ÖYKÜ:
GÖZLERİMİN KAPAĞI
Olmaz diyordum hâlbuki.
Hâlbuki vazgeçmiş geride bırakmıştım. İnsan, açmazların en büyüğüymüş anladım.
Geç de olsa anladım ya, önemli olan bu. Hava da ne güzel bugün. İnadıma
güzelleşiyor biliyorum. Gözlerimi kapattığım an teslim oluyorum girdabına.
Yıllar yılı göz kapaklarımı açık tutsunlar diye maaş ödüyorum kapak bekçilerine
o yüzden. Birkaç aydır unutturmuştu kendini, zihnimdeki sesleri. Ama ne olduysa
o geceden beri aynı rüyanın düşlerinde uyanır oldum.
“Çok düşünüyorsun!” diyor kapak bekçilerinden ince,
uzun olanı. “O kadar çok düşünürsen olacağı bu.”
“İyi de elimde mi sanıyorsun düşünmemek?”
Her zamanki
cevaplarımdan birini verince bekçiler on dakikalık molaya çıkıyor. Bu boşluğu
fırsat bilip saniyeler içinde zihnimden dışarıya taşmaya başlıyor. Simsiyah
giyinmiş fötr bir şapka takan adam. Kapkara gözlüklerinin ardından bir yüze
sahip olmadığı halde nasıl da benimle eğlendiğini görebiliyorum. Sahi bir yüzü
olmadığı halde nasıl oluyor da bütün mimiklerine şahit olabiliyorum?
Tanıdık gelen bir sesle
“Oturabilir miyim?” diyor. Cevabımı beklemeden oturup “Son zamanlarda zihninden
çıkamadığım için kusura bakma. Ülke dışında bir yerdeydim. Ama zaten ben hep
ülkeler dışıyım bilirsin.” Diyor.
Hiçbir yanıt
veremiyorum. Versem de dinlemez ki zaten. Sadece kendi bildikleri gezip
gördükleri yaşadıkları önemlidir onun için. Uzun uzun dikkatle süzüyorum yüzü
olmayan adamı. Gerçekten burada mı yoksa bu bir yanılsama mı diye merakla.
“Düşünme boşuna! Ben gerçeğim ve karşındayım!”
Nasıl oluyor da karanlığın ardında duran gözlerinin
ışığını görebiliyorum, hayret.
“Sağ ol ama senin gözlerinin ışığı gibisi yok. Bakma
öyle! Sen zekisindir. Zihninden taşan adam elbette zihnini de okur.”
Gözlerimi sıkı sıkı
kapatıyorum. Ellerimle de kulaklarımı. Biraz zaman geçince serbest bırakıyorum
organlarımı. Derin bir oh çekiyorum. Gitmiş. Düşünmek istemiyorum artık dedikçe
yeni yansımalarıyla karşımda buluyorum onu.
“Çok geç kaldın. Ödülünü bir başkasına verecektim az
kalsın.” Diyor.
Ardından ödülümü kocaman
açtığı ağzıyla yemeye başlıyor. Yedikçe ödül, dev çubuk makarnalara dönüşüyor.
Adam makarnayı içine çektikçe yeraltından yenileri yeşeriyor. Hırsla çiğniyorum
filizlenen makarnaları. Ardından yokuş aşağı inen bir yol boyu takip ediyorum.
Botlarımla gurur duyuyorum o an. Verdiğim paraya değmesine seviniyorum. En ufak
bir kayma yapmıyor makarna tarlası üzerinde. Dik yokuşun sonu bir türlü
gelmiyor. Bir uzaklaşıp bir yakınlaşan köpek sesleri bacaklarımı titretmese
daha seri inebilirim aslında. Son adımımı atmamla düzlüğe çıkıp kalkmak üzere
olan otobüse atlıyorum.
İçerisi tıklım tıklım
dolu. Nefes alamamaya başlıyorum zamanla. Kulağımın dibinden bir sürü kelime,
düşünce, bana ait olamayan saçmalıklar geçip gidiyor. Bir tek bana ait bir ize
rastlayamıyorum. Ben hariç her şey yer edinmiş burada kendisine. Bir ben fazla
gelmişim. İstemeden de olsa, o, yüzsüz yabancının zihninin içinde olduğumu
anlıyorum. Gözleri daima kapalı benim aksime. Uğultudan başım dönüyor. Demek
insan sadece kendi gürültüsüne katlanabilirmiş. Uğultunun şiddeti arttıkça
başımın dönüşü de artıyor. Ani ve sert bir hareketle göz kapaklarımı yerinden
oynatıyor kapak bekçileri. Nerede olduğumu anlamaya çalışırken havanın
güzelliğini araçların gürültüsü çirkinleştiriyor.
BENGÜL
ALKAN