Apartman
boşluğunda bir süre bekleyip komşu evlerden gelen sesleri dinledi. Özlediği bir
şeyleri anımsatırdı hep. Hemen her akşam yapardı bunu. Yürüdüğünü bile
hissetmeden çıktı merdivenleri. Evinin kapısına gelince cebinden çıkardığı anahtarla
kilidi açtı. Hiç istemiyordu canı içeriye girmek. Ama dışarıda kar diz boyuydu.
Ağır bir koku yayıldı içeriden, kapı açılır açılmaz. Sisli sarı hareler
çarpıyordu gözüne sürekli. Özellikle de karısı ve kızı gittiğinden beri. Her
gece aynı şey oluyordu. Bazı zamanlar sabaha kadar uyumuyor bazen de özellikle
korku filmleri açıyordu, zihnine oyunlar oynamak için. Mutfağa girip
buzdolabına yöneldi. Dolap hemen hemen boş sayılırdı. Her akşam yaptığı gibi
bayatlamış ekmeklerin içine biraz peynir ve sucuk koyup tost makinasına
bıraktı. Yeterdi. Zaten canı hiçbir şey istemiyordu. Eline geçen parayla sadece
alkol alıyordu.
Derinden
gelen bir inlemeyi andıran ses, aynı
saatte, dakikasını bile kaçırmadan yine gelivermişti evine. Artık alışsam mı
diye geçirirken içinden, parmaklarını yakan makinanın fişini çekti. İki
ısırıkta yedi tostu. Saate bakıyordu sürekli. Anlamıştı, bu gece de
sabahlayacaktı koltuk üzerinde. Ne çok severek almışlardı koltuk takımını. Ama
yok kayınvalidesi olacak o kadın, sürekli başına kakardı. “O koltuk takımlarını
ben aldım ben. Benim paramla eşyanız oldu. Sayemde yaşayın bakalım.” Derdi.
Hâlbuki kendisi değil kocası almıştı ama kendinden sayıyordu demek. Telefonunun
şarjı bitmek üzereydi. Şarj aleti yatak odasında kalmıştı. Neredeyse bir aydır
hiç girmiyordu odaya. Sadece dün sabah aceleyle çıkarken eski bir alışkanlıkla
şarj aletini yatağın üzerine fırlatmıştı. Şimdi şu saatte, o, sesli zamanlarda
nasıl gidip alacaktı aleti? Uzun uzun düşündü. Telefon iyi geliyordu ona.
Kafasını dağıtacak bir şey lazımdı. Bir an olsun unutur gibi oluyordu sesler ve
gölgeleri.
Titreyerek
kalktı. Ağır ağır koridor boyu ilerlemeye başladı. En ufak bir gürültü bile
yapmamaya özen göstererek yatak odasının kapısına ulaştı. Boncuk boncuk
terlemişti boynu. Havada uzunca süre bekletti elini. Bir türlü kapının koluna
ulaşamıyordu. Titreyen elleriyle nefesini bir süre tuttu ve açtı kapıyı. Odanın
lambasını yaktı ve hiçbir şeye bakmadan yatağın üzerine bıraktığı şarj aletine
yöneldi. Ama yatağın üzeri bomboştu. O an elleri, titreşimini paylaştı
vücuduyla. Ne kadar ayna varsa hepsinin üzerini örtüyle kapatmıştı. Leş gibi de
kokuyordu oda. Havasızlık genzine doldu. Komodinin en alt çekmecesinin açık
olduğunu fark etti. Dikkatle o noktaya baktığında şarj aletinin orada olduğunu
gördü. Dikkatini çeken başka bir şey daha vardı. Beyaz bir poşet. Telaşla
açtığı poşetin içinde, üzerinde tuhaf harfli motifler bulunan iki tahta kaşık
buldu. Sapında karısının ve kendi isminin baş harfleri yazılıydı. Bir de uzunca
bir kâğıt vardı poşette. Arapça olduğuna kanaat getirdi ama kendisi Türkçeyi
bile zor konuşurdu. Belki de başka bir alfabedir diye düşündü. Sadece kâğıtta,
kafasını bulandıran yazının son satırlarını okuyabildi. Şöyle yazıyordu.
“Kaşıklardan biri erkek mezarlığına diğeri kadın mezarlığına gömülecek. Kırk
gün gömülü kalacaklar orda. Ardından o ölülerin topraklarından bir avuç
kadarını ayrılmak istediğiniz kişinin yemeğine katacaksınız.”
