İNSANLAR BİLMEDİKLERİ ŞEYLERE DÜŞMANDIRLAR- AŞKIN ŞEHİDİ HALLAC-I MANSUR
İNSANLAR BİLMEDİKLERİ ŞEYLERE DÜŞMANDIRLAR
Hz. Ali- Nehc'ül Belağa
*****************************************
''Osmanlı Devletinin kurucusu kimdir?'' Sorusuna cevap veremeyen, soruyu soranın ''Pek çok devlet, kurucusunun adıyla anılır''Diye ip ucu verdiği halde hâlâ bön bön bakan insanların olduğu bir ülkede ''Hallac-ı Mansur'u herkes bilir'' diyerek yazıma başlamaktan korkmama rağmen mecburen öyle başlayacağım.
Hallac-ı Mansur'u herkes bilir. En azından onun '' Enel Hak '' dediği için feci şekilde öldürülen biri olduğunu bilmeyen, duymayan yoktur diye düşünüyorum.
İşin aslına bakacak olursanız Hallac-ı Mansur ''Enel Hak '' yani '' Ben Hakkım '' dediği için öldürülmemiştir.
Peki niçin öldürülmüştür? İşte onu, sonrasında da nasıl öldürüldüğünü anlatmaya çalışacağım.
Yazıyı uzatmamak için Hallac-ı Mansur'un biyografisi üzerinde durmayacağım.
Önce Sehl-i Tüsterî, ardından Amr el Mekkî ve nihayet Cüneyd-i Bağdadî'nin rahle-i tedrisinde yetişen Hallac-ı Mansur ( Tam adıyla : Ebu'l-Muğis Hüseyn b. Mansur el.Hallac el Beyzavi.) daha sonra onlardan ayrılır ve kendi ekolünü kurarak görüşlerini, fikir ve düşüncelerini vaazlar yoluyla anlatmaya başlar. Ancak o diğer sufilerden farklıdır. Her şeyden önce onlar gibi giyinmez. Sık sık inzivaya çekilir ama aynı zamanda ta Hindistan'a kadar gidip Hindu kast sınıflarından pek çok kişiyi Müslüman yapar.
Bazı yerlerde el üstünde tutulsa da bazı yerlerden kovulduğu olmuştur, mesela Kum şehrinden kovulmuştur.
Üç kez hacca gitti. Hicri 294-296 Yılları arasında son haccını yaptığı Mekke'de, Müslümanları kendini öldürmek üzere davet etti. Hakka vuslat yolunda kendini ölü sayarak, sürekli olarak kurban edilmesini istedi. Bu fırtınalı iç dünyası kendisine hem dost, hem de düşman kazandırdı.
Hallacı Mansur'un diğer bir özelliği de, insanlar arasında hiç bir fark görmemesi, herkesin eşit olması gerektiğini savunmasıdır. Ona göre tüm insanlar eşittir ve evrende var olan da herkese eşit olarak dağıtılmalıdır.
İşte bu özelliği de devletin yönetim kademelerinin hoşuna gitmez. Velhasılıkelam mimlenmiştir. Hele bir de '' Enel Hak '' deyişi yok mu? Öldürülmesi için yetip de artacaktır.
Evet, Hallac-ı Mansur öldürülmelidir ama seveni çok bir insandır. O halde geçerli bir sebep bulmak gerekir.
908 Yılında Hanbeli Ayaklanması çıkıp da Hallac-ı Mansur bu ayaklanmanın kışkırtıcısı olmakla suçlanınca çaresiz Sus şehrine hicret edip saklansa da 913 yılında bir cadoloz kadının ihbarıyla yakalanır ve hapse atılır.
İşte bu hapse atılma olayından sonra yaklaşık dokuz sene sürekli sorguya çekilir.
Ona yöneltilen suçlamaların başında tabii ki hepimizin bildiği '' Enel Hak '' ifadesi vardır. Hallac'ın '' ''Allahlık ve Peygamberlik iddiasından Allah'a sığınırım. Ben, Allah'a çokça ibadet eden, oruç tutan, onu her an anan birisiyim. Hepsi bu.'' demesinin hiç bir kıymeti harbiyesi yoktur onu suçlayanlar nazarında. Hatta onun sidiğini insanlara şifa niyetine içirdiğine varıncaya kadar bir sürü şeyle suçlarlar da suçlarlar.
