MERT DEĞİL DERT
Cuma namazını eda ettikten sonra Kadıköy’de artık işim bitmiş sayılırdı. Bir kilo da balığımı aldıktan sonra eve dönüş yoluna koyulabilirdim.
Balıkçılar çarşısına girdim. Tablalarda balıklar her zamanki gibi dizi dizi dizilmiş ‘’Benden âla balık var mı?’’ türküsünü söyleyerek alıcı bekliyorlar. Balıkçı ise bu türkülere bed sesiyle vokal yapıyor ‘’ Simon ( Somon ) var, Gevreğe(Levrek ) gel, Yalayutum (Palamut ) çok taze, Abi vereyim mi bir kilo Bekir?(Tekir ), Haydi Kılıç var, kalkan var’’ Mübarek adam sanki balıkçı değil Osmanlı Cebeci Leşkeri. ( Yani silahları yapan, onaran ve savaş meydanına taşıyan asker ) Tabii ki o saydıkları bize göre değil. Ana tarafından Sürmene’li olan biri ne alır? Sormaya bile gerek yok. Balıkların padişahı hamsi değil mi? Ben de hamsi aldım.
Balığımı aldım tam yola revan olacağım. Baktım biri geldi oraya ‘’Kilisenin orada incir dağıtıyorlar’’ dedi. İncir mi? Bayılırım. Yaşını da kurusunu da çok severim. Bu mübarek günde Mü’min bir kardeşim hayır işlemeye kalkmış demek ki? Gideyim de ben de sevabına nail olayım diyerekten kiliseye doğru yöneldim. Baktım ortada ne hayırsever bir vatandaş ne de incir filan var. Ah benim şu sağır kulaklar yine yanlış anlamışım. Herifin biri İncil dağıtıyordu kilisenin önünde.
Neyse efendim Cuma’dan çık eline İncil al olmazdı elbette. Hem evde bir tane vardı o bakımdan beleş incile rağbet etmeden dönüş yoluna koyuldum. Minibüs duraklarına kadar gelip bizim semtin minibüsüne bindim ve yola koyulduk.
Yaşlılık işte gözlerim süzüm süzüm süzülmeye başladı. Kafamı cama dayayıp çaydanlığı kaynatmaya başlamışım. Beş, bilemedin on dakika sonra canhıraş bir feryatla uyandım ‘’ Aman Allah’ım ne oluyor? Kaza filan mı yaptık ‘’ diye bir sıçradım ki sormayın. Sıçramamla birlikte de bir çift eşek sıpası gözün üzerime dikilmiş olduğunu gördüm. Annesinin kucağında sapsarı saçlı, masmavi gözlü, bir buçuk- iki yaşlarında bir velet… ‘’Ulan yok mu bir Allah’ın kulu kadıncağıza yer verecek ?‘’ diye etrafıma bir baktım ki bizim minibüs, minibüs değil sanki Darülacezenin servis otobüsü. Düşünün ki arabada oturarak yolculuk yapanlardan en genci benim. Zavallı genç anneye seslendim.
-Hanımefendi eğer ayağım sakat olmasa size yer verirdim ama isterseniz çocuğu bana verin.
-Çok teşekkür ederim beyefendi ama durmaz.
Çocuğa baktım. Gerçekten de öyle yabancı birinin kucağında oturacak bir tip değil. Zavallı kadıncağıza yer verebilecek kimse de yok. Çaresiz ayağa kalktım ve kadıncağızın tüm ‘’Olmaz, siz de rahatsızmışsınız ‘’ demelerine aldırmadan onu yerime oturttum. Namussuz veletin artık susacağını ve annesinin saçlarını yolmaktan vaz geçeceğini sanıyordum. Ne gezer. Daha da azgınlaştı. Tepiniyor, koltukta dönüp duruyor. Zırlayıp duruyor. Belli ki bir sıkıntısı var. Bunca çocuk yetiştirdim. Biliyorum ki çocuk kısmı bir sıkıntısı olmazsa mümkünü yok zırıltı yapmaz.
-Hanımefendi ne kadar güzel bir çocuk böyle. Allah bağışlasın. Adı nedir?
-Çok teşekkür ederim. Adı Mert amcası.
-Ne güzel ne güzel. Adı gibi mert olur inşallah.
Dedim ve elim uzattım. Güya çocuğun başını okşayacağım. İşaret parmağımı Mert’in dişlerinden zorlukla söktüğüm anda anladım ki bu Mert değil düpedüz namertti. İnsan kendisini seven birine böyle mi yapar di mi?
Her neyse efendim. İki dakika sonra Mert’in niçin zırladığını anladım. Çocuk tamamen yanlış bilgilerle donatılıyor. Yani eğitim sorunu.
Anne çocuğu sakinleştirmek için masal anlatmaya başladı.
-Bir varmış iki yokmuş. Develer tüccar, pireler fabrikatör iken, ben annemin yataş yatağında mışıl mışıl uyurken Ali adında bir Baba ile onun yüz kırk tane de fedaisi varmış…
Bir çocuğu bu kadar yanlış bilgilerle donatırsanız olacağı bu. Mert ağlamasın da kim ağlasın. Dayanamadım artık.
-Hanımefendi. Çocuğu yanlış bilgilerle donatıyorsunuz. Huzursuzluğu bundan. Bakın ben öğretmenim. Eğitim psikolojisini çok iyi bilirim. Öncelikle çocuğa bakışlarınız çok önemli. Ona müşfik ve sevecen nazarlarla bakacaksınız. Asla yalan ve yanlış bilgi vermeyeceksiniz. İşte o zaman bu çocuk mükemmel bir insan olacaktır ileriki hayatında. Şimdi bana iyi bakın. Ne demiştik? Önce bakışlar.
Sekiz numaralı bakışımla baktım Mert’e... Mert’in bütün kanı çekilir gibi oldu. Çünkü bu bakış Frankeştayn bakışıydı. Dokuz numara ağır gelir diye bunu kullanmıştım. Dokuz numarada ‘’Testere filmindeki sapığın’’ bakışları vardı. On Numarada ise Hannibal’in. ( Onu benim öğrenciler için kullanıyordum )
-Bakın işte böyle müşfik ve sevecen bakacaksınız. Hanımefendiiii…Hanımefendiiiii…
Allah Allah genç anne de eks oldu. Mert öylece donmuş nazarlarla bana bakıyor. Baktım alt çenesi titremeye başladı. Yani ağlayacak. Hemen hikaye faslına geçtim.
-Bak Mert’ciğim. Öyle evvel zaman, kalbur saman içinde değil. Fatih Sultan Mehmet zamanında Eflak Voyvodası Vlad adında biri varmış. Bu Vlad denilen herif insanları kazığa oturttuğu için ''Kazıklı Voyvoda'' diye anılırmış. Fatih’in elçilerinin sarıklarını kafalarına çiviletmiş. İnsanların kafalarını kestirir, kafataslarının içine de yine kan doldurarak içermiş. Bu adama ‘’Şeytan ‘’ anlamına gelen ‘’Drakül ‘’ denirmiş. İşte bu Vlad’dan sonra gelen tüm vampirlere bundan böyle ‘’Drakula ‘’ denmiş.
Mert’e bir baktım o titreyen çene de hareketsiz kaldı. Ama işin ilginç tarafı Mert’in annesi ve minibüsteki diğer yolcular da adeta heykel olmuşlardı. Minibüs şoförü olacak cahil ise bu güzelim hikayeden nasibini alamamıştı çünkü müzik dinliyordu.
İki dakika sonra genç anne çözüldü ve feryat figan bağırdı.
-Şoför Bey beni çok acil hemen burada indirir misiniz?
Hemen seslendim.
-Ama hanımefendi daha Soyak-Yenişehir’e gelmedik. Orada inmeyecek miydiniz? Hem çocuğa daha Bizans İmparatoru Konstantin Porfiregenetus’u anlatacaktım ( Yani burnu kesilen Konstantin)
Kadıncağız minibüsten iner inmez kucağında Mert ile öyle bir koşuya başladı ki bizim Elvan Abelegese bile ona yetişemez.
Her neyse efendim. Yolculuğun bundan sonraki bölümü Mert’siz ve dertsiz geçti tabii ki. Gözünü seveyim doğru eğitimin. Şefkat, sevgi ve doğru eğitimle aşılamayacak hiç bir sorun yoktur.
Yukarıdaki resimde Mert’i görmektesiniz. Benim mükemmel eğitimim sonunda bakın nasıl adam olmuş değil mi?
(
Mert Değil Dert başlıklı yazı
Sami Biber tarafından
25.11.2018 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.