Zamanın mağrur bir acı olduğunun
bilincinde, sevginin de teyakkuzda terk edildiği ikilemi ile çıkıp da yola.
Gölgeleri muhatap bilenlere olsa olsa
sözüm aslında sevgiyi çarçur edenlere ve dostluğun mabedine yaylım ateşi
açanlara.
Kelimecikler türeyebilir bu iç
yenilgisinden ya da dumanı üstünde bir şiire düşer yolumuz. Sıtması tutan şaire
sözümüz belki de ya da kendi halinde bir şehir gezginine ne zamanki rahmeti ve
inancı katık yapmış iç sesine.
Düşük bütçeli mi olmalı iç sesimizin
pazar kaygısı belki de dar alanlarda kısa paslaşmalarla adı tarihe geçen
bilinmezin sırrına vakıf hangi kelamsa hangi yalansa yine önden düğmeli bir hikâyeyi
açıp da masaya yatıran.
Bir beyitte sonlanmayı diliyorum bir
de mabedinde ölümün yeniden doğacağımın müjdesini veren hangi melekse yine
sırlarımla iştigal ve kanatlarına tutunmaktan haz ettiğim.
Yüreğimi ıslah eden şiirlerle bezeli
zamansız ya da mekânsız bir ölüm mü diliyorum ne? Şairin mevtası olsa olsa
müsvedde kâğıdıdır hani yüreğinde kirden de kinden de eser olmayan.
Sileceklerini asla çalıştırmadığım
mutluluğun.
Ne zamanki gök ağlasa ben yeniden
doğdum.
Öldüğümü biliyordum da yeniden
öleceğimi asla tahmin etmedim.
Doğum öncesi bir sancıyla kıvrandım.
Kıvrıldı beyitler, sustu şiirler zira ben körebe bir sancıydım.
Yalandan ırak ruhumla taşladım
şeytanı.
Sevdadan yana ziller taktım da
oynadım kuytularda.
Muhatabımdı Yaratıcı.
Melekler hepten de şahidim.
Acılarımı yonttum ve kocaman bir büst
yaptım cümlelerden.
Anılarımı unutmuştum ve güncelledim
bilinçaltımı.
Şaibeli frekansla tayin etti önce
yönümü.
Saptım sağdan ama hep sola çıktı
yolum.
Sağ ayağımla başladım güne ama hep
solumdaki acıyla sol ayağımla sektim taşlarda, taş yüreklerde.
Taş atanlara ekmek uzattım.
Ekmeği de düşürdüler yere.
Ben çapıldım. Ben acıdım. Acınacak hale
düştüm ve öptüm ekmeği üç bin kere.
Şahit tuttukları yalanlar ve yalan
beyanlar.
Yalanları zikretti gece.
Gündüzü mademki çuvala koymuştum:
imza attım gecenin sonuna ama sonlanmadı gece.
Geceden çıktım yola vardım bir
yarımadaya.
Başkentini ömrün bilemediler oysaki İstanbul’du
içimdeki saray ve yangın.
Yangın büyüdü de büyüdü. Ben de
büyüdüm.
Yandım.
Hamdım.
Hala da hamım ama bereketliydi kelam.
Zihnin açık yüreğim de çok kof.
Çocuk bildiler. Çocuk kalmıştım bazı
bazı.
Çocuk gördüler ve elime tutuşturdular
pamuk şekerini.
Pamuk kalpli kim ise okşadım usulca
saçlarını.
Uçuştu kelebekler ve kelebek ömürlü
sevdiklerim.
Çok yaşlıydı iblis.
Metruk idi yaşadığı köhne saray.
Saraylara haber uçurdular.
Saraydan değil de seyirden yanaydım.
Seyretmeye doyamadım Tanrı’yı oysaki
görünmezdi.
Doymadım dinlemeye oysaki sesi çıkmaz
bilirdim.
Öfkesine mahal verenler olmadı
muhatabım ne de olsa kulluğumun ve sevgimin bilincindeydim.
Sevdim hep sevdim.
Kadın erkek ayırt etmeden sevdim.
Diledim de sevilmeyi.
Ah, o nankör beyitler.
Dili tutulası şarkılar.
Acıyla beslenen kim ise bendendi,
demedim zira en çok bendim acıyan ama acıtmaktan kaçınan.
Acındıranlarla pay ettim merhametimi
ne de olsa görgü tanığıydım evrenin ve mademki merhametlilerin en merhametlisi
idi sığındığım, nemalandım merhametten.
Sevi dilinden pek bir muzdaripti
insanlar ve beylik acılara da pek bir rağbet ediyorlardı madem… lakin
gizlemedim ve gizlendim.
Gizlemediğim duygularımla taradım
evreni aslında soyut gerçeklerdi olmazsa olmazım artık nasıl bir ikilemse
maruzatım.
Kördüm.
Köreldim.
Çömeldim.
Hamdım.
Zamandım ve mekândım.
Amansızlığın raconu hangi kelamsa
meramdım.
Sustum ömür boyu.
Ben sustum Yaratan konuştu.
Ol, dedi. Oldum.
Yaz, dedi.
Başım gözüm üstüne ne de olsa emir
büyük yerdendi.