SAMİ BİBEROĞULLARI WİLLİAMS VE ÖLÜ SAZANLAR DERNEĞİ - 1. BÖLÜM -
Sanırım bütün arkadaşlar tanırlar Robin Williams’ı…Ben özellikle Good Morning Wietnam, Patch Adams ve Ölü Ozanlar Derneği filmlerini unutamam onu. Tabii ki daha çok vardır. Yalnız onun siyah beyaz televizyon dönemlerimizden kalma Mork ve Mindi dizisini sanırım pek az arkadaşım hatırlayacaktır ( Herkes ben gibi ihtiyar mı? Nereden hatırlayacaklar ki )
Mork uzaylıdır. Mindi Dünyalı bir kız ve komik maceralar tabii ki. Mesela kızın uzattığı çiçeği yemesi gibi…Ne bilsin elin uzaylısı çiçeğin yenecek bir şey olmadığını.
Şimdi Fethiyeliler itiraz ederler ‘’ Hocam çiçek yenir ‘’ diye. Yahu sizin ''çiçek'' dediğiniz karnabahardan bahsetmiyorum. Bildiğin çiçek… Mesela karanfil.
Efendim, Fethiye'de karnabahara '' Çiçek'' denir de...Gerçi karanfile de Urfalılar ''kınıfır ''diyorlar...Of yaaa Fethiyeliler de fesleğene feslikan diyorlar. hatta o yakınlarda Feslikan Yaylası bile var. Lan nerden girdim ben bu konuya şimdi? Konu Robin Willams'dı.
Neyse… Robin Williams’ın beni en etkileyen filmi Ölü Ozanlar Derneği olmuştu. Çünkü o filmde oldukça idealist bir öğretmeni canlandırıyordu. Filmi seyredince sabaha kadar uyuyamadım. Sebep? Bir an önce sabah olsun, okuluma gideyim ve o idealist öğretmenin yaptıklarının aynısını ben de yapayım arzusu ile yanıp tutuşuyordum adeta.
Heyecan içinde sabahı zor ettim ve sabahleyin kahvaltı bile etmeden fırlayıp okula gittim ( Yani efendim 1996-2004 Yılları arasında görev yaptığım Afyon/ Sandıklı Anadolu İmam-Hatip Lisesine )
Daha kapıdan içeri girer girmez tabii ki ‘’Günaydın Hocam’’ faslı başladı öğrencilerden. Ama pas vermiyorum hiç birisine. ‘’ Hocam’’ diyorlar dönüp bakmıyorum bile. Bundan sonra artık ‘’ Hocam’’ diye bir kavram olmayacaktı. Benim Robin Williams’tan ne eksiğim vardı ki? O Robin Williams ise ben de bundan sonra artık Sami Biberoğulları Williams idim. O madem ki kendisine albay olmadığı halde ‘’Albayım’’ dedirtmişti o halde ben dört çocuk babası biri olarak niçin ‘’ Baba’’ dedirtmeyeydim ki?
İstiklal Marşını söyleyecektik ama henüz toplan zili çalmamıştı. Ben bağırarak öğrencilere toplanmalarını söyledim. Herkes sıraya girdikten sonra , henüz diğer öğretmenler ve idareciler gelmeden ilk talimatı verdim:
‘’ Bundan sonra bana baba diyeceksiniz. Hocam öldü. Unutun hocamı’’
Çocuklar saf saf bakıyorlar suratıma. Bağırdım:
‘’Hocam öldü…Bundan sonra bana baba diyeceksiniz’’
Yine bakıyorlar mel mel
‘’ Anlaşıldı mı beyler? ?Anlaşıldı mı bayanlar?’’ diye gürleyince toplu halde cevap verdiler:
‘’ Anlaşıldı Baba’’
Filmdeki en etkilendiğim sahnelerden birini halletmiştim. Artık bundan sonra öğrenciler bana baba diyeceklerdi.Zaten öğretmenlere lakap takmaya bayılıyorlardı. Buna da bayılmışlardı aslında.
Şimdi diyeceksiniz ki madem Robin Williams kendisine ‘’ Albayım’’ dedirtmiş sen niye ‘’ Albayım ‘’ dedirtmedin?
Ah ahhh sormayın. Okulda ben yaşta bir matematik öğretmeni vardı. Ahmet Bey… Çocuklar ona Paşa diyorlardı. ( Sandıklı İHL Öğrencileri çok iyi bilir Ispartalı Paşa Ahmet’i. Pek çakmazdı ama çakınca da bir paşa gibi çakardı silleyi.) E şimdi okulda bir paşa varken ‘’Albayım’’ olmazdı herhalde değil mi? O yüzden baba daha uygun geldi bana. Canım hem bir öğretmen aynı zamanda öğrencilerinin babası değil midir? ‘’Albayım’’ dan daha anlamlı değil mi baba?
