Güdümlü acılarla büyümek maharet mi
ne bir de tokuşan kafanız ve iskeleti gerçeklerin…
Yüreksiz kıyımlarda metazori bir ölüm
hele ki hırpani benlikten vazgeçemeyip hayallerinizi kurutmuşsanız bir defterin
yaprakları arasında.
İlgili olduğum mu ilginç bulduğum mu?
Belki de ilginç addedilen sıtma acılarım üşümeye değil de buz kadar katı olmama
mahal veren.
Gök gürlüyor bir yerlerde ama tepeme
inen tavanın altında benim mahsur kalan. Muzip bir hikâye derliyorum aklımın
kuytularında lakin henüz bilmiyorum; kimdir kahramanı, kimdir mağlup gelen ya
da kimdir ilk okuyacak olan.
Tanrı’nın ışığına vakıfım, zaman
tarlasında, ömrü kemiren fareler gibi gidip geliyorum yine patavatsız
kedigillerden de alıp nasibimi.
Bildiklerimden muafım bilinmezin
arazisinde at koşturan duygularımdan da alacaklı.
Zamansız ve mekânsız masallarla
büyüyen çocuklarım da olmadı hiç ve özenmedim de sadece birileri bana masal
okusun istedim derken herkes yeni masallar kazıdı dehlizlerinde içimin
beyitlerine de gönderme yapan ya da beylik bir gülücük kondurup terk ettiler.
Masal kahramanlarına da fazla özenmedim
sadece bir yazar olma hayali kurardım bir zamanlar: o da okuduğum romanda ne
anlama geldiğini çözemediğim o ‘’küçük kadınlar’’ ibaresi ve başlığı.
Kadın olmayı başaranlara gıpta etmiştim:
yaşım on var yoktu ve küçük kız çocuklarına nasıl kadın diye hitap edilir,
bilmecesinin gizeminde en az on kere okumuşumdur bu unutulmaz romanı.
Tadı damağımda değil yüreğimde
kalmıştı ve gizemli dört küçük kadın… iyi de nasıl oluyor da bu gencecik kızlar
kadın olarak anılıyordu?
Büyümeyi becerseydim belli ki bu
soruyu hala soruyor olmazdım.
Deryalar aşmaktı aslında kadın olmak
üstelik yaşsız ama yassız değil.
Aşkta kıyama durmaktı kadın olmak
belki de hiç görmediği ve tanımadığı bir yabancıya aşk duymak tıpkı İlahi Aşkın
sihrine erişmeden o küçücük boyu ve aklıyla diz çözmekti kadının olmayan adı
ile kadın olduğuna delalet bir sunum.
Kim çözebilmişti ki insan ruhunun
enginliklerini sadece psikoloji değil felsefi boyutta da gizemdi kadın ve aşk.
Bir kitabı asla iki kez okumadım
hayatım boyunca sadece tek istisna yine o dört küçük kadının hikâyesi.
Çok genç bir kız ve kendinden hayli
büyük bir adamın etki alanına giren oysaki başucunda onu seven genç bir adamdan
da uzak duruyordu sözüm ona ta ki ablası ile yeni bir hayata kucak açana değin.
Kadındı istismara uğrayan ve kadındı
yaftalanan ve kadındı tuzaklara kurban giden…daha kaçtı yaşım da bunları
düşünecektim üstelik o yıllarda pek rast gelmezdik böylesi vahşete hele ki
günümüzü mercek altına yatırdık mı…
Hizaya gelen düşünceler ve aşkın
nüansı.
Genç bir yazar adayı: Jo’ya nasıl da
özenmiştim oysaki elim henüz kalem tutmaya başlamamıştı bile: belki üç beş şiir
denemesi ve ilk aşkım…
Aşkın ne anlama geldiği bir
tefekkürdü belki de lakin o kadar izafi bir dokunuştu ki hem ben kim oluyordum
da aşk’ı yatıracaktım masaya?
Ama âşık olmuştum bir kez.
Hem de ilk oyun arkadaşıma.
Gidip gelip öperdim onu.
Ne zamanki dışarı çıksam annemle illa
ki üç beş dal sarmaşık koparırdım bahçelerden ve mis gibi kokan hanımelileri
lakin ne zamanki gelsem eve uyumuş olurdu.
