yok edilmesine yönelik bu antlaşmanın amacını ve özelliklerini kavradığında zevkten dört köşe olsun.
Biz öğretmenlerden istenen şey sınıfta bir aktör olmamızdı. Yani her birimiz sınıfa girdiğimiz andan itibaren bir Bayezıt Öztürk ( Beyaz ), Cem Yılmaz, Ata Demirer veya Yılmaz Erdoğan olacaktık. Bu saydığımız isimlerin bir Metamatik , Fizik, Tarih, Coğrafya, Edebiyat Öğretmeni olma zorunluluğu yoktu ama bizlere onlardan en az biri olma zorunluluğu gelmişti.
Aynı yıllarda öğrencilere dayak atma olayı da kesinlikle kaldırıldı okullardan. Aslında elbette doğru bir karardı. Ama bu doğru kararla birlikte öyle yanlışlar yapıldı ki sormayın. İki tokat yüzünden okula gelen polis ekip arabaları, dersinden apar topar önce karakola, sonra savcılığa çekilen öğretmenler, çocuğunun yanında '' Sana bu orospu çocuğu mu vurdu?'' deyip öğretmenlerin üzerine yürüyen babalar, hatta anneler, mahkeme koridorlarında sürünen, sürgün olarak başka illere tayin edilen hatta meslekten ihraç edilen öğretmenler vesaire. Artık öğrenciler öğretmenden değil öğretmenler öğrencilerden korkar hale geldiler. Okullarda hakimiyet bila kayd-ü şart öğrencilerdeydi artık. Öğretmenin saygınlığı diye bir şey kalmamış, artık onlara '' Hocam'' değil laubali bir şekilde ''Hocaaa'' Diye hitap edilir olmuştu.
Sonra başka genelgeler yağmaya başladı.
'' Bundan böyle öğrencilere okulla ilgili hiç bir iş yaptırılmayacak '' Yani çocuk girecek helaya, işeyecek, sıçacak, sifonu bile çekmeyecek. Tuvaletin temizliği ne olacak peki? Haa bak işte o konuda taviz yok. Tuvaletler pırıl pırıl olacak. Peki kim yapacak? '' Efendim, okulun ve çevrenin imkanları seferber edilecek ve okullara temizlik elamanları temin edilerek bu sorun halledilecek'' Yani '' Of yaa yine bağış isteyecekler '' Korkusuyla veli toplantılarına bile gelmeyen öğrenci velilerinden para toplanacak ve okulun temizliği, boya badanası, tamirat ve tadilatı, kalorifer ya da sobalarının yanması, için hangi elemanlar ve malzemeler gerekiyorsa temin edilecekti.
Of ulan offf. Şu sakat bacakla koskoca Bakırköy Lisesinde, koskoca İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesinde hep merdiven tırmandım. Şimdi en koftiden okulda bile ''Aman öğrencilerimiz yorulmasın '' diye hem de sapasağlam gençler için asansör var iyi mi?
Daha sonra?
'' Öğrencilerin gururlarını rencide edecek davranışlardan kesinlikle kaçınıla'' genelgesi geldi. Yani efendim artık öğrencilere '' Kestir şu saçını, Eteğini dizinin altına indir. Okula makyajlı gelme. Evladım tak bakayım o kravatını '' ve benzeri rencide edici cümleler asla sarfedilmeyecekti. Öğrenci dersin resmen içine etse de ''Çık sınıftan '' deyip de onuru kırılmayacaktı.
Daha da sonra?
Kıyafet serbest. Canının istediği kıyafetle okula gelebilirsin. Öğrenci için de öğretmen için de...İster disko, ister düğün, ister mevlit kıyafetiyle gel okula. Kafana göre takıl yani.
Mesela siz ders anlatırken cep telefonu ile manitasıyla mesajlaşan öğrenciye '' Evladım kapat o telefonu. Derse dön'' Diyemeyeceksiniz. Sınıfın ortasında öğrencinin gururunu kıramazsınız. Öğrencilerin ellerinden cep telefonlarını alma dönemleri ise 2000 li yılların ortalarında artık tamamen tarihe karışmış vaziyette.
İşte bu ahval ve şerait altında bir gün görev yaptığım bir okulda sınıfa girdim. Konumuz Balkan Savaşları. Yani öğrencilere Sırbistan, Yunanistan, Bulgaristan ve Karadağ gibi daha düne kadar bizim vilayetlerimiz olan dört minicik devletin nasıl olup da koskoca Devlet-i Âliye'ye diz çöktürdüğünü anlatacağım. Bu yenilgiden çıkarmamız gereken dersi kavratacağım. Ama öğrencilerin önemli bir kısmının derdi bu değil. Bu zevksiz ve sıkıcı konudan daha çok benim aşk hayatım nasıldı konusunu merak ediyorlar.
