Firavun Askerlerinin İktidarda Olduğu Zulüm Ülkesi Mısır
Şeytani güce Afet-i devran Mısır… Her zaman gözde, her zaman
özel, her zaman önemli cazibe merkezi… Göz kamaştıran ihtişamına, akıl almaz
servetine, ezoterik sırlarıyla, beş duyu ile algılanamayan öğretileriyle, antik
uygarlığın sembollerine ve gizemlerine ulaşmak isteyenlere tarih boyunca hedef olmuştur
Mısır.
Tarihinin hiçbir döneminde çalkantısı durulmamış tükenmez
bir kaynak… Kimilerine göre ab-ı hayat, kimilerine göre kıyamete kadar cavidan…
Cahil dimağlarda mumyalar, piramitler, develer ve çölden ibaret olan egzotik bir
diyar…
Sadece Arap dünyasının değil, insanlığın da kültür sofrası
olduğu dönemler vardı oysa.
Hz. Musa, Hz. İbrahim, Hz. Süleyman, Hz. Yusuf, Hz. İdris,
Hz. Şuayb, Hz. Harun’un tevhid inancını yaymakla görevlendirildiği, 1517
tarihine kadar halifeliği elinde bulunduran kadim bir devletti.
Son derece kısa bir özetlemeyle Mısır tarihine göz atacak
olursak;
M.Ö. yaklaşık 3150 yılından itibaren otuz hanedan ve
kendilerinin tanrı olduğunu iddia eden kâfir firavunlar tarafından yönetilen
Mısır, son firavunun iktidarının elden gitmesiyle birlikte Pers, Roma, Osmanlı
ve Britanya’nın hâkimiyetleri altına girdi.
Her ne kadar hıdivlik statüsünde hukuken Osmanlı
İmparatorluğu’nun bir parçası sayılsa da 1882’de Britanya’nın yönetimine giren
Mısır Hıdivliği 1914 yılında sona erdi ve krallık dönemi başladı. 1922’de tek
taraflı olarak bağımsızlığını ilân ederek Britanya idaresi altından da çıkmış
oldu. 1953 yılında üçüncü kral Faruk’a darbe yapıldı ve cumhuriyet ilan edildi.
İlk cumhurbaşkanı Muhammed Necip’ten üç yıl sonra başa geçen Albay Cemal
Abdülnasır, Pan-Arabizm akımı doğrultusunda, Suriye ile birleşerek başlattığı
Birleşik Arap Cumhuriyeti projesinin mimarı olsa da başaramadı; Birlik 1961’de
dağıldı.
Mısır asla kendi milletinin iradesine bırakılamayacak kadar
stratejik önemi olan bir ülke idi. Zira hemen yanı başında, kurulduğu 1948
yılından itibaren kanlı katliamlara imza atan, bir türlü sınırlarını
açıklamayan, yayılmacı, işgalci, asimilasyonun şahı politikalarıyla bulunduğu
coğrafyaya kan kusturan bir İsrail vardı. Nihayetinde beklenen oldu ve 1967
yılında, İsrail kuduz bir köpek gibi saldırarak, sadece 6 gün süren bir savaş
sonunda Sina Yarımadası’nı ele geçirdi. Mısır’ın Arap ülkeleriyle coğrafi
bağlantısına ve stratejik bölge hâkimiyetine ağır darbe vurdu.
Batı yanlısı gördüğü için Türkiye ile de ilişkileri hiç iyi
olmayan, ancak milleti tarafından çok sevilen Nasır, 1970 yılında 52 yaşında şüphe
uyandıran bir kalp krizinden öldü. Yerine Hür Subaylar’dan biri olan Enver
Sedat geçti. Sedat, 1979’da İsrail ile masaya oturup Camp David Barış
Antlaşması’nı imzalamıştı. İslami Cihad üyesi bir grup suikast düzenledi ve
1981 yılında Sedat’ı öldürdü. Yardımcısı Hüsnü Mübarek, ondan boşalan koltuğa
oturdu.
Hüsnü Mübarek İsrail yanlısı politikanın taraftarı değildi. Altı
kez suikasta maruz kaldı ve hepsinden kıl payı kurtuldu.
