Makale / Tarihsel Makaleler

Eklenme Tarihi : 13.09.2024
Okunma Sayısı : 335
Yorum Sayısı : 20
Gök  Sultan  Mı  Müstebit  Mi?

Bu uzun yazı iki bölümden oluşmaktadır. I. Bölüm benim yazdıklarım, II. Bölüm rahmetli Hüseyin Nihal Atsız'ın kaleminden çıkanlardır.
I. BÖLÜM
Hep merak etmişimdir: Osmanlı tahtına otuz altı padişah gelip geçtiği halde neden hâlâ üzerinde en çok konuşulanı II. Abdülhamit'tir?
Gerçi Fatih Sultan Mehmet, Yavuz Sultan Selim, Kanunî Sultan Süleyman da konuşulur ama II. Abdülhamit farklı konuşulur.
Mesela Osmanlı Devleti en geniş sınırlarına III. Murat zamanında ulaşmıştır ama konuşulmaz.
Mesela Osmanlı Devleti I. Mahmut döneminde aynı anda Rusya, Avusturya ve İran'ın canına okuyacak kadar canlanmıştır ama hiç kimse konuşmaz.
Otuz üç yıl saltanat süren II. Abdülhamit, düşmanımız olan ülkelerin gazete ve dergilerinde resmettikleri, karikatürlerini - eli kanlı bir katil - olarak çizdikleri kadar gaddar, acımasız, müstebit, dolayısıyla da hiç kimsenin sevmediği bir padişah mıdır yoksa bugünkü Abdülhamitçilerin yere göğe sığdıramadığı gibi yataktan kalktığında hemen bir tuğla ile teyemmüm edip ardından abdest alan, abdestsiz yere adım atmayan bir evliya mıdır?
Ben bütün bu soruların cevabını bayağı merak etsem de ( Tabii ki kendime göre cevabı vardır bu soruların ) şu nefreti bir türlü anlayamam:
Yıl : 21 Temmuz 1905
II. Abdülhamit'e karşı bombalı bir suikast girişiminde bulunulur ancak padişah bu girişimden yara almadan kurtulur.
Kimdir peki suikast girişimcileri? Ermeni Devrimci Federasyonu... Kısaca Ermeniler...
Evet müstebit padişah II. Abdülhamit, o derece müstebit ve o derece eli kanlı bir Ermeni katilidir(!) ki babası Abdülmecit'ten beri devletin baruthanesinin anahtarları Ermeni Dadyan ailesindedir. ( Yanlış anlaşılmasın. Baruthanenin anahtarının Ermeni bir ailede olmasını doğru bulmuyorum. Örneği II. Abdülhamit'in ne kadar müstebit (!) bir padişah olduğunun delili olarak ortaya koyuyorum )
Neyse efendim, II. Abdülhamit ölmeyince Tevfik Fikret alır eline kağıt kalemi ve '' Bir Lahza-i Teahhür '' Yani '' Bir Anlık Duraklama, ( Gecikme, Tehir)'' Başlıklı şiirini yazarak adeta ağlar:
Ey şanlı avcı, dâmını beyhude kurmadın!
Attın… fakat yazık ki, yazıklar ki vurmadın!
Beyitte geçen yabancı kelime ve tamlamalar:
Şanlı Avcı: Ermeniler hesabına çalışan Belçikalı terörist Edward Jorris
Dâm: Tuzak
Beyhude: Boşuna.
Yani '' Ey şanlı terörist(!) Bir Türk Devlet Başkanını öldürmek için boşuna tuzak kurmadın ama ne yazık ki onu öldüremedin.'' Diyerek üzüntüsünü dile getirir.
Peki müstebit(!) padişah, '' Sarayımı bombalarlar '' korkusuyla uçan balonların bile patlatılması emrini veren, konuşmalarında '' Yıldız, Saray, Burun '' gibi kelimeleri kullandığı için insanları sorgusuz sulasiz zindanlara tıkan(!) II. Abdülhamit, geleceğin ( hatta gününün ) Türkçülük akımının ve hatta Mustafa Kemal Atatürk'ün fikir babalarından biri olan Tevfik Fikret'e bu şiirinden dolayı ne yapar? Hiç... Ama o bir müstebittir (!)
