Nesnel dünyayı algılamamız,
giderek benimseyip sevmemiz, her nesnede var olan estetik ve sanatsal duruştur
bence. Nesnelerdeki bu estetik, sanatsal duruşu duyumsayan, yapıtlarıyla ifade
eden ve topluma sunanlar ise sanatçılardır.
Bu anlamda, sanatçı ve sanat
toplumsal yaşamı, toplumsal yaşam da sanatı ve sanatçıyı etkiler. Voltaire ( Fransız, filozof
yazar, 1694 - 1778)’in deyişi ile “bütün sanatlar kardeştir. Hepsi birbirinin
ışığı altında ilerler.”
Voltair’in dediği gibi, bütün
sanatlar kardeş ise,
“Sanatçılar
da insanlaşma yolunun yolcularıdır” diyerek konuya dönelim.
Şiir nedir? En geniş
anlamıyla…
Şiir değil midir hüzünlü ağıtlar, beşikte dinlediğimiz içten ninniler,
coşkuyla söylenen maniler, türküler, destanlar, koşmalar?
Şiir değil midir, boncuk, boncuk
yanaktan dökülen gözyaşları, ağız dolusu bir kahkaha, yanaklarda yanan mutluluk
fenerleri?
Şiir değil midir acısıyla tatlısıyla
bütün bir yaşam, şiir değil midir? Baştan sona, inişli çıkışlı yolları, keskin
virajları ile şiirdir yaşam.
Şiir bir
çığlıktır, direniştir, İsyandır, İtiraz etmektir bence… Korkunun, coşkunun, sevincin, üzüncün, hasretin,
hayallerin sesidir şiir.
Ve herkes, kendi şiirini yaşar,
yazmasa da okumasa da sesiz ve derinden.
Şiir, acı tatlı hayatın kendisidir diyebiliyorsak, şiirdeki düzen;
(ahenk, ölçü, ses anlamında) doğadaki düzenin ta kendisidir diyebiliriz.
Şiir nasıl yazılır?
Bu konuda oldukça çok söz, makale, kitap var. Bu yazılanların, söylenenlerin ve
öğütlerin büyük bir kısmının, genellikle pratikte bir karşılığı yoktur.
Hepsinin söylediği doğru bir ortak tanım var. Şiir, ölçülü (vezin) ahenkli,
kafiyeli bir anlatım biçimidir.
Nazım Hikmet (15 Ocak 1902 - 3 Haziran 1963 Türkiye, şair ve yazar)
“Şiir, vezinli edebiyat çeşididir” diyerek katılır bu tanıma.
Yani, şiir’in sunum biçimi; ölçülü,
ahenkli, kafiyeli olacak. Vezin ve kafiye şiiri olmazsa olmazıdır. Biçime
yönelik bu tanımı vurguladıktan sonra, devam edelim.
Hiçbir şair, anasından şair olar doğmaz.
Şiir yazmaya heves edenler genellikle ilk şiirlerini yazarken başka şairlere
hem biçim olarak hem de içerik olarak öykünürler. Bu, anlaşılır bir durumdur
bence. Ama bunlara da henüz şair, yazdıklarına da şiir denemez.
“Yazmak, saz çalmak gibidir. Yazdıkça hem
içerik, hem de biçim olarak gelişir, güzelleşir.”
Bu hevesli insanlar da zamanla öykünmekten uzaklaşır, kendi yolunu bulur. İyi
ya da kötü kendi şiirini yazar. Bu yolda ilerledikçe şair oldum sanır.
Bir şairin şair olup olmadığına zaman
denen yargıç karar verir. “Ben şiir yazıyorum, Şairim!” demekle de şair
olamazsınız. Yazdığınız şiir sizden uzun yaşıyorsa, sizden sonra da türkülere,
şarkılara konu olmuşsa ve belleklerde iz bırakmış, dillerde söyleniyorsa, siz,
gerçekten şair olmuşsunuz denebilir.
Bana sorarsanız, “Şiir,
ak yeleli küheylan olmalı. Okuru alıp sırtına bu zamandan başka bir
zamana, hatta zamanın ötesine taşıyabilmeli” derim.
Şiir nasıl yazılır?
Tabi ki sözcüklerle yazılır.
Sevgili dostum, Öğretmen Turgut Uzdu, (Şiire yolculuk / Peon) kitabında, “Şair de kelimelerle resim yapan bir ressamdır” diyerek okuruna yol
açar.
Hans
Magnus Enzesberger (Alman, şair, yazar 1929-) Çeviri: Ensel Kayaoğlu / Bir
şiir nasıl oluşur? Makalesinde, “Çoğu yazar, özellikle de şairler, yapıtlarını
güzel bir çılgınlık içerisinde, kendinden geçmişçesine ilhamla yarattıklarına
insanları inandırmayı seviyorlar” diyerek devam eder; “Bir şiirin hiçbir
bölümünün rastlantı, ya da ilham sonucu oluşmadığını, tersine, matematiksel bir
işlem gibi dize, dize aynı kesinlik ve mantıkla kurulduğunu göstermektir” der.
Nazım Hikmet (Sanat ve Edebiyat Üstüne/ Evrensel basım yayın) ise: “Şiir de bütün öteki güzel sanatlar gibi
bilim ister” diyerek; iyi bir şiirin bilim, bilgi ve birikimle yazılabileceğini
vurgular.
Bu ve benzeri söylemleri nasıl
okumalıyız.
