‘’…Bir genişlik umarım. Hayalsiz
olmuyor. Zaman büyük simyacı. Hatıralar bile hayal. Yaşamasam nereden
bilecektim…’’(Alıntı)
Diskalifiye olmuş ruhun kırıntıları
umudun daim olduğu, olması gerektiği inancı elbet inancın rotasında şekillenen
dik açılar, eğri durup doğruyu söyleyenler aslında ararken ve neyi aradığımı
bilmezken rast geldiğim kendim oysaki bir ömür kendimi bildiğim kadar kendimle
ilgili ne/kim varsa bir o kadar emin.
Bir sözcük ararken bir de yalnızlığı
kutsarken kurda kuşa yem olan incelikli ruhumun pervazındaki hayaller elbet
uçuşan elbet kaçışan ruhum ve göz bebeklerimde serili ufuk ve umut sarmalı
kaykıldığımı yok sayıp takındığım o haletiruhiye elbette bire bir içimi dışa
yansıtan ve işte küçük kıyametin koptuğu o an.
Ansızın ölen.
Bir anda doğan.
Ölü hücreler can çekişen güneşe saygı
merasiminde bulunup da doğasında saklı özlemle savaşan ruhlar gezegeni.
Mavi ya da yeşil.
Feri sönse bile renklerin.
Karanlığı dahi hayra yoran elem yüklü
bir satır bilemezken de bir ömür içinde saklı tuttuğu aydınlığı, nasıl olur da
anlayıp asla hayra yormadığı.
Parantez yorgunu parmaklarım üstelik
bir ömür kümelediğim tüm veriler ve sayılar ve yere oturup göğü seyrettiğim
yetmedi; göğe çıkıp uçmayı becerdiğim bir gözaltı adeta içimdeki simsar
içimdeki kıyım nihayetinde anlayıp bir ömür kıyama durmak için beklediğimi ve
beklentisiz yüreğimi ve ruhumu sunduğum evren nihayetinde kalemimle olan
izdivacım elbet evrenden aldığım en net sinyal ve eksen.
Bilemem.
Bilmemek en güzeli aslında.
Bildiğimi bildiğim ne varsa bilmezden
mi geldiğim?
Tek bildiğimse sevdiğim.
Sevilmekse kimin ya da neyin nezdinde
şahsına münhasır bir rüzgâr nihayetinde buluştuğum Rabbim ve tüm kini nefreti
görmezden geldiğim üstelik feri çoktan sönmüş yüreklerin hala nasıl oluyor da
birbirini sevdiğini söylediği…
Acılar açısı olmayan.
Açılar kâh acıyla kâh bilinmezle
dolan ve en çok sevdiğim kenarı dik üçgenin ve eşleştiğim ve artık biliyorum
ki; ben hipotenüsün ta kendisiyim en çok da matematikle olan dostluğumu unutup
kendimi sözcük deryasında bulup aklım sıra uğraştığım tüm cebir işlemleri
nihayetinde beri asıl sona yakın kılarken.
Şimdi desem ki…
Demediklerimi söylemeni vakti henüz
gelmemişken…
Bilgi dağarcığımdakilerle
yetinmediğim ve Kaf Dağından çoktan indiğim elbet uyruğum iken şaşalı bir
meslek ve de uydum iken bol sıfırlı maaş bordrom ve sonunda anladım ki; asla ve
asla elzem değilmiş bunlar ki kükrediğim kadar kürediğim hayaller ve kariyer
basamaklarında kâh güneş kâh dolunay ama yetemediğim insanlar en çok kendim ve
kendimce bir türkü tutturup hayatın merkezinde addedilen bir unvan peşinde
koşmanın da tüm hayatıma mal olduğu gerçeği.
Elbet hayal kırıklığına uğrattığım
onca insan ve yanılmaktansa yanıltmaktı madem beni en çok acıtan ve kandığım
mecazi sevgiler kandığım yalancı dostluklar en çok da makamın izafi varlığında
serilmişken benliğim ve bilemediğim o maneviyat gerçi içimde ilk günden beri
saklı ama zaman içinde benim de benzediğim tüm insanlar nihayetinde kendimden
uzaklaştığım sonra kendimle yüzleşip boğulmaksa kendimde.
Güneşin sarısı ne mana!
Aşkın safsatası ne alaka!
En çok yanıltan en yakınlarım hele ki
kardeş bildiğim bir firarda kendimden çok sevmenin maliyeti iken kendimi yok
sayıp sürekli güncellediğim bir serenat.
Sözcükler uzağımda.
Yalanlar görmediğim aklıma dahi getirmediğim.
Yankısı olmayan sesim hele ki
sessizlik iken tek şahit dualarıma.
Duvarlarım öncesinde olmayan.
Duvarlar şimdi kulak kesilen kimse
hayatın da reçetesinde karşılaştığım insanlar oysaki şifa bildiğim ve yürekle
yüreklerin buluştuğuna inandığım o köprüden yuvarlanıp atıldığım bir uçurum.
Firar ettim nihayetinde.
Fidan veren düşlerimi budarken bir
baktım ki kökünden koparmışım.
Filizlenen güneş mi sevgi mi? İyi de
hep onlar var olmamış mıydı?
Kükreyen iç sesim ve artık asla
muhatap olmayacağım dış sesi evrenin oysaki nasıl da tezat bir iklimde
büyütmüştüm ben ışığımı ve tüm sevdiklerimi asla da koymadığım o ayraç
sevdiklerime ve sevilmekle iştigal filan da değil yorgun yüreğimde taşıdığım
onca duygu nihayetinde infilak edip kendime rest çekmişken…
Şimdi mıntıkamdayım.
Bir ömür mü saklanır insan siperinde?
Zırhım hiç mi ışık geçirmez?
Gözlerim hep mi parlar?
İmdadıma ise yetişir sadece O
yetişir.
İlahi bir güzergâhta yürüdüğümü dahi
fark etmemişken ve ilk gençlik yıllarımda kariyer planlamasında eksik giden bir
şeylerin asla da farkına varmamışken…
Küsebildiğim kadar da çok sevdiğim
insanlar.
Kasmadan sevmekse doğamda var.
Kanmaksa asla aklımdan geçmezken
kanmanın ya da karşımdaki insanın söylediklerinin kandırmaca olduğu ihtimali…
Yangın büyürken geldim işte oysaki
kova kova su dökmeliydim bu büyüyen ateşe ve yangın şimdi daha da büyümekte
çünkü yanmayı sevdim ben bir kere en azından kırıp dökmeden insanları kendimi
yakmak meğer gözüm açık gördüğüm bir rüyaymış bir ömür ve ne zamanki kalemi
aldım elime gitgide büyüdü bu yangın.
Ne güzel de söylemiş üstat:
‘’Yazmak sahiden yangının ta
kendisiymiş ve de yanmanın.’’
Üstelik bundan da büyük bir ateşle
tanıştığım ve İlahi Ateşin sıcaklığı ile evrende saklı tüm buzların ve tüm
ihanetin ve tüm çirkinliğin yanıp yok olduğu…