Sonra?
Sonra aradan yıllar ve olaylar geçer ve nihayet bu müstebit (!) padişah 27 Nisan 1909'da tahttan indirilir ve böylece millet şöyle deriiin deriiin bir ohhhh çeker (!)
Sonra?
Sonra Yıldız Sarayı öylesine bir yağmalanır ki ne siz sorun ne ben anlatayım.
Bir teröristin II. Abdülhamit'i öldürememiş olmasına ağlayan Tevfik Fikret bile böyle bir yağmada Bulgar Çeteci Sandaneski'ye bile pay düşmesine dayanamaz feryat eder:
Yiyin efendiler yiyin, bu hân-ı iştiha sizin.
Doyuncaya tıksırıncaya patlayıncaya kadar yiyin.
[Gerçi bu beyiti bizim öğretmenlerimiz Tevfik Fikret'in, devleti ve halkı soyan(!) Padişah II. Abdülhamit ve çevresine karşı yazdığını anlattılar ama zamanla öğrendik ki öyle değilmiş.]
Sonra?
Sonra artık İttihat ve Terakkinin ülkeye getirdiği huzur dolu (!) günler başlar.
Öyle ki bu sefer de Şair Eşref sarılır kağıt kaleme ve İttihat ve Terakkinin getirdiği(!) Hürriyet, Uhuvvet, Musavat ve Adalet hakkında yazar:
“Vakt-i, istibdatta söz söylemek memnu(yasak ) idi;
Ağlatırdı ağzını açsan hükümet, ananı!
Devr-i hürriyetteyiz şimdi, değişti kaide.
Söyletirler evvela, sonra si***ler ananı!”
Sonra?
Artık Abdülhamit denen beceriksiz, donanmamızı bile Haliç'te çürüten basiretsiz (!) heriften kurtulmuştu millet. Bundan sonra artık gelsin zaferler dönemiydi.
Ama o da ne?
İlk etapta Kuzey Afrika'daki son toprak parçamızı da kaybettik. Adı Trablusgarp'tı. Yani Libya.
Şimdi sorsam eminim her yüz kişiden en az 75'i ''Vahdettin zamanında kaybettik.'' Diyecektir. )))))))))))))
Sonra, dünkü şamar oğlanlarımız Sırbistan, Yunanistan, Karadağ, Bulgaristan birleşti ve taaaa Edirne ve Kırklareli'ye kadar Balkan topraklarını elimizden aldılar.
Sonra?
Sonra saray damadı Salih Paşa'yı, Enver Paşa'nın hışmından kurtarmaktan bile aciz Sultan Reşat, gitti Rus limanlarını bombalattı ( İttihatçıların neredeyse hiç bir yanlışları olmadığına göre(!) Padişah yaptırmış olmalıydı bu işi. Daha önceki yenilgilerin müsebbibi de oydu garanti.(!)
Sonra başladı I. Dünya Savaşı. Her cephede düşmanın canına okuduk ama savaşın son üç ayında tahta oturan Vahdettin. '' Bana ne ya... Ben ülkeyi İngilizlere peşkeş çekmek istiyorum'' Diyerek galip olduğumuz bir savaş sonrasında ülkemizi düşmana sattı (!) [ Oh ne güzel tarih değil mi? ]
Sonra aradan bir kaç yıl daha geçti.
28 Ocak 1920'de bir harita yaptık. Adına ''Misak-ı Milli Sınırlarımız'' dedik. '' Bu kadarını kurtarırsak bize yeter '' Dedik. Musul, Kerkük, Süleymaniye, Batum, Selanik ve o günün şartlarında Hatay hariç Misak-ı Milli sınırları içindeki toprak parçalarını kurtardık.
Sonra?
Sonra ''Kahrolsun Müstebit II. Abdülhamit (!)''