Yoklamayı alır almaz biri sordu '' Hocam siz hiç ilişki yaşadınız mı?'' '' Hayır bakirim '' Deyip kestirip atmak mümkün ama öğrenci kısmına yalan söylenmez. Çok günah.
Hımmm. Oldukça önemli ve acilen cevap verilmesi gereken bir soru. '' Konumuz Balkan Savaşları, benim aşk hayatım değil'' Diyerek öğrenciyi sınıfın ortasında refüze edemezsiniz. Çünkü başka öğrenciler de '' Hocam ne olur anlatın '' Diye ısrar ediyorlar.
Eh, benim aşk hayatım da öyle bir iki dakikada anlatılacak bir konu değil ki. Daha yedi yaşlarında komşu kızı Neşe'yi evlerinin kömürlüğünde nasıl yanağından öptüğümle başlamam gerekiyor.
Başladım anlatmaya. maksat ders daha zevkli olsun.
Yaklaşık yirmi dakika sonra bazı yazılarımın kahramanı olan Hatice direkt sözümü kesti
''Hocam derse dönsek. Balkan Savaşlarıydı konumuz ''
Hay Allah...Her zaman güler yüzlü olan Hatice bu sefer çakmak çakmak gözleriyle patlamaya hazır bir bomba gibiydi.
Cevap verdim:
'' Kızım. Ders böyle daha zevkli değil mi? Bak arkadaşların ne kadar eğleniyor?''
Hatice daha da kızdı.
''Hocam ! Yarın Üniversiteye Giriş Sınavlarında bize sizin aşk hayatınızı değil, Balkan Savaşlarını soracaklar.''
Hatice haklıydı ama Bakanlık da ''Dersi zevkli hale getirin. Öğrencilerin tamamının katılımını sağlayın '' Diyordu. Hatice hariç öğrencilerin tamamı ne güzel katılmıştı derse işte. Zevk de alıyorlardı. Balkan Savaşlarının ve sonuçlarının ise canı cehennemeydi (!)
Tekrar cevap verdim Hatice'ye:
'' Kızım ! Genelge, öğrencilerin dersten zevk alması gerektiğini söylüyor. Bak arkadaşların da ne güzel zevk alıyorlar.''
Cümlemi tamamlatmadı.
'' Hepimiz zevk manyağı olup çıktık zaten ''
Hatice haklıydı. Yarınımızın ümidi olan gençlerimizi bilerek ya da bilmeyerek, isteyerek ya da hiç farkında olmayarak zevk manyağı ( hedonist) bireyler olarak yetiştiriyorduk.
Bu anıyı niçin mi anlattım:
O zaman okumaya devam edin eğer sıkılmadıysanız.
-----------------------------------------------------------------
:'( İZMİR ÖDEMİŞ KAYMAKÇI ÇOK PROGRAMLI LİSESİ MÜDÜRÜ AYHAN KÖKMEN İKİ ÖĞRENCİSİ TARAFINDAN TÜFEKLE VURULARAK ÖLDÜRÜLDÜ... :'(
Olayla ilgili görevlendirilen müfettişin görüşleri :
DUYGUSUZ NESİL TEHLİKESİ :
Hayatın gerçekliklerinden habersiz, duygusuz ve bencil bir nesil geliyor. Şehitler için gözyaşı döken kendi ana babalarını anlamıyorlar. Başkalarının çocukları için ağlamaya anlam veremiyorlar. Yanı başımızdaki savaşlar, acı çeken çocuklar, ölen on binlerce insan onları hiç ilgilendirmiyor. Tüm acı gerçekleri çizgi film tadında izliyorlar ve yürekleri hiç acımıyor. Hayatlarının odağındaki tek şey eğlenmek. Eğlenemedikleri tüm zamanları kendilerine bir işkence olarak görüyorlar.
Kendileri için yapılan fedakarlıkların hiç farkında değiller. Kıymet bilmiyorlar ve vefasızlar. Herkesi kendine hizmet etmek için yaratılmış görüyorlar. İnsanlara verdikleri değer, onların isteklerini yerine getirebildikleri ve ne kadar eğlendirdikleriyle orantılı.
Hayatlarında eğlenmeden başka bir amaç olmadığı için artık tek eğlence kaynağına dönmüş telefon ve tabletlerini ellerinden aldığınızda dünyanın sonunun geldiğini zannediyorlar.
