Dil: 1. İnsanların düşündüklerini ve duygularını bildirmek için kelimelerle ve
işaretlerle yaptıkları anlaşma, lisan. 2. Bir çağa, bir gruba, bir yazara özgü,
söz dağarcığı ve söz dizimi. (TDK)
Yukarıdaki Türk Dil Kurumunun
açıklama ve tanımları, yaşayan, konuşulan tüm diller için genel geçer
doğrulardır.
Ana dil: Kendisinden başka diller veya
lehçeler türemiş olan dil. (TDK)
Bu bağlamda, Roman dilleri
(İspanyolca, İtalyanca Fransızca vs.) için Latince ana dildir. Orta Asya’dan
Avrupa’ya geniş bir coğrafyada konuşulan Türkçe ve lehçeleriyle, Türk dili de
ana dildir.
Ana dil, bir başka deyişle, birçok
dil ve lehçenin anasıdır. Ana dillerin bir özelliği de yabancı sözcükleri
itmemesi ve zaman içinde yutmasıdır. Yani dışarıdan gelen yabancı dilin
sözcüklerini de sahiplenen dillerdir.
Bu özellik, dili zenginleştirdiği
varsayılsa da, bana göre, aynı zamanda, dili kirletmektedir.
Bu konuda en çok saldırıya uğrayan
dil, Türkçedir. Güzel Türkçemiz, Türklerin İslamiyet’i kabul ettiği yıllardan
başlayarak yaklaşık 7 yüzyıl Arapçanın ve Farsçanın saldırısı altında
kalmıştır.
Türkçemiz Selçuklular döneminde, Selçuklu sultanlarının aymazlığı sonucu
Arapça, daha çok da Farsçanın (İran),
Selçuklulardan sonra da Osmanlı padişahlarının tercihi ile Arapça
ağarlıklı olmak üzere Arapça ve Farsçanın baskısı altında yok olma tehlikesi
yaşamıştır.
Bu uzun zaman diliminde Türkçeye
sahip çıkan, Türkçe konuşan, Anadolu insanları ile saygıyla andığım Karamanoğlu
Mehmet Bey’dir.
Karamanoğlu Mehmet Bey, kendi beylik
sınırları içinde: “Bundan böyle divanda, dergâhta, bârgâhta, çarşıda ve meydanda Türkçeden başka dil
kullanılmayacaktır” diyerek Türkçeye sahip çıkmıştır.
Bu Konuda Ziya Gökalp (1876–1924)
kaygılarını belirtip bugüne de esin olan önerilerde bulunmuştur. Bu önerilerinden
önemli bulduğum ikisini buraya alıyorum.
1. Ulusal bir dilin oluşturulabilmesi
için halk edebiyatında kullanılan dil alınmalı.
2. Halk dilinde Türkçe karşılığı olan
sözcükler atılmalı ama halkın diline girmiş, Arapça Farsça sözcükler korunmalı,
demiştir.
Biz Türkler, Araplaşmaya başladığımız
o uzun sürecin sonunda tehlikenin farkında olan Mustafa Kemal Atatürk,
bir söylevinde: “Arkadaşlar, bizim ahenkli, zengin dilimiz, yeni Türk
harfleriyle kendini gösterecektir. Ülkesini, yüksek bağımsızlığını korumasını
bilen Türk ulusu, dilini de yabancı dillerin boyunduruğundan kurtaracaktır” demiştir. Bu amaçla Cumhuriyetin ilk
yıllarında, TDK ve TTK’yi oluşturarak Türk tarihinin ve Türk dilinin kökenine
inmeyi ve dilimizi yabacı, özellikle, Arap ve Fars dillerinin esaretinden kurtarmayı
amaçlamıştır. TDK, TTK gibi kurumlar, Atatürk Devrimleri’nin kalelerinden
sadece ikisidir.
“Her devrim, karşı devrimi de içinde
barındırır.”
Toplumlar kendi yararına olan devrimi
koruyamazsa karşı devrimciler yani gericiler devrimin kalelerini içeriden
yıkarlar. Atatürk’ün dediği gibi tersanelerine girerler, Köy Enstitülerine
yaptıkları gibi, devrim değerlerinin içini boşaltırlar. Türkiye’de 1950’li
yıllardan beri yaşanan, budur.
Atatürk Devrimleri halkın aymazlığı,
aydınların tutarsızlığı (Bu anlamda gericiliğe ve faşizme boyun eğmeyen,
direnen, direndiği için karanlık köşelerde katledilen, faşizmin zindanlarında,
işkencelerde ağır bedeller ödeyen, İdam edilen, yakılan aydınlarımızı ve
gençlerimizi saygıyla anarak ve tenzih ederek söylüyorum.) yüzünden sahipsiz
kalmıştır.
O kadar ki, “Önümüzde iki yol var: Ya uyanıp dilimizi koruyacağız ya da iki
nesil sonra Türkiye diye bir ülke, Türkçe diye bir dil kalmayacağını kabul
edeceğiz! Seçim sizin” diyerek uyarıyor Oktay Sinanoğlu.
"Bir ülkede, halkların sağduyusu, aydınların öngörüsüyle uyuşmuyorsa, o ülkede aydınlar ya korkunun kölesi ya da egemenin kuklasıdır."
Faşizm ve gericilik böyle ülkelerde saltanat sürer.