Bugün, İzmir sahillerinde karaya vurmuş olan ölü balıklar bile II. Abdülhamit yüzündendir kesin (!)
*****
Merak ettiğim bir başka soru da şu?
Bir insan hem Atsız'cı hem II. Abdülhamit karşıtı nasıl oluyor?
Hüseyin Nihal Atsız'ın II. Abdülhamit'i hiç de bazı milliyetçi kardeşlerin tarif ettiği gibi değil de...
Haaaa '' Nihal Atsız da kimmiş? Bu konu benden sorulur.'' Diyen varsa ayrıca tartışırız tabii ki.
Evet... Gelin Bir de Hüseyin Nihal Atsız'ın '' Gök Sultan'' Dediği Sultan II. Abdülhamit'e bakalım.
II.BÖLÜM
GÖK SULTAN
Toplumun en büyük haksızlığına uğramış tarihî şahsiyetlerden biri, II. Abdülhamid’dir. Kendisinden önceki devirlerin ağır yükünü omuzlarında taşıyan, en güvenebileceği adamların ihanetine uğrayan ve dağılmak üzere olan içi dışı düşman dolu bir imparatorluğu 33 yıl sırf zekâ ve hamiyeti ile ayakta tutan bu büyük padişah kaatil, kanlı, müstebit, kızıl sultan, cahil ve korkak olarak tanıtılmış, daima aleyhinde işleyen bu propagandanın tesiriyle de böyle tanınmış talihsiz bir insandır.
Daha ilkokul sıralarında belirli bir propagandanın tesirinde kalmaya başlayarak, yaşları ilerledikçe telkinler ile büyütülen nesillerin, o propagandanın yalanlarını bir gerçek gibi benimsemelerinden tabii ne olabilir?
Öğren yavrum ki
On Temmuz bayramların en büyüğü
Esir millet böyle bir gün zincirini kırdı, söktü.
Ondan evvel geçen günler, bilsen yavrum ne siyahtı.
Milletin her iyiliğini düşünecek padişahtı;
Halbuki o zaman sultan, insan değil, canavardı.
Canlar yakar, kan dökerdi, millet ondan pek bizardı!
gibi saçmalar, kim bilir hangi kırılası kalemlerle yazılarak okuma kitaplarına geçiyor, körpe beyinlere Sultan Hamid düşmanlığı aşılıyordu.
Bu düşmanlığı aşılayanlar ilkönce ittihatçılar, yani hürriyet kahramanları (!), yani Sultan Abdülhamid’in 33 yıl ayakta tuttuğu imparatorluğu 10 yılda dağıttıktan sonra memleketten kaçan kişilerdi. İttihatçılardan sonra da Ermeniler, Rumlar, Yahudilerdi. Yani, yabancıları işe karıştırarak Türkiye’yi batırmak için Osmanlı Banka-sı’nı basan, Anadolu’da kargaşalık çıkaran ve Avrupa’ nın gık demesine meydan vermeden Sultan Abdülhamid tarafından tepelenen Ermeniler ; yani Balkanlara saldırıp karışıklık çıkarmak ve yine yabancıların da işe karışması ile Türkiye’yi parçalamak isterken Sultan Hamid tarafından 1897 de tepelenen Yunanlılar ( ve bizdeki adı ile Rumlar); ve Filistin’de bir Yahudistan kurmak teşebbüsleri Sultan Hamid tarafından önlenen Yahudilerdi.
Sultan Hamid, bin türlü siyasi tertiple bu azınlıkların azgınlıklarını yere sererken, onlarla birleşerek padişahı tahtından indiren kabadayılar:
Türk, Musevi, Rum, Ermeni,
Gördük bu rûz-i rûşeni!
şarkısını, bu unutulmaz ahmaklık ve ihanet bestesini söyleyerek meydanları çınlatıyor, Birinci Dünya Savaşı ile mütarekesine kadar Musevi, Rum ve Ermeni vatandaşların nasıl bir “rûz-i ruşen” beklediklerini anlamamak, anlayamamak gibi bir alıklıkla bir imparatorluğu idare ettiklerini sanıyorlardı.