Geçmiş onları pek ilgilendirmiyor, atalarımıza karşı vefasızlar. Dedelerinin canları, kanları pahasına vermediği vatan toprağını en iyi fiyatı verene satacak kadar maneviyattan yoksunlar. Vatan, onlar için son model bir cep telefonundan daha değersiz.
Milletimizin geleceği açısından endişeleniyorum.
20 yıl sonra bu nesil, nasıl ana-baba olacak?
Kendine hayrı olmayan bu nesil nasıl çocuk yetiştirecek?
Evlerini nasıl idare edebilecek?
Ülkeyi nasıl yönetecek?
Vatanı nasıl savunup can verecek?
Bütün bunlar neden oluyor izah edeyim. Altın kafeslerde çocuklar yetiştiriyoruz artık. Uçmayı bilmeyen kuşlar gibi. Çocuklar hayattan bihaber. Açlık nedir bilmiyorlar, yedikleri önlerinde yemedikleri arkalarında, acıkmalarına fırsat bile vermiyoruz. Öyle ki yemek yemeyi bile işkence görür hale geliyorlar. Susuzluk nedir hiç bilmiyorlar. Hiç susuz kalmamışlar. Üç adımlık yolda bile susarlar diye yanımızda içecek taşıyoruz. Çocuk daha “susadım” demeden ağzına suyu dayıyoruz.
Çocuklar hiç üşümüyorlar. Soğuk havalarda evden çıkarmıyoruz. Okula giderken kırk kat sarmalayıp çıkarıyoruz dışarı, hiç titremiyorlar.
Çocuklar hiç ıslanmıyorlar, evden arabaya kadar bile üç metrelik mesafede şemsiyesini başına tutuyoruz. Saçına bir tek yağmur damlası düşürmüyoruz. Bu yüzden çocuklar ıslanmak nedir bilmiyorlar.
Yorgunluk nedir bilmiyor çocuklar. İki adımlık mesafelere bile arabayla götürüyoruz onları yorulmasınlar diye. Birazcık parkta koşsalar, hasta olacak diye engel oluyoruz. Onlar takatleri tükenecek kadar hiç yorulmuyorlar.
Yokluk nedir bilmiyorlar, daha istemeden her şeyi önlerine sunuyoruz. Bu yüzden varlığın kıymetini bilmiyorlar. Onlar bir yanığın veya bıçak kesiğinin acısını bilmiyorlar. Elleri yanmasın, kesilmesin sakın diye onlara ne bıçak tutturuyor ne ocak yaktırıyoruz.
Çocuklar hissetmiyor yaşamı, açlığı bilmediği için açlara acımıyor, üşümek nedir bilmedikleri için sokaktaki evsizleri umursamıyor. Yokluk nedir bilmedikleri için ekmeğe gelen zam onların dikkatini bile çekmiyor, haber kalabalığı olarak görüyor, gülüp geçiyorlar. Sıcak odalarında yaşadıkları için evsizlik nedir, sürgün nedir anlamıyor, savaşları, kurşunlanan, ölen insanları umursamıyorlar. Acımıyorlar...
Kıymetini bilmiyorlar ekmeğin, elbisenin, barışın ve huzurun, ana babanın…
Müdahale edilmezse gelecek iyi şeyler getirmeyecek güzel ülkemize. Bu sorunu Devlet derinden hissetmeli. Bu sorunun çözümü için ciddi çalıştaylar düzenlenmeli. Öğretim programları ve ders materyalleri revize edilmeli. Okulların duygu eğitimi konusunda rolleri artırılmalı. Geç kalınmadan bu sorun mutlaka çözülmeli. Bu sorun çözülmezse ülke çözülecek…
Doğan CEYLAN
Maarif Müfettişi
Evet sayın müfettişim. Bu sorun mutlaka çözülmeli. Aynen dediğiniz gibi bu sorun çözülmezse ülke çözülecek.
Bu sorun çözülmeli zira zevk almayı eğitim öğretimin yegane amacı haline getirdiğimiz ve bu anlayışı sürdürdüğümüz müddetçe daha çook öğretmen öldürülecektir. Çünkü insan ya da hayvan, herhangi bir canlıyı öldürmek de bir zevktir. Öylesine bir zevktir ki katil öğrenci jandarmadaki ifadesinde rahatlıkla '' Hiç pişman değilim. Yine olsa yine öldürürdüm '' Diyebilmektedir. Çünkü o, Hatice'nin de dediği gibi bir zevk manyağı haline getirilmiştir. Zevki için her şeyi yapar. Öldürür de...