İstiklal Marşını okuttum ( Tüm görev yaptığım okullarda yirmi sekiz sene boyunca her Pazartesi sabahı ve her Cuma son dersten sonra hep ben okutmuşumdur . En büyük gururum da budur ) Sınıfa girdim. Tüm öğrenciler ayağa kalktı tabii ki
-Günaydın çocuklar
- Günaydınnnnn
-Olmadı. Günaydın ne?
Köftehorlar çaktılar anında köfteyi.
-Günaydın çocuklar
-Günaydın baba
-Çok güzeeelllll….
Bir de İmam-Hatip usulü selam verelim bakalım...
-Selamün aleyküm çocuklar…
-Aleyküm selam baba…
Helal benim yavrularıma. Mesajı anında almışlar.
Huzur ve huşu içinde derse başlayabilirdim artık ve de filmdeki en etkilendiğim ikinci sahnedeydi sıra. Ancak bir mesele daha vardı halledilecek. Bu mekana artık sınıf diyemezdik. Gerçi filmde dernek tamamen okulun dışında bir mağaraydı ama biz nereden bulacaktık şimdi ilçenin göbeğindeki bir okulda mağarayı? Gerçi okulun çok yakınlarında olup bizim çocukların bahar aylarında çağla arakladığı ( Evet imam adayları resmen hırsızlık yapar, hatta -Allah affetsin- bizi de bu suça iştirak ettirirlerdi ‘’Hocam buyurun…Kütür kütür çağla’’ diyerek ) o tepelerde bir kaç mağara varmış ama bu sakat ayakla o tepelerde ne işim var değil mi ama? Bundan böyle artık sınıflar dernek olacaktı.
Tüm sevimliliğimi takınarak tane tane konuşmaya devam ettim.
-Çocuklar bundan böyle artık sınıfsızız.
Zavallılar bir anda şok oldular. '' Hababam Sınıfı Tatilde filmindeki gibi artık dersleri ormanda işleyeceğimizi sandılar da az daha yüreklerine iniyordu.
- Hocam ! Dersleri Akdağ'da ormanda mı işleyeceğiz?
Açıkladım:
- Çocuklar ! Bundan sonra artık bir sınıfınız yok.Sınıfsız bir topluma ilk adımımızı atıyoruz. Bundan sonra hiç kimse size ''gariban dokuzuncu sınıf'' diyemeyecek. Kaldırıyoruz bu sınıf farkını.
Resmen devrim yapıyordum ki Castro yanımda halt etmiş. Küba’da devrim yapmak kolaydı. Sıkıysa gelsin de Sandıklı İmam-Hatip ve Anadolu İmam-Hatip Lisesinde yapsındı o devrimi.
Sordu biri?
-Hocam…Pardon Baba ! Dokuzuncu sınıf olmayacağımıza göre ne olacağız?
Güzel soruydu aslında ama buna hazırlıklı değildim. Zira filmde öğrenciler ile öğretmen arasında böyle bir muhabbet olmamıştı. Çocukların suratlarına baktım. Hiç birisi ozana benzemiyordu. O halde ‘’ Ölü Ozanlar Derneği olamazdı’’ Bir daha baktım çocuklara ve buldum: ‘’ Ölü Sazanlar Derneği’’ Sevinçle haykırdım:
-Bundan sonra sınıfımız değil artık bir derneğimiz var. O derneğin adı da ‘’Ölü Sazanlar Derneği.’’
Derneğin adını bulmuştuk. Tüzüğünü hazırlamak da kolaydı ama tabii ki -Can Yücel’in de dediği gibi ‘’ Mesele aslında tüzük değil, büzük meselesiydi’’ O tüzüğü nasıl hayata geçirirdik , işte orası oldukça zordu. Gerçi azmin elinden hiç bir şey kurtulmazdı ama Azmi’nin elinden de bir şey kurtulmuyordu Sandıklı İ.H.L de... ( Azmi, Okulun Müdür baş yardımcısıydı o zamanlar. Az sonra daha yakından tanıyacaksınız.)
Artık bu kokuşmuş, bu köhne müfredata son vererek, zavallı çocuklarımı bir sürü işe yaramaz bilgi yığınından kurtarmaya gelmişti sıra. Derhal emrettim:
-Açın bakayım kitaplarınızı
Herkes kitaplarını açtı
-Şimdi sayfa on sekizden sayfa kırka kadar olan tüm sayfaları yırtın.
Çocuklar şokta. Nereden bilsinler Robin Williamsın ‘’ Ölü Ozanlar Derneği ‘’ Filminde böyle bir sahne olduğunu ve benim bu sahneden çok etkilendiğimi.?
