Gıdıklayıp
duruyor içimdeki adına alışkanlık koyduğum amansız yara beni. Git gide
kaşıntısı artarak katıla katıla gülüyor. Bir sertliğe dönüşüyor kanatırcasına.
Başkalarına ait eşyaları cebime , çantama atarken yakalıyorum kendimi durmadan.
Yüklü miktarda para, mücevherat veya küçücük bir saç tokası bile olsa aynı
benim için. Onulmaz bir istek ve iştahla, doyurmaya çalışıyorum ellerimi. Kısa
bir tatmin hissinden sonra tekrardan acıkıyor ve saldırıyorum bana ait olmayan
eşyalara. Gözüme kestirdiğim şeyin, bulunduğu yerden ayrılıp, cebime girme
sürecini yüreğim ağzımda yakalanma korkusuyla yaşamak, tarifsiz bir zevk. Yeryüzünün
en heyecan verici hissi.
Ne
zaman dışarıya çıksam, dolaştığım yerlerde bulunan ufak tefek şeyleri kimseye
çaktırmadan cebime atmaktan asla çekinmem. Neden çekineyim, neden pişmanlık
duyayım ki ? Bu soruya yıllardır asla bir cevap bulamadım. Beni ayakta tutan,
yaşama bağlayan bu alışkanlığım olsa gerek. Annemin , yıllarca dişinden
tırnağından arttırıp biriktirdiği altınlarını çalışımın verdiği hazzı dün gibi
hatırlıyorum. Babamın cüzdanı ise , en uğrak yerlerimden biri. O dolgun cüzdanı
gördüğümde kendimi alıkoyamam. Bütün bu olanları anlamıyorlar mı, yoksa
anlamazdan mı geliyorlar, hiç bilmiyorum.
Ancak;
geçen hafta çok kötü bir olayın yaşanmasına sebep oldum. Babamın; yedikleri içtikleri
ayrı gitmeyen asker arkadaşı, ailecek bizi yemeğe evlerine davet etti. Adam,
çok zengin biriydi. Eve adım attığımız anda nevrim döndü. Her taraf lüks ve
ihtişamla parıldıyordu. Hoş geldiniz, beş gittiniz faslı bitince , yemeğe geçildi.
Tarifsiz derecede lüks bir sofra. O zamana kadar yemediğim , tatmadığım
çeşit çeşit yemekler. Başımızda hizmetçiler. Ömrümde hiç bıçak kullanmadığım
için çatalla kestim her şeyi. Karnım doymaya başlayınca , ellerimin yangınını
söndürmek için fırsat kollamaya başladım.
Evin
süslü ve güzel sahibi;
-Eee
canım , sen hiç konuşmuyorsun?
Konuşmamın
ona ne faydası olacaksa! Âdet yerini bulsun diye zoraki ilgilenmekten başka bir
şey değildi elbette.
-Benim
kızım konuşmayı pek sevmez teyzesi.
-Kaça
gidiyorsun kızım?
-Lise
iki.
-Yani
yaşın kaç oluyor?
-On
altı.
-Dersler
nasıl kızım?
Dedi
babamın arkadaşı kibar bir ses tonuyla.
-İyi
efendim.
Ardı
arkası kesilmeyen ahret sorularını, bizim uyuza yönelttiler.
-Sen
kaç yaşındasın bakalım delikanlı?
-On.
-Maşallah
kocaman adam olmuşsun sen!
Gülmemek
için zor tuttum kendimi. Anneme yanaşıp fısıltıyla;
-Ben
tuvalete gidiyorum. Dedim.
“Şimdi
sırası mı? “ Der gibi bir bakış fırlattı bana.
Alev
alev yanan ellerim adeta pusulam olmuştu. Beni kadının yatak odasına çekti
usulca. Oda; filmlerdeki gibi muhteşemdi. Aynalı bir masa ve üzerindeki üç
parlak kutu hemen dikkatimi çekti. Kutuları açtığımda gözlerimin önüne parıl
parıl parlayan çeşitli mücevherler serildi. Ellerimin ateşi elmasları
avuçladıkça sönüyordu. Büyük bir heyecan ve çabuklukla kutularda ne var ne
yoksa cebime doldurdum. Odadan çıkmadan önce “ Beni de al !” Diye seslenir gibi
köşede duran , zengin amcanın derisi parlak, şişkin cüzdanı da cebimde yerini
buldu.
Ceplerimdeki
ağırlık hem yürümemi engelliyor ve ne yapsam dışarıdan belli oluyordu. Hemen
banyoya girerek çare düşünmeye başladım. Aklıma bizim eziğin , kapının yanına
bıraktığı spor çantası geldi. Sessizce çantayı kendime çektim . İçimde
yakalanmanın dayanılmaz hissi, çaldıklarımı ter kokan nemli çamaşırlarının
arasına yerleştirdim.
