İlk duyduğum andan itibaren, İslamiyet'ten önce Mekke'de Arapların putlara tapmalarını bir türlü muhayyilemde, bir yere oturtamamıştım. Adem aleyhisselamdan günümüze kadar yaratılmış olan bütün insanların, ilk günden itibaren; akıl, zeka, kalp ve mantıklarının aynı olduğuna, sadece kelime haznelerinin farklı olduğuna inandığım için, aklım o insanların kendi elleri ile yaptıkları heykeller önünde secdeye kapandıklarını hiç kabullenememişti. Yani karşıdan bakışta son derece anormal olan bu işin, aslında gerçekte ne olduğu, içyüzünün ne olduğu konusunda ciddi meraklar beslemiştim. Ta ki Eyüp Sabri Paşanın (1) Mir'at ı Mekke adlı eserini okuyuncaya kadar. Allah kendisinden razı olsun, Eyüp Sabri Paşa kitabın başında ifade ettiği üzere 60 adet tarihi kaynaklardan istifade ederek bu eserini telif etmiş. Ben de şimdi, bu eserden yararlanarak, yeryüzünde putperestliğin ilk olarak nasıl icat edilip, ne şekilde başladığını özetlemeye çalışacağım.
"Hazreti İdris'in semaya çekilmeye mazhar olduğa
zamana kadar Ademoğullarından puta tapınan tek bir fert yoktu. Hazreti İdris semaya
çekildiği zaman halifelerinden ve en yakın dostlarından olan bir zat ayrılık
acısına dayanamayıp, feryadı figan etmeye başladığından, bu şekilde feryadı
mele i ala sakinlerini bizar etti. Bir gün mel'un iblis bu halifenin odasına
girerek: "Ey gönlü perişan aşık! Cihanı yakan ayrılık ateşine tahammül
mümkün değildir. Bunun ilacının bulunması son derece zor ve belki de hayaldir.
Eğer Cenabı İdris'in mübarek şemailini tasvir ederek, odanın içinde bir mahalle
koyar, her an ve her zaman bu mücessem sureti görüp, seyreder ve bu sırada onun
sohbetinin lezzetini hatırlar ve mülahaza edersen, belki bu ayrılıktan dolayı
olan devasız derdine müessir bir çare bulmuş olursun" dedi ve talep
olmaksızın, hazreti İdris'in mücessem suretini yapıp, hasret çeken o vefakar
muhibbe verdi. Kalbi temiz ve saf olan bu halife hain iblisin şer ve tuzağından
gafil olarak, bu cansız sureti alıp, vefat edinceye kadar hasret ve ayrılık
ateşini teskin etti. Fakat bu durumu hiç kimseye bildirmeden ömrünü tamamlayıp,
vefat etti. Halifenin vefatından sonra hususi odasında çıkan suretleri görenler
bunlara bir anlam veremediler. Şeytan tekrar devreye girerek, abidlere mahsus
bir kılık ile yanlarına gelip, sesli olarak: "Bana kalırsa bu suret arz ve
semaların yaratıcısı olan Cenabı Hakkın sureti olmalı, gizli ibadet makbul
olacağından Hazreti İdris ve Halife bu surete tapınarak keyfiyeti bizden gizlediler"
dedi. Bu sözleri işitenler iblisin sözüne aldanıp, birer put temin ederek
putperestliği icat ettiler. Bu rivayeti Ravzatüs Safa müellifi Mevlana Muhammed
Havend Şah'dan nakleden Eyüp Sabri Paşa İdris'in suretini şeytandan alması
konusunu tenkit ederek, o sıralar Yunan tarafında yaşayan halife İskalinos'un
kendisinin iki adet resim çizdiğini, taat ve ibadet esnasında bu resimlere atfı
nazar etmeyi adet haline getirdiğini yazmaktadır. İskalinos'un mü'min ve
muvahhid olduğunda şüphe yoktu, bu resimleri putperestlik ayini icra etmek için
değil, hazreti İdris'e ta'zim ve riayet etmek için yapmıştı. Ne yazık ki vefat
ettiğinde Sab b. İdris ve sair ahmak bilginler bir müddet geçtikten sonra onun
putperest olduğunu zan ederek, putlar icat etmeye başladılar. Sonraları
herkesin evinde ve her kabilenin merkez ve toplantı yerlerinde birer put ile
birer suret bulundurmak ve bunlara son derece hürmet ve ta'zim gösterilerek
ubudiyet arz edip, bunlara tapınmak bidati Kabiloğulları arasında dini bir
zaruret halini aldı. Bu putlar Nuh tufanı zamanında yere gömülüp kayboldu ise
de, iblis vasıtasıyla yerin altından çıkartılmış, Amr b. Luhay b. Kam'a b.