Öğrencilerin çoğu yatılı zaten.Onların film seyretmesi ancak hafta sonlarında. Yatılı olmayanlar da yabancı film seyretmez pek…
Eşşek sıpaları ‘’ Temel İç Güdü’’yü seyreder de böyle filmleri seyretmezler. ( Bunun hikayesini ayrıca yazdığım için o konuya girmiyorum artık. Yalnız o gün ağızlarının suyu akarak o filmi seyredenlerin şimdi imamlık yaptığını görmek hep gülümsememe sebep olur…Gençlik işte. Bunun imam Hatiplisi, düz liselisi olmuyor. Genç gençtir )
Önce şaşırdılar tabii ki. Mecburen on sekiz numaralı bakışımı fırlattım. Bu, ‘’ İsterseniz sözlüye kaldırayım ha?’’ Bakışıydı . Çok zeki çocuklardı benim kuzucuklarım. Anında alırlardı mesajı. Kitap sayfaları yırtılmaya başlandı ( Gerçekten de -sayfa numaralarını unutmuş olsam da o sayfalardaki bilgiler hiçbir işe yarayacak şeyler değildi. )
-Aferiiinnnn..Şimdi de yetmiş beş ile yüz ikinci sayfalar arasını yırtıyoruz.
Kitaplar resmen Nasrettin Hoca’nın kuşuna döndü ama bu arada ben emretmediğim halde sınıfta bir kağıttan uçak savaşı başladı. Sınıf resmen kontrolden çıkmak üzere. Oysa filmde böyle bir şey yoktu.( Hatırlamıyordum doğrusu) Elin gavurlarının evlatları uslu uslu yırtmışlar ve yerlerinde uslu uslu oturmuşlardı. Bizim Müslüman evlatları ise kağıttan uçak savaşı yapıyordu. Diğer taraftan ders neredeyse bitecekti oysa daha üçüncü sahne vardı.
Robin Williams’a ayıp olacaktı ama artık dizginleri ele almam gerektiği için bağırdım
-Hooooppp. Ne oluyor yahu? Burası dernek mi dingonun ahırı mı? Hemen oturun yerlerinize yoksa topluca disiplin kuruluna veririm hepinizi?
Disiplin kurulu deyince hepsini buz kesti adeta. Çünkü okulun Müdür Başyardımcısı Azmi Bey kurul başkanıydı ve bizim disiplin kurulu 2. Şubeye rahmet okuturdu o yıllarda. Sağ girip de hasarsız çıkmak mümkün değildi. Öyle kınamaymış, mahrumiyetmiş, uzaklaştırmaymış gibi cezalar çok nadir verilirdi, genel olarak…
Sandıklılı Azmi, Ispartalı( Uluborlulu ) Cemil ve Muğlalı( Milaslı ) Hasan Ali Bey üçlüsü tarafından toz silkeleme cezası uygulanırdı.Hele de Hasan Ali… ‘’Seni Hasan Ali Bey’e şikayet edeceğim’’ Dediğim bir öğrencinin ‘’Hocam kulun, köpeğin olayım. Sen istersen kes beni ama ne olur onun ellerine teslim etme’’ diye yalvardığını çok iyi hatırlarım.
Böyle yazınca şimdi okuyanlar bizim okulu Auschwitz toplama kampı sanacaklar ama tabii ki uzaktan yakından alakası yoktu. Yani en azından o kadar da değildi.
Bir tek can yoldaşım Sandıklılı İbrahim Bey dokkandırmazdı öğrencilere o sadece ‘’ ne ayıp, hiç yakışıyor mu size?’’ der salardı karşısına gelen öğrencileri. Okul Müdürü Amasyalı ( Gümüşhacıköy) Cevdet Bey, en kızdığı zaman bile en fazla ‘’ Vay hain vay’’ derdi. O da kıyamazdı öğrenci kısmına. İlle velakin Çakırcalı Mehmet Efe gibiydi uygulaması.
Çakırcalı Mehmet Efe her hangi birini cezalandırılacağında yoldaşlarından ve çetenin ikinci adamı olan Hacı’ya ‘’ Ben namazımı kılıncaya kadar sen de vatandaşla yakından ilgilen ‘’ dermiş lakin üç rekatlık akşam namazının farzını otuz- kırk rekat olarak kılarmış ya işte o hesaptı Cevdet Müdür… Kendisi asla dokkanmaz ama dokkandırana da ‘’ Neden dokkandırıyorsun çocuklara ?‘’ Ya da '' Arkadaşlar ! Dozu az indirin'' demezdi.
Neyse…Disiplini ele aldıktan ve tüm öğrenciler yerlerine oturduktan sonra artık üçüncü etkilendiğim sahneye geçebilirdim:
ÜÇÜNCÜ VE DİĞER SAHNELER DE GELECEK BÖLÜME İNŞALLAH