Bana göre de şiir, tıpkı öteki
sanatlar gibi bilgi ve deneyimlerimizin bir ürünüdür. “İlham” denilen kavram
ise bütün sanatçılarda var olan duyarlılıktır.
Duyarlılık, hassasiyet, sanatçı ruhu
vs. ile ifade edilen durumlar ilgi
yoğunlaşmasından başka bir
şey değildir.
Bir tarihte konuk olarak Gölcük’e gitmiştim.
Orada, bir çok yeri gezdirdiler. fotoğraf makinem elimde fotoğraflar çekiyorum.
O ara da mezarlığa da gittik. Bakımlı tertemiz bir mezarlık. Yine fotoğraflar
çekiyorum. Yerde, adını bilmediğim küçük bir böcek, diz çöküp fotoğrafını
çektim.
Beni gezdiren dostum: “Sen, o küçük
böceği nasıl gördün? Ben bin defa gelip gitsem göremezdim” dedi.
Ben de ona: “ Nasıl baktığına, ne ile
ilgilendiğine bağlı bir durum bu. Ben de
fotoğraf makinesi var. Fotoğraf çekiyorum. Gözüm kadraja düşecek canlı, cansız
nesnelerde. O sebepten görebiliyorum” demiştim.
Bu anımı buraya, ilgi yoğunlaşmasından
ne anlamak gerektiğine im olsun diye aldım.
Konuya dönelim.
Bütün sanatçılar, kendisinden
başlayarak insanı, doğayı, insan doğa ilişkisini, insanlar arası ilişkileri
eserleriyle yorumlarlar. Böylece toplumun değişip dönüşmesine de katkı
sunarlar.
Şiir, bu değişim ve dönüşümün en
etkili aracıdır bence.
Şiirinizin ruhunu yüceltmek, etkisini
artırmak için aklınızı yetkinleştirmek, dolaysıyla kendi ruhunuzu (iç dünyanız)
yüceltmelisiniz. Bu da sanat (Roman, öykü, şiir) yapıtlarını bolca okumak,
anlamak, resim, fotoğraf vs. sergileri sanatçı duyarlılığıyla gezip görmek,
sinema, tiyatro oyunları gibi sanatsal, görsel etkinlikleri fırsat buldukça izlemek,
bütün sanatçılar gibi şairlerin de iç dünyasını, dilini, zenginleştirir, ruhunu
yüceltir.
Hacı Bektaş Veli (1209- 1271 şair), “
Okunacak en büyük kitap insandır”
demiştir.
Yunus Emre (13.yy, Tasavvuf şairi)
ise “İlim kendin bilmektir” der.
Bu yüce gönüllü şairlerin sözlerini
nasıl okumalıyız.?
Bana göre, Yunus Emre’nin dediği gibi
kendimizden başlayarak insanı; zaaflarıyla, meziyetleriyle, başarı ve
başarısızlık durumlarında verdiği tepkilerle, insanlarla kurduğu ilişkileriyle
daha bir yığın fiziki ve ruhsal özellikleriyle ‘Hacı Bektaş Veli’nin dediği
gibi’ insanı okumalı, anlamalıyız.
Bu da yetmez, doğayı, doğada akan
suyun sesini, çavlanları çığlığını, ağaçları, kırılan dalın acısını,
yaprakların korosunu, çiçekleri, böcekleri, renkleri, hayvanları, rüzgarın
fısıltısını, denizin nefesini, dalgaların homurtusunu tanımalı, duymalı,
doğanın müziğini sade kulağımızla değil, ruhunuzla da dinleyebilmeliyiz.
Victor
Hugo: (Fransız, şair, yazar 1802- 1885) da
Şiir Üzerine makalesin de: “Şiir
bir tabiat ‘doğa’ unsurudur, ne azalır, ne bozulur; etkilere karşı koyar. Deniz
gibi o da, söyleyeceği ne varsa, her defasında söyler,- sonra rahat ve vakur,
vahdete vergi olan o bitmez tükenmez değişirlikle yeniden başlar. Bu
yeknesaklık içindeki değişiklik, sonsuzluğun mucizesidir” der. Çeviri: Azra
Erhat
Zor iş mi, dediniz?
Şair olmanın ve şiir yazmanın zor
olduğunu en başta söylemiştim.
Binlerce yıl gerilerden gelip daha binlerce yıl şiirleri ve dizeleriyle
yaşayacak şairler, bu zorluklarda yoğrulup, pişerek ölümsüzleştiler.
Yazımı şöyle sonlandırmak istiyorum
“Her şairin şiiri, kendi parmak izi gibidir.
Ne kadar birbirine benzer görünse de şairin kendisi kadar farklıdır.”
Bir de şiir düşelim izninizle.
“Sözü söylemeden biraz demlensin /
Bin düşün bir söyle, bal olur gider
Dillerin tatlansın, zevkle dinlensin / Gönül bahçesine gül olur gider.
Doğruyu güzeli, yazsa kalemin
/ Gönüllere düşse, sözün, kelamın
Kavgayı durdurur, bir tek selamın / Bin bir çiçek açan, dal olur gider.
Bilgi denizine, girdiğin
zaman / Evrenin sırrına, erdiğin zaman
Benlik kafesini, kırdığın zaman / Dilinde sözcükler, sel olur gider.
Tek ziynetin bilgi, yolun bilimse / Tevazu hırkanda, sevgi gölünse
Seni yerenlere, sen hep gülümse / Onlar da sonunda, lal olur gider