Sultan Hamid’i iyice anlamak için tahta çıktığı zamanı iyi bilmek lâzımdır. Sultan Aziz’in son zamanlarındaki çöküntü sırasında, memleketi yürütmek için beliren iki akımdan liberalizmi V. Murad, muhafazakârlığı II. Abdülhamid temsil ediyordu. Liberaller, İngiltere ve Fransa’ya bakarak parlâmento ile her şeyin düzeleceğine inanıyor, muhafazakârlar, 30 milyonluk imparatorlukta 10 milyon Türkün hâkimiyetini Çağlamak için mutlak idareye lüzum görüyordu. Masonlar, Sultan Murad’ı da mason yapmışlardı. Gerçek yüzünü Sultan Murad’a göstermeyen masonluğun arkasında ise yahudilik ve Avrupa emperyalizmi vardL
ilk Meşrutiyet Meclisinde, Hıristiyan mebusları, Türkiye’nin bir an önce parçalanması için Ruslar ile savaşa şiddetle taraftar olmuşlardı. Ve gerçekten de neredeyse imparatorluk dağılacaktı. Sultan Hamid, bunu gördükten sonra, meşrûtiyeti devam ettirseydi, elbette ki yanlış bir iş yapmış olurdu. Müslüman olmayan mebuslarla birlikte, dışardan körüklenen Arap ve Arnavut milliyetçiliklerine de set çekmek üzere Meclisi kapatması. Sultan Hamid’in en büyük başarısı ve hizmetidir. Bu meclis kapatılmasaydı ne olacaktı? 8 milyon hıristiyan ve 12 milyon müslüman yabancıya karşı, kültür seviyesi hepsinden geri 10 milyon Türk’le bu devlet nasıl tutulacaktı? Demokrasi bir çoğunluk rejimi olduğuna göre. Türklerden çok olan Araplar, mesela, resmî dilin Arapça olmasını teklif etseler ve Arnavutları da yanlarına alsalar, sonuç ne olacaktı? Bütün Türk olmayanlar birleşerek Osmanlı imparatorluğunun Avusturya – Macaristan gibi federatif bir devlet olmasını isteseler, bunun, nasıl önüne geçilecekti? Karışmak için fırsat gözleyen Avrupa devletlerini kışkırtmak üzere demokratik nümayişler yapılsa, bu, ne ile önlenebilecekti?
İşte Sultan Hamid, Meclisi kapatarak bütün bu tehlikeleri önledi ve tahtından indirilmeseydi, daha da önleyecekti.
Fakat onun hizmeti bu kadar da değildir. 1877 -1878 savaşından yenilerek çıkan Osmanlı ordusunu, o zamanın en mükemmel silâhları ile, meselâ mavzer tüfekleriyle silâhlandırdı. Denizci devletlerin ve Rusların denizden yapmaları mümkün taarruzlara karşı, İstanbul ve Çanakkale boğazlarını tahkim etti. Ve, Birinci Dünya Savaşı’nda İngilizlerle Fransızların 18 Mart 1915 saldırıları bu istihkâmla durduruldu.
Mükemmel kurmaylar yetiştirdi. 1914-1918 Savaşı ile İstiklâl Savaşı’nı bunlar idare ettiler. Sultan Aziz’in, Ruslarla çarpışıp Kırım’ı kurtarmak için hazırladığı donanma, denizcilik tekniğinin değişmesi karşısında değerini kaybetmişti. 8-10 mil giden gemilerle artık iş görülemezdi. Bunları kadro dışı ederek iki zırhlı ile iki kruvazör aldı. Büyük Osmanlı borçlarının üçte ikisini ödedi. Pek çok okul açtı. Pek çok yol ve köprü, ayrıca hastahane ve çeşme gibi hayrat yaptırdı. Görülmemiş bir haber alma şebekesi kurdu. Yabancı elçilerden bile casusları vardı. Avrupa’da kuş uçsa haberi oluyor, aleyhimizdeki kararları önceden öğrenerek tedbirini alıyordu. Hilâfeti, Osmanlı Hanedanından almak için Mısır’da kurulan gizli bir derneğin üyelerinden biri Sultan Hamid’in adamlarından biri idi. Balkanlıların mezhep ve milliyet ayrılıklarını körükleyerek birleşmelerine engel olduğu gibi; İngiliz, Alman ve Rusları da birbirine düşürerek aleyhimizde birleşmelerini engelledi.