Bu arada, 1948 yılında başlayan ve 1967 yılında Nasır’ın
yenilgisiyle sonuçlanan Arap - İsrail savaşının ardından güçlenen Müslüman
Kardeşler örgütü, Filistinli din kardeşlerinin davasına sahip çıkmaya ve İsrail’in
Filistin’i yutmasına engel olmaya yönelik bir mücadele içindeydi. Takribi otuz
yıldır bilinçli ve planlı bir siyaset sürdürüyorlar, dünyanın ilgisini Siyonizmin
insanlık dışı kurallarına ve hukuk tanımazlığına çekmeye çalışıyordu.
1,5 Milyon Filistinli İsrail ablukası altında aç
bırakılmıştı. Müslüman Kardeşler Örgütü, İsrail’in tepkisine maruz kalmamak
için Gazze sınır kapılarını açmamakta direnen Mübarek’le yaka paçaydı âdeta. Refah
Kapısı’nın bir süreliğine açılması Mübarek’in dengeleri artık kontrol altında
tutamadığını da su yüzüne çıkarmıştı. Oğlu Cemal Mübarek’i yerine geçirmeye
hazırlanan Hüsnü Mübarek, 1981’de ilan edilen olağanüstü yetkili sıkıyönetimle
tüm muhalif sesleri sert bir şekilde bastırdı.
Derken, Batı’nın ele geçirmek istedikleri ülkeler için
geliştirdikleri yeni bir projenin parçası olan Arap Baharı devrimleri başladı Kuzey
Afrika’da. Sıra Mısır’a geldi ve sadece on sekiz gün süren protestoların
ardından 25 Ocak 2011 günü Mübarek istifasını açıkladı.
Mısır’da yeni bir dönem başlamıştı. 2012 yılının temmuz
ayına kadar geçici olarak Silahlı Kuvvetler Yüksek Şurası tarafından yönetildi.
Muhammed Mursi, 30 Haziran 2012 tarihinde yapılan oylamayla,
Mısır tarihinde demokratik seçimlerle iktidara gelen ilk lider oldu. Bildiğiniz
gibi, İsrail yanlısı politikalarıyla tanınan Cemal Abdülnasır’ın ateşli hayranı,
Genelkurmay ve Savunma Bakanı Abdulfettah El Sisi’nin 3 Temmuz 2013’teki askerî
müdahalesiyle devrildi.
İşin ilginç tarafı, tıpkı Mursi gibi Müslüman Kardeşler’e yani
İhvan’a olan yakınlığı ile bilinen Sisi’ye, darbeyi gerçekleştirmesi için
destek verenler, içteki Hristiyan azınlık, devrimci sendikalar, bürokrasi,
emniyet ve ordudaki muhaliflerdi. Mursi’nin başa geçmesinden itibaren kendisinin
her icraatını akim bırakmak için onu çembere almış, bu çemberi de giderek
daraltmışlardı. Önemli işlere girişmesini engellediler. Batı borazancısı medya,
her fırsatta Mursi’nin başarısızlığından, daha da önemlisi diktatörlüğünden dem
vuruyordu. Aynı zamanda Mursi’den rahatsız olan İsrail, Amerika ve bölgedeki
Amerikan uydusu zengin Arap ülkeleri de linç girişiminde ellerinden geleni
yapıyorlardı.
Bize ne kadar tanıdık geliyor, değil mi? Rahatça Türk usulü
darbe diyebiliriz Sisi’nin darbesine. Kriptolar, Siyonistler, Masonlar,
hainler, el ele vermiş, bir zamanlar Arap dünyasının lokomotifi olan Mısır’da
demokrasiyi, Mursi’nin “diktatör cumhurbaşkanı” olduğu iddiasıyla ilga ederek,
demokrasiye inanmayan gerçek bir diktatörü başa geçirmişlerdir. Demokratik
olduğunu iddia eden Batı’nın desteğiyle hem de…
Mısır’da Başsavcı Hişam Berekat’a düzenlenen bombalı
saldırıdan sorumlu olduğu gerekçesiyle idama mahkûm edilen dokuz kişinin
cezalarının geçtiğimiz günlerde infaz edilmesi bir anda gündeme düştü ve
ciğerlerimizi yaktı.
İdam edilen gençlerin isimleri şöyle: İhvan yöneticisinin
oğlu Ahmed Taha başta olmak üzere, Ebul Kasım Ahmed, Ahmed Cemal Hicazi, Mahmud
el-Ahmedi, Ebu Bekr es-Seyyid, Abdurrahman Süleyman, Ahmed Muhammed, Ahmed
Mahrus Seyyid ve İslam Muhammed.