-Kızım
nerede kaldın? Allah Allah! Midesini mi bozdu yoksa?
Annemin
sesi yankılandı kulaklarımda.
-Ah
ne yedi ki midesi bozulsun kızınızın?
-Geldim
anneciğim.
Soygunu
başarıyla yönetmiş bir çete lideri edasında geçip yerime oturdum ve iştahla
yemeye devam ettim. Çay servisi yapılırken kadının , anneme evini dolaştıracağı
tuttu. Hava atma amaçlı yaptığı her halinden belliydi. Korkuyordum. Yüreğim
ağzımda , peşlerinde ben de dolaşmaya başladım.” Kızım otur sen. “ Diyen
annemin sözlerini duymazlıktan geldim. Kadının o havalı halleri sinirimi bozdu.
Bir çelme atıp yere düşürmekten kendimi güç bela vazgeçirdim.
-Şekerim
bu da yatak odamız.
Kraliçeliğinin
kapılarını aralamıştı bize. Annemin gözlerine olağanüstü bir bakış yerleşti.
-Ah!
Sinan'ın bana yıl dönümü olarak aldığı hediyeyi göstereyim sana.
Takı
kutularına yönelen elleri, yutkunamadığım tükürük gibi birikti boğazımda. Kadın
kutulardan birinin kapağını kaldırdı. İçi boştu. Şaşırarak diğer kutuları
açmaya başladı. Mücevherler yoktu.
-Bir
sorun mu var? Dedi annem.
Ters
ters bakan kadın;
-Siz
bu eve girene kadar burada olan takılarım , şimdi ne hikmetse yok !
-O
ne demek şimdi?
-Ne
anladıysanız o!
Büyük
patırtı kopararak kocasının yanına gitti.
-Sinan!
Nereden buldun getirdin bu insanları? Hırsız bunlar!
Şaşıran
adam , sükunetle;
-Sakin
ol hayatım . Ne diyorsun sen?
-Hırsızlar!
Takılarım, her şeyim kayıp!
Kadının
sözleri babama çok ağır gelmiş olacak ki durduğu yerde tüm azametiyle kıpırdandı.
Sinirlenen annem;
-Bana
baksana sen! Bize hırsız diyemezsin!
-Çıkartın,
getirin mücevherlerimi hırsızlar!
-Sakin
ol hayatım.
Ceplerini
yoklayan adam, koşarak odaya gitti. Az sonra telaşla dönerek;
-Cüzdanım
da yok. Kayıp. Dedi cılız bir sesle.
-Neee!
O da mı çalınmış?
-Bilmiyorum.
Ama yatak odasına bırakmıştım.
İyice
çileden çıkan kadın;
-Çıkartın
diyorum size hırsızlar! Getirin hepsini derhal !
Ayaklarını
yere vuruyor, tepiniyordu deli kadın.
Ben
bir köşede kendimi unutturmuşken, birden bana dönerek;
-Sen…
Sen sinsi kız! Sen, yemekteyken kalkmıştın masadan. Gelmek bilmemiştin.
-Ben
sadece tuvalete gittim.
-Yalancı
bücür! Sen çaldın. Çıkart mücevherlerimi!
En
sonunda babam, neyimiz var neyimiz yok arayabileceklerini söyleyince, telaşla
öne atılıp;
-Hırsız
kardeşim Hasan’ dır. Dedim.
Tüm
ağızlar komut almış gibi kısa bir süreliğine açık kaldı.
-Hasta
o . Ailem bile bilmiyor. Ama çalmadan duramıyor.
-Sen
biliyor muydun çaldığını? Dedi. Deli kadın.
-Az
önce, eğilip kulağıma söyledi.
Kolumu
çekiştiren Hasan;
-Ablaa
yaa ! Ben çal…
-Dur
canım.
Ağzını
elimle kapatarak konuşmasına izin vermedim.
-İşte
bakın spor çantası orada duruyor. Açın bakın!
Ne
var ne yok döküldü ortaya. Kadın atmaca gibi daldı, mücevherlerini toplayıp
odasına koştu. Sertçe kapıyı kapattı arkasından. Eğilip, yerden arkadaşının
cüzdanını alan babam büyük bir mahcubiyet içinde adama uzattı. Kızarmış bir
yüzle, başı önde;
-İyi
akşamlar. Dedi.
-İyi
akşamlar! Dedi arkadaşı sertçe.
Kardeşim
hıçkıra hıçkıra ağlıyor, sözünü dinletmeye çalışıyordu. Annem yürü diyerek
önüne kattı. Hepsinin omuzları çökmüştü. Ben birkaç adım arkalarındaydım.
Usulca çıkardım cebimden akşamdan beri heyecanla sakladığım şeyi. Süslü
kadının, dudaklarını boyadığı pahalı bir rujdu.
Derin
bir nefes alıp mutlulukla tekrar cebime koydum bu gecenin hatırasını.