Bunları yaparken de vezirlerinden, paşalarından kimseye güvenmemekte ne kadar haklı olduğunu zaman göstermiş ve koca vezirler, hiç sıkılmadan, yabancı elçiliklere, konsolosluklara sığınmışlardı.
Çok namuslu ve dindar bir adam olduğu için, asla kan dökmemiştir. Mithat Paşa’yı öldürttüğü hakkındaki söylenti iftiradır. Gerçi o, Mithat Paşa’dan şüphe ediyor, onun Sultan Aziz’i öldürtmüş olduğuna inanıyordu. Fakat dindar bir insan olarak, kan dökmekten, bütün hayatınca çekinmiş, Mithat Paşa ile arkadaşlarının idam kararlarını müebbet hapse çevirmişti. İsteseydi idam kararını imzalayamaz mı idi? Buna hangi kuvvet engel olabilirdi? Bunu yapmayarak, sonra Taif’te suikasta girişecek kadar az zekâlı mı idi?
Memleketi doğudan tehdit eden Moskof emperyalizmi ile batıdan tehdit eden Avrupa emperyalizmi ve onun temsilcisi İngiltere’ye karşı devleti savunan Sultan Hamid, ayrıca azınlıklar ve gaafil hürriyetçiler ile de uğraşmaya mecbur olmuş, güneyden gelen siyonizme de göğüs germiştir.
Sultan Hamid için, Osmanlı imparatorluğunu, soyumuzun düşmanı Moskoflarla hilâfetin düşmanı İngiltere’ye, devletimizin düşmanları siyonizme ve azınlıklara, rejimin düşmanı hürriyetçilere karşı savunmak meselesi ve vazifesi vardı. Bunun için de, kendisinin, devlet başkam kalması gerekti. Kendisi çekilirse, devletin tutunama-yacağı hakkındaki düşüncesinin doğruluğu, çok geçmeden gerçekleşmiştir.
Şimdi, bu kadar büyük bir dâvânın karşısında, Peyami Safa’nın ileri sürdüğü İsmail Safa’-nın sürgün edilmesi gibi hâdiselerin ne ehemmiyeti olabilir? İsmail Safa ne istiyordu? Oğlunun iddiasına göre hürriyet! Yani meşrutiyet, serbest seçim. Yani bir alay Arap, Arnavut, Ermeni, Rum, Bulgar, Yahudi ve Sırp’ın Türkiye’nin kaderi hakkında söz sahibi olması… Şimdi akıl, anlayış, vicdan ve millî şuur sahibi olarak düşünelim: Böyle bir sonuca razı olunabilinir mi?
Sultan Hamid, sürgün ettiklerine aylık da bağladığına göre, Anadolu’nun en sağlam havalı yerlerinden biri bulunduğu, ahalisinin dinç ve gürbüz yapısı ile belli olan Sivas’ta İsmail Safa’-nın ölmesi Sultan Hamid’in kabahati mıdır? Verem olan İsmail Safa. İstanbul’da kalsaydı, ölmeyecek miydi?
Babasına karşı beslediği sevgi dolayısıyla, Peyami Safa’nın bazı özel düşünceleri olması tabiidir. Fakat, her gün binlerce kişiye seslenen bir yazarın. Sultan Hamid gibi büyük bir padişahı Osmanlı sultanlarının en cahili ve kanlısı diye göstermeye kalkması, doğru mudur?