İdam edilen gençlerden biri olan Mahmud el Ahmedi’nin ancak
şehitlerde görebileceğimiz bir nurla boyanmış yüzünü öpen, koklayan, içi kan
ağladığı hâlde asla Rabbine isyan etmeyen, “Elhamdülillah” diyen dirayetli
annesini tanıdık. Gözyaşlarımıza mani olamadık. Mahmud el Ahmedi’nin mahkemede
kendisine “Suçunu kabul ettin” diyen hâkime verdiği “Bana elektrikli işkence
cihazı ver, sana yirmi kişiye Enver Sedat’ı öldürdüğünü itiraf ettireyim. Bize Mısır’a
yirmi yıl yetecek kadar elektrik verdiler.” yanıtını yüreğimize kazıdık.
23 yaşındaki körpe genç Mahmut el Ahmedi’nin sözlerinden
anladığımız kadarıyla, bu gençlere isnat edilen suçlar işkence ile itiraf
ettirilmiş. Suikasta kurban giden Hişam Berekat’ın kızı Merve Berekat bile
hüküm giyen kişilerin babasının öldürülmesinde rolü olmadığını belirterek
idamların durdurulmasını talep etmişti.
Önceki toplu idamlardan ve yeni tutuklamalar ve idam
kararlarından anlaşılacağı üzere, ne ilk, ne de son olacak olan bu düzmece
idamlara, adaletin ulu savunucusu Batı’dan tek kınama dahi yok. Uluslararası Af
Örgütü ise “tavşana kaç, tazıya tut” taktiği ile idamların durdurulması
çağrısında bulunuyor ama Batı köpeği Sisi, nedense büyük bir cesaretle, kulak
asmıyor. İdam edilenler arasında bulunan Ahmed Taha Vehdan’ın eşi mahkemede
babasına çocuklarını kaldırarak gösteriyor. İdamlık baba parmaklıkların
ardından ve uzun bir mesafeden hasret dindirmeye çalışıyor. Eşi kendi dişlerini
işaret ederek, bebeğinin dişinin çıktığını Ahmed Taha Vehdan’a anlatmaya
çalışıyor. Vehdan eşine elleriyle kalp işareti yaparak karşılık veriyor. Böyle
nice dramlar… İnsanın kalbi taş olsa erir bu manzaralar karşısında ama dünyanın
kandan beslenen vampirleri bu adaletsiz idamlara vicdanları titremeden kör,
sağır ve dilsiz kalıyor.
Derin bir teessürle, yüreğim çatlayana, boğazım yırtılana
kadar bağırmak istiyorum: “Allah’ın laneti kâfirlerin, münafıkların, hainlerin
üzerine olsun. Zalimler için yaşasın cehennem!”
Bize tam seksen yıl boyunca, Batı’yı örnek alınması gereken
medeniyetin sahipleri olarak tanıtmışlardı, değil mi?
Artık şimdiye kadarki öğrendiklerimizden sıyrılmaya
çalışıyor, unutturdukları özümüzle ve kimliğimizle barışmaya çabalıyoruz. Ortada
bir yığın açık yalanlar, çelişkiler ve riyakârlıklar var. Edilen birçok
muameleden anladığımız, Batı’nın biz Müslümanlara karşı hiç de iyi niyet
beslemediğidir. ABD ve Avrupa, hukukun üstünlüğü, evrensel hukuk, insan hak ve
hürriyetleri gibi kavramlara, kendi çıkarları söz konusu olduğunda, asla sadık kalmadı,
kalmayacaktır.
Bu noktada alınması gereken derslerin hiçbirini atlamadan
ayaklarımızı yere her zamankinden daha sağlam basmamız gerekiyor. Seçilmiş cumhurbaşkanımız
Erdoğan’ı diktatörlükle suçlayanlara, kendisine onlarca kez suikast düzenleyenlere,
iple, kazıkla tehdit edenlere karşı topyekûn karşı durmalı, meydanı içte ve
dışta, hainlere ve düşmanlara bırakmamalıyız.
Bir ve beraber olursak bizi kimse yıkamaz. Birbirimize
düşersek yok oluruz. Bu kadar net!
Mücella Pakdemir
23.02.2019
(
Firavun Askerlerinin İktidarda Olduğu Zulüm Ülkesi Mısır başlıklı yazı
Mücella Pakdemir tarafından
23.02.2019 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.