Ne
yapacağını bilmiyordu. Sesli sesli ağlamaya bağırmaya ardında da kahkaha atmaya
başladı. Sokağa çıkmaya korkuyor ev onu içine çekiyordu. Sesleri daha
derinlikli duymaya başladı. Aniden odadan çıkmak için hamle yaptı. Aynalardan
birinin örtüsü düştü ve gölgelerden biriyle göz göze geldi. Çığlık çığlığa
kendisini balkona attı. Sabahı beklemek zorundaydı. Gözünü kırpmadan o soğukta
bir köşeye sindi. Ezan sesini duyar duymaz kalktı. Bir yerden duymuştu, sabah
ezanı okununca cinler periler her bir mahlûkat kaybolup gidermiş. Bunu fırsat
bilip koşarak aşağı mahallede yaşayan Cinci Hoca’nın evinin yolunu tuttu. Çözse çözse Cinci Hoca çözerdi bu anlamsız
şeyleri.
“Hocam,
hocam! Yardım et kurbanın olayım yardım et!” Yumruklarının kapıda bıraktığı
tını mahallenin boşluğunda yankı buldu.
Az
zaman sonra ufak tefek, çelimsiz ve yüzü benlerle dolu yaşlı bir adam açtı
kapıyı. Sabahın bu saatinde ne söylediği anlaşılmaz birinin kapısını
yumruklaması sinirini bozsa da karlı çıkacağı belli olan işin kokusunu alırdı
Cinci. Hiç beklemeden her zamanki rolüne büründü.
“Dur,
biraz sakin ol kardeşim. Hayırdır, nedir seni bu kadar telaşlandıran şey?”
“Hocam,
karım olacak o iblis bana büyü yaptırdı. Bittim ben hocam, yardım et. Ocağına
düştüm.”
Cinci
Hoca, adamı içeri aldı. Uzatılan kaşıkları uzun uzun süzdü. Ardından kâğıtları
evire çevire incelemeye başladı.
“Sana
burada yazanları tercüme ederim ama telefonuna bir iban numarası yollayacağım.
Oraya üç bin lira yollasan yeter. Yanlış anlama kardeşim, Allah rızası için
sana yardım etmek benim maksadım.”
Hiç
düşünmeden söylenen parayı gönderdi. Karısı ne haltlar karıştırmıştı arkasından,
öğrenmesi lazımdı.
Cinci
Hoca derin bir nefes alıp konuşmaya başladı.
“Karın
sana büyü yaptırmış evladım. Senin evde bunlardan daha çok var. Bulman ve bana
getirmen lazım. Yoksa ömrü billah bu illetten kurtulamazsın. Kimseyle uzun
süreli ilişki yaşayamazsın.”
Vücudu
sarsılarak titriyordu. Zaten oldum olası her şeyden korkardı. Demek evin her
yeri büyü kâğıtlarıyla kaplıydı. Bir daha oraya öldürseler adımını atamazdı. Cinci
Hocanın öksürüğüyle yeniden dikkat kesildi.
“Aman
Yarabbim!”
“Ne
var? Ne gördün hocam? Kurbanın olayım söyle!”
“Ah
ne görmedim ki? Senin karına cinler musallat olmuş. Aman aman sakin ha sakın
yanaşma! Uzak dur! Yoksa sana da musallat olurlar. Sana devamlı ölü toprağı
yedirmiş. İçtiğin şeylere de aklını yitirmeni sağlayacak şeyler katmış.”
“Allah
razı olsun senden hocam! Sen olmasan, o mübarek görüşlerin olmasa ben hayatta
çözemezdim bu bilmeceyi.”
“Tamam,
yavrum tamam. Ben sevmem böyle şeyleri. Bizimkisi hayır hasenat! Şimdi dediğimi
yap. Eve git. Daha çok bulacaksın bu şeylerden.”
“Hocam,
tamam. Hemen eve gidiyorum. Ne kadar yazı, çizi, muska varsa bulup sana
getireceğim. Parayı hiç düşünme. Elimde ne var ne yok harcarım. Yeter ki sen, bu
iblis daha neler etti bana, onu da söyle.”
Cinci
Hoca göğsünü şişirdi. İçi kıpır kıpırdı. Adam tam kapıdan çıkacakken geri
döndü.
“Hocam,
benim iblis, kızımı da alıp gitti. Acaba nereye gittiler onu da söyler misin
bana?”
Cinci
evet anlamında başını oynattı. İki tarafa da bu kararı yetmişti.
Cinci’nin yanından ayrıldığında dünyası dönüyordu. İzini kaybetmeseydi şimdi her şeyin hesabını sorardı ona. Ama yoktu işte aylardır. Bir de son günlerde acaba aklımı mı kaçırıyorum diye düşünmeye başlamıştı. Hepsi kuruntuymuş işte. Biraz olsun rahatlamasını da sağlamıştı bu olay. Demek ki delirmemiş hepsi karısının tezgâhıymış. Derinden bir oh sesi çıktı dudakları arasından. Korkusunu bir kenara bırakıp eve gitmeliydi. Kim bilir ne çok muska gizliydi evde. Bulup Cinci Hocaya getirmeliydi. Hesabındaki parayı kontrol edip uçarak apartmandan içeriye girdi.