“Bu dünyada herkes bir çok şeyin cahilidir. Yeter ki kendi işinin cahili olmasın!”. Kendi işinin ehli olduğunu bin bir delille isbat etmiş bulunan Sultan Hamid ise asla cahil değildir. Onun bir yüksek okul ve hattâ lise diploması yoktu. Fakat özel öğretmenlerle hayattan ve içinde yetiştiği büyük ve muhteşem hanedandan çok cevherli şeyler öğrenmişti. Ressam, hattat ve musikişinas idi. Doğu ve batı dillerinden bazılarını İnliyordu. Kurduğu çok değerli Yıldız Kütüphanesi, bugün, Üniversite Kütüphanesi’nin temelini teşkil etmektedir. Bayezid Umumi Kütüphanesini de yine o kurdu. Yani Sultan Hamid, Türk kültürüne kütüphane kurarak, pek çok okul açarak ve ilmi eserler yazdırarak hizmet etti.
Onun kaatil olduğu yalan, kızıl sultan olduğu iftiradır. Avrupalıların ve Ermenilerin yakıştırdığı kızıl sultanlığı benimsemek, onların emellerine hizmet etmek olmaz mı?
Sultan Hamid, kızıl değil “Gök Sultan”dır. Herkeste bulunması mümkün ufak tefek kusurlarım şişirip erdemlerini inkâr etmekle ne Türk tarihi, ne de Türk milleti bir şey kazanır. İsmail Safa, İngiliz-Boer savaşında, İngilizlerin bir başarısını, onların elçiliklerine giderek tebrik ettiği için, Sultan Hamid tarafından, haklı olarak, sürgün edilmiştir. Belki İsmail Safa, o zaman, İngilizlerin nasıl bir Türk ve müslüman düşmanı olduğunu bilmiyordu. Fakat, geniş haber alma imkânları ile her şeyi bilen Sultan Hamid, memleket aydınlarının düşman elçilikleriyle temasına müsaade edemezdi.
Şimdi insafla düşünülsün: Hiçbir sebep yokken, sırf yurtlarındaki elmas madenlerini zaptetmek için, bir avuç Boer’e büyük ordularla saldıran İngiltere’yi tebrik etmek hangi hürriyetçilik anlayışının sonucudur?
O günkü İngiltere’yi Boerleri yendi diye tebrik etmekle, bugünkü Moskofları Finlere karşı başarılarından dolayı alkışlamak arasında ne fark vardır?
Merhum Gök Sultan Abdülhamid Han, bütün hayatında bir fikir, devleti ayakta tutmak ve hazırlanmak için yaşadı. Siyasî dehası ile Avrupa’yı ve Moskof u oyalıyor, bir yandan da demiryolu ve okul ile Türk milletini kuvvetlendirmeye çalışıyordu.
Sultan Hamid ile onun düşmanları olan hürriyetçileri ölçüştürmek için, yalnız şu noktaya bakmak yeter: Hürriyet kahramanları (!), hürriyeti yok edip yüzlerce masumu astırdıktan sonra kaçtılar. Gök Sultan, bir tek siyasi idam yapmadanken korkunç siyasi güçlükleri atlatarak 33 yıllık saltanatında devleti ayakta tuttuktan sonra tahtından indirilirken, Moskof çarının Rusya’ya davetini; Selânik’ten Alman gemisiyle İstanbul’a gelirken de Alman İmparatorunun davetini reddederek vatanında bir sürgün ve mahpus gibi yaşamayı tercih etti
Türkiye, dört sınırında yangınlar olan bir ev, Sultan Hamid, o yangınların eve bulaşmaması için hızla koşarak ateşe su serpen, kum döken ve keçe kapatan bir savunucu idi. Bu koşuşmaları sırasında yoluna çıkan bir iki çocuğa çarpıp düşürdüyse, suç onun değildir. Çünkü, yurdun çevresinde yangınlar göğe yükseliyor ve Gök Sultan, alevleri içeri sokmamak için didiniyordu.
Ve sokmadı da…
Ne diyelim? Durağı cennet olsun..
KAYNAK: ORKUN DERGİSİ, SAYI:6 ARALIK 1982, s.14-16
( Gök Sultan Mı Müstebit Mi? başlıklı yazı Sami Biber tarafından 13.09.2024 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu