Galası
olmayan
İki diş
arası düş çürüğüdür bu zaman
Hızıyla
nakavt eder tüm sayıları
Okunmuş
suların heybetinde batar illegâl gemiler
Ve
makaslanır zihnimizin kıyıları
Köz olur
Kıvılcımına
sırt döner alev
Zulasında
közlenir türkülerin yasak notası
Anlamı çıplaklaşır duraksız yolların
Ve yetim bir
kardelenin nefesiyle üşür dahası
Ağıtsız
ölülerin ikliminde nükseder
Doldurulmamış bulmacadaki boşluk hissi
Kursağındaki son nefese yenik düşer çırpınışlar
Ansızın beyaz bir ürperti sıvazlar sırtımızı
Ve sızılı
mesaisini bitirir aldanışlar
Kanar sivri
dilli nasihatler
Ki morg
soğuğu gibi müridsiz kalır her zaviye
Sekarat en bilinen nakarat
Ve artık
herkes kendi şiirinde kafiye
Dikiş tutmaz
geçmişin hüznü
Yağmur renkli
iç çekişler siner ciğere
Dil altı
cümleler yutulur noktasız
Ve
rakamların üvey gölgeleri dokunur değere
Gözleri
çınlatan
Cemreler
yoklar toprağın nabzını
Keşkeler
mezarlığına döner çehreler
Geçmişin
kapısında paslanır anıların anahtarı
Ve döngünün
girdabında boğulur şüpheler
Kuraklığın issiz coğrafyasında
Kendini
okyanus zanneder gözdeki yaş
Heybesinden
ölüm damlayan hiçbir hayat
Ne son ne de baş
. . .
.