İlyas b. Mudar'ın görüş ve tensibiyle Mekke'ye getirilip, tapınılmaya
başlanılmıştır.
Fazıl Ebu'l fevz Bağdadi'nin kavline göre ise; bu
putlara verilen isimler hazreti İdris'in pederi Yard zamanında hayatta bulunan
beş salih zatın isimleridir. Bunların vefatıyla halk çok müteessir oldular.
Nesebi Kabiloğullarına dayanan bir adam bu beş zatın mücessem suretlerini
çizerek, her birini bu zatların isimleri ile isimlendirip meydana bıraktı ki,
matem halindeki halk bu resimlerin etrafında ağlayarak gezinirler, bu şekilde
keder ve elemlerini giderirlerdi. Bir asır sonra gelenler muhabbetleri
sebebiyle bu putları ta'zim ettiler, üçüncü asırda gelenler ise putları ele
alarak tapınmaya teşebbüs edip, Nuh aleyhisselam zamanına kadar böyle devam
etti." (2)
İncelediklerimizden anlaşılıyor ki ilk put edinme
aşırı muhabbetten, aşırı özlem nedeniyle, iyi niyetle yapılmış olan mücessem resimlerin
sonraki nesiller tarafından yanlış değerlendirilmesi neticesi ortaya çıkmıştır.
Rivayetlerde iblisin rolü de detaylı bir şekilde zikredilmiştir.
Şunu biliyoruz ki; eski ümmetlerde resim ve heykel
yasaklanmış değildi ve yaygın olarak kullanılıyordu.
Demek ki hiçbir zaman dengeyi terk etmememiz
gerekmektedir. Muhabbetimizde ve buğzumuzda ifrat ve tefrite düşmemek için de
aşırı hassas olmamız icap etmekteymiş, vesselam.
Dipnot:
(1) Eyüp Sabri Paşa; Rumeli’de Yenişehir’e bağlı Ermiye
köyünde doğdu. Babası Seyyid Şerîfülislâm b. Hâc Ahmed’dir. Bahriyeye intisap
ederek tersaneden yetiştiği, çeşitli kademelerde görev yaptıktan sonra
kaymakam, miralay ve 1302’de (1885) mirlivâ rütbesine yükseldiği, Mekteb-i
Rüşdiyye-i Bahrî’de müdürlük ve Mekteb-i Fünûn-ı Bahriyye’de hocalık görevinde
bulunduğu bilinmektedir. Bir ara Muhâsebât-ı Bahriyye reisliğiyle Islahât-ı
Bahriyye Komisyonu ikinci reisliği yapan ve uzunca bir süre de Hicaz’da memuriyette
bulunan Eyüp Sabri Paşa bu görevi sırasında bölgenin tarihiyle de
ilgilenmiştir. Hicaz’da yaptığı araştırmalar ve topladığı bilgiler daha sonra
yazdığı eserlerin temelini oluşturmuştur. Samimi bir Müslüman olan Eyüp Sabri
Paşa gıyabî olarak İdrîs-i Muhtefî’ye (ö. 1024/1615) intisap etmişti. Nitekim
İstanbul’da 15 Safer 1308’de (30 Eylül 1890) vefat ettiğinde şeyhinin Kasımpaşa
Mezarlığı’nda bulunan kabrinin ayak ucuna defnedilmiştir.
Eyüp Sabri Paşa yoğun askerlik ve memuriyet hayatına rağmen çok sayıda eser
kaleme almıştır. Mir’âtü’l Haremeyn. 1289’da (1872) başlayıp on beş yılda
tamamladığı bu hacimli eser zamanının en geniş ve ilk Türkçe Haremeyn
tarihidir. Üç cilt halinde basılan eserin ilk cildi Mekke’ye (Mir’âtü Mekke,
İstanbul 1301), II. cildi Medine’ye (Mir’âtü Medîne, İstanbul 1304), III. cildi
de Arap yarımadasına (Mir’âtü Cezîreti’l-Arab, İstanbul 1306) ayrılmıştır.
Aralarında Ahmed Midhat Efendi, Muallim Nâci, Ahmed Cevdet Paşa, Mehmed Münif
Paşa’nın da bulunduğu birçok tanınmış kişi Mir’âtü’l-Haremeyn’e
takriz yazmış ve tarih düşürmüştür. Kitap yayımlandığı yıl ayrıca Tercümân-ı
Hakîkat gazetesinde tefrika edilmiştir.
(2) Kâbe ve Mekke Tarihi (Mir'at ı Mekke), Eyüp Sabri Paşa, S. 233-236,
Osmanlı Yayınevi.