Hallac-ı Mansur, hakkındaki suçlamaları elbette kabul etmedi ve her suçlamaya akıl dolu cevaplar verdi lakin onun öldürülmesi gerekiyordu. O bakımdan da verdiği akıl-mantık dolu cevapların hiç bir hükmü yoktu.
Hallac-ı Mansur ''Gönül Kabe'sinin yıkılması '' Diye bir şeyden de bahsediyordu. Aynı yıllarda devlete isyan etmiş olan Karmatiler de direkt olarak Kabe'nin yıkılması gerektiğini söylemekteydiler.Bazı tarihçilere göre Hallac-ı Mansur henüz hayattayken bu düşüncelerini gerçekleştirmek için teşebbüste bulunmuşlardı ( Bazı tarihçiler ise bu teşebbüsün Hallac-ı Mansur katledildikten sonra olduğunu söylerler )
''Gönül Kabe'sinin yıkılması'' nı direkt Kabe'nin yıkılması olarak yorumladılar ve Hallac-ı Mansur'u Karmati ayaklanmasının elebaşısı olmakla da suçlamışlardı. Zaten onu öldürmek istemelerinin sebebi de buydu: Bir kurban gerekiyordu. Bu öyle bir kurban olmalıydı ki devlete asi olan veya olmayı düşünen herkesin korkudan dudağı uçuklasın. '' Onu bile öldürdülerse bize hiç acımazlar ''Diye isyanlarından vaz geçsinler. Lakin işin içinde dini sokmadan da olmazdı.
Yine de Hallac-ı Mansur'un sonunu getiren ne ''Enel Hak '' demesi, ne de '' Gönül Kabesini Yıkma'' gibi bir söylemi değildi. Çok daha farklı bir şeydi:
Ne olduğunu mahkemenin zabıt katibinin oğlu İbn-i Zenci'den dinleyelim:
"Her gün Hallac'ın müritlerinin evinde bulunan defter parçaları vezir Hâmid'e getiriliyordu. Defterler onun önüne konuluyor, o da okuması için babama veriyordu. Hep böyle yapılıyordu. Bir gün babam kadılardan Ebu Ömer ve İbn el-Uşrami'nin huzurunda Hallac'ın risalelerinden birini okudu. Orada Hallac şöyle diyordu: Şer'i haccı yapmak isteyen bir kimse, buna imkan bulamıyorsa evinde kapalı bir oda bulur. Her tarafı temizler ve hiç kimse girmez. Orada Beyt-i Haram'da yapar gibi tavaf yapar. Mekke'de yapılan dua ve ibadetleri de yapar. Mesela otuz öksüz toplar, onları giydirir. Onlar yemeği yiyip ellerini yıkayınca, onlara birer gömlek ve yedi dirhem verir. İşte bu, ona hac sevabı kazandırır.
Babam bunu okuyup bitirince Kadı Ebu Ömer, Hallac'a bunu nereden aldığını sordu. O da Hasan Basri'nin, Kitabü'l-Ihlas'ından aldığını söyledi. Bunun 'üzerine Kadı, yalan söylüyorsun, senin kanın akıtılmalıdır' dedi. İşte tam o sırada Vezir Hâmid, ''Şu söylediklerini yaz'' diye araya girdi.( Yani ''Senin kanın akıtılmalıdır'' sözünü mahkeme kararı olarak yaz '' diyor.) Halbuki Kadı daha cümlesinin bitirmemişti. Vezir Hamid, Kadı'ya tekrar söylediklerini yazmasını istedi. Kadı mevzuyu değiştirerek kendini savunmaya başladı. Hamid mürekkebi ona uzatıyor ve bir kağıda yazmasını söylüyordu. Kadı kabulden çekindi. Fakat Vezir Hamid onu, başını uçurmakla tehdit ederek imzalamasını söyledi. O da fetvayı imzaladı; "Kanını akıtmak helaldir."Ve mahkemenin diğer üyeleri de imzaladılar.
Fetva okunduğu zaman Hallac haykırdı: , ''Canıma, kanıma dokunmanız haramdır. Dinin mubah saydığı yorumlarımı başka başka anlamlara sokup asıl anlamlarından saptırarak benim aleyhime kullanmanız helal değildir. Ben; dini İslam, tavrı sünnet olan bir insanım. Bunu gösteren kitaplarım çarşı-pazarda herkesin elindedir. Allah'tan korkun da benim hayatıma kastetmeyin.'Bedenim korunmuştur, günahsız kanım akıtılamaz. Benim imanım İslam'dır. Mezhebim sünnet ve sahabeyi taltiftir. Benim sünneti inceleyen pek çok kitabım vardır. Kitapçılarda satılıyor. Allah benim kanımı korusun'. Bunları tekrar ederken hakkındaki karar kaleme alınıyordu. Dava bitti ve Hallac hücresine kondu"
Halife Muktedir'in de bu fetvayı onaylaması üzerine Hallac-ı Mansur 22 Mart 922 de Bağdat'da - yaklaşık dokuz sene yattığı- hücresinden çıkarıldı.
Önce Bağdat sokaklarında teşhir edildi. Teşhir edilirken tellallar '' Bir Karmati Papazı görmek isteyenler gelsin '' diye bağırıyordu.
Nihayet idam edileceği alana getirdiler onu.
Asılmak üzere idam sehpasına getirilen Hallac, kalabalık arasında bulunan dostu Şibli'den seccadesini sermesini rica etti.
Şibli seccadeyi serince Hallac iki rekat namaz kıldı. Birinci rekatta Fatiha ve Bakara suresi155. ayetini,(Andolsun ki sizi biraz korku ve açlıkla, bir de mallar, canlar ve ürünlerden eksilterek deneriz. Sabredenleri müjdele ) ikinci rekatta da Fatiha ile Âl-i İmran Suresi 185. ayetini( Her nefis, ölümü tadıcıdır. Kıyamet Gününde yaptıklarınızın karşılığı, tam olarak verilecektir. Her kim Cehennem'den uzaklaştırılıp Cennet'e konursa, kuşkusuz o kurtulmuştur. Zaten dünya hayatı, aldatıcı geçimlikten başka bir şey değildir) okudu. Selamdan sonra cellat Ebu'l-Haris geldi bir kılıç darbesiyle Hallac'ın burnunu uçurdu. Bembeyaz saçlar bir anda kırmızıya boyandı. O anda Şibli ve Hallac'ın dervişlerinden bir grup kendinden geçti.
Hallac kemikleri görününceye kadar kamçılandı.Sonra vücudu parçalanmaya başladı. Daha sonra darağacına asıldı ve o haliyle bir kez daha teşhir edildi. Sonra darağacından indirilip kafası kesildi. Peşi sıra cesedi yakıldı ve son olarak cesedinin külleri Dicle Nehrine atıldı. (Bazı rivayetlerde bir caminin şerefesinden serpildiği söylenir )
Son deminde secde isteyip iki rekat namaz kalan bir insan zındıklıkla, Allah'a ortak koşmakla, Kabe'yi yıkmak istemekle suçlanmış ve feci şekilde katledilmişti.
Son sözlerinin Şura suresi 18. Ayet (Kıyamete inanmayanlar, onun çabuk kopmasını isterler. İnananlar ise, ondan korkarlar ve onun gerçek olduğunu bilirler. İyi bilin ki, Kıyamet günü hakkında tartışanlar derin bir sapıklık içindedirler. ) Olması bile insan neslinin esfele safilinlerinde vicdan, insaf ve merhamet adına herhangi bir duygu uyandırmamıştı.
Hallac-ı Mansur'un feci şekilde katledilişinin üzerinden bin doksan yedi sene geçmiş olmasına rağmen Hâmidlerin, Muktedirlerin hâlâ yaşıyor olması da işin ayrı ve acı bir boyutu...