Zaten açıklamasını yapmıştı annem
aşkın: öyle ya, birbirlerini sevmesi idi aşk insanların. Sadece iki insan ve
sonra büyüyecekti o aşk masalı… üç… dört…
Nasıl çoğalırdı insan ki sorum bu
değildi bile. Bana öğretilen o enginlikte yüzen insanların birbirine yüz
sürmesi idi.
Küçük Kadınlar… hala takılıydı aklım.
Ne yani, neden küçük kızlar değil de illa ki kadın?
Kadın olmak bir öğretiydi sanırım
yoksa bir kabulleniş mi?
Kadınlardan öte yol yok muydu da
yazar sadece bu dört genç kıza odaklanmıştı üstelik sevginin kutsallığı
seriliydi romanda, aşka ne hacet yine de yaşım büyüdükçe o kitabı defalarca
okuyup kendimce bir çözümleme yapıyordum hayata ve aşka dair.
Bir insan kendinden çok büyük birine âşık
olma hakkına sahip miydi peki? Bunu kime sorabilirdim ki? Zaten okuldaki
arkadaşlarımla kitap incelemesi yapacak olgunluğa erişmemiş miydik ne?
Sadece kavga ettiğim yaramaz erkek
çocukları ve sıramın üstüne yaydığım renk renk kalemler ve elbette defterlerim…
Demek ki; içimde küçük bir kadın
mevcuttu ya da yok muydu da ben hala kadın kimliğini kızlara yakıştıramıyordum?
Detaylarda takılıydı aklım ve elbette
ilk aşkım ve her nasılsa ilk aşkımı sahiplendiğimde henüz Küçük Kadınları
okumamıştım.
Okula henüz gitmediğim için tüm
zamanımı oyun alıyordu ve yarattığım hayali kahramanlarım ve her nasılsa ben
kendi masalımda yüzlerce çocuğu olan bir anneydim. Perdelerin arkasına gizlenen
sayısız çocuk sadece benim çocuğumdu ve henüz okuma yazma bilmiyordum ama annelik
içgüdüsü müdür yoksa benim beş karış havada aklımla uydurduğum bu hayali kimlik
bir oturtma mıydı küçük kız çocuğu kimliğime?
Zaman yaralıyor insanı.
Yaralar büyütüyor insanı.
Aslında yaralar büyüyor.
Ve küçük kız çocukları bazen büyümeyi
reddediyor.
Hele ki insan yaşını başını da aldı mı…
Ama bir kere büyümeyi reddettiniz madem. İyi de nereye kadar?
Bir romandan çıkan tasarım aslında
teması olmayan bir şiir aslında satırlara düşüp de yolum, tüm kirli
çamaşırlarımı sergilediğim…
Bazen kendimi suçlu hissediyorum
aslında genelde kendimi suçlu hissediyorum.
Küçük bir kadın bile olmayı
becerememişken insan.
Soytarı bir hikâyede başkahraman olmak
bile düşmez iken haddime.
İlk aşkım öldüğünde ben on
yaşındaydım.
O güzel gözlü kadın ise öldüğünde
neredeyse doksana merdiven dayamıştı.
Sevgi…
Aşk…
Duygular nasıl da boyutsuz ve sevecek
insan arayıp da en yakınınızdakileri en yükseğe yerleştirdiğiniz.
İlk aşkımdı o minik dev kadın.
İlk torununa âşık olacak derecede
bağlı sevgili babaannem.
O gerçek bir Türk kadınıydı. Gerçek
bir kahramandı.
Asker eşini vatan topraklarına emanet
etmiş akabinde genç yaşta iki çocuğunu da toprağa verip hayatını sadece tek bir
insana adamış ki babaannem de göz nuru oğluna âşıktı akabinde gelini olan
anneme ve bendim onun son aşkı.
Kadınlık mertebesine ulaşan nice
kadın.
Alnının teriyle evini geçindiren,
çocuklarını yetiştiren yeri geldi mi her türlü vazifeyi sırtlanıp gıkı bile
çıkmayan.
Küçük bir kadın olmayı becerememiştim
lakin hayali kahramanlarımın annesi olmayı becermiştim üstelik bacak kadar
boyumla.
Aşkın kutsallığı. Doğanın sunumu.
Kadın ya da kız çocuğu sadece
varlığımızın tecellisi annelik.
Hayatın hangi durağı olursa olsun…
Aslında marifet öncelikle kocaman bir
yüreğe sahip olmakta ve dedim ya; yaşınız kaç olursa olsun.