M. NİHAT MALKOÇ
Kalem sustu, hokkada tükendi mürekkep… Bulutlar ağladı
kalemin yasına… Perdeler indi bir hayatın aydınlık penceresine. Gün çekti
ışığını şairin gözbebeklerinden. Kanadı kırıldı barışa, sevgiye, hoşgörüye uçan
kelebeğin… Zaman dondu bir yürek için. Sonsuzluğa uçtu kozasından ayrılan
kelebek. İltica etti ruh sonsuzluğun şafağına. Çınar büktü boynunu, kökler
kurudu çöl sıcağında. Dallar, dökülen son yaprağın matemini tutuyor güz bahçesinde
şimdi...
Can; veda busesini kondurunca yorgun tene, viranlaştı yine
muhabbet bağlarımız… Gönlün sohbet halkasından koptu bir tespih tanesi daha... Başaklar
boynunu büktü güneşe karşı… Ayrılık, hüzün katarlarının yolunu açtı sonsuzluk
kervanında. Bir rüyadan arda kalan ömrün can kırıkları dağıldı gönül mahzenine…
Hayatın şifreleri çözüldü ölüm meleğinin esrarlı parmaklarıyla. Dürüldü bir
hayatın kadim defteri. Yine yalnızlaştık bize yabancı suretlerin kalabalığında.
Bir ışık söndü; çıraların alevi pervanelerin mezarı oldu.
Uçurumun kenarındaki şairin kristal kalemi paramparça oldu
kayalıklarda. “Kırıldı yine zevrâk-ı derûnum kenare düştü”…Yarım kaldı
boğazlarda düğümlenen şiirler… Şarkıların melodisi kesildi. Yalancı bahar
gösterdi acı yüzünü. Dağıldı hayat zincirinin çelik halkaları. Son durakta
sımsıcak nefesini hayatın ensesine değdirdi bir beyaz ölüm…
Şairin deyimiyle “Bir tel kopar ahenk ebediyen kesilir”
İşte o tel koptu sonsuza dek… Vuslat kapıları kapandı mahşere kadar… Söz
burcunda söndü şimal yıldızı… Şair “gÜl”ün
ünlüsünü emanet alıp adının baş harfleriyle yazdı son şiirini: ÖLüM…
Hayatın gerçeği…
Kimin ömür sermayesi ne kadardır, hangimiz bilebiliriz
ki!... Onun için ‘kul hesap yaptıkça melekler güler’ derler. Çünkü bizim
hesabımız Hakk’ın hesabını perdeleyemez. Ruhların hasat vaktini yüce Yaradan
tayin eder ancak… Herkesin bir hesabı olsa da Hakk’ın hesabıdır mühim olan.
Bizler O’nun gösterdiğinin ötesini göremeyiz hiçbir zaman…
Hiç beklenmedik bir zamanda imtihana duçar oldu şair… Zamansız
ve amansız… Oysa külliyatına yenilerini eklemekti tek düşüncesi. Beğenilen
yapımlardan “Deli Yürek” dizisinin senaryosu onun kaleminden dökülmüştü
satırlara. Yeni bir çığırın ilk işaretleriydi beyaz sayfalara döktükleri. Ahlâkı
ve mahremi zedelemeden de konuşabilirdi kalem… O konuşturdu işte. Kalemini
kirletmedi nefes aldıkça. Kiralık düşüncelere itibar etmedi hiç....
Şair; defterinin son sayfasına yazdı en büyük şiirini.
Yazdı ve çekip gitti. Kitaplarını, şiirlerini şahit bıraktı yaşadığına dair… Göçtü
şair hayatın merkezinden sonsuzluğun merkezine… “Ömer Lütfi Mete merhumun ruhu
için…” diye başladı nur yüzlü imam cenaze namazına. Dualar âminlere karıştı.
Saf tuttu kalabalık, kenetlendi bir dostun vedasında. Ölüm gündemi belirledi
bir kez daha… Fakat bu ne ilk ne de son düşen közdü yüreklerin yamacına.
Ölümün çağrısına kulak verdi söz burcunun sahibi… Şairdi,
yazardı, senaristti, entelektüeldi musallada dua bekleyen yiğit… Fakat söz
sükût eylemişti şairin dudaklarında. İman ve amel konuşmaya başlayacaktı sözün
bittiği yerde. Uhrevi senaryolar karşısında dünyevî senaryoların lâl
kesilecekti dili… Kalemin susuşundan mana çıkaracaktı âlem…
Şair yazıp bitirmişti bu dünyaya ait senaryolarını. Hayat
da bir senaryo değil miydi hattı zatında… Yeni senaryolar için zaman
tükenmişti. Söz tükenmese de söz hakkı tükenmişti dünya denen bu son
istasyonda. Yazılacak onca şiir ve kitap
varken ruh çağrılmıştı kopup geldiği diyarlara. Ertelenecek bir şey değildi bu
davet… Davete icabet etti şair… “Bir tel kopar ahenk ebediyen kesilir” demişti
ya şair… İşte öyle oldu bu kez de…
Ötelere göçen şair bir yanını dünyada bırakmıştı. Duygu
harmanları olan şiirlerini sevdiklerine hibe etmişti. Şiirlerinde bırakmıştı
sesinin ahengini… Kısa ömründe uzun muhabbetler dermişti gönül bağından. Gayesi
ve sermayesi sözden ibaretti zira. Katlar, yatlar, mücevherler bırakmadı geride
kalanlara. Söze mührünü basıp gitti son sözünü söyleyerek…
Bir sonbahar vakti döküldü söz ağacının sararmaya yüz
tutmuş yaprakları. Kar beyaz kasımpatılar kondu bir şairin son istirahatgâhının
tümseğine. Ruh sükûna erdi hayatın keşmekeşinde. Şair mahşerde sevgiliye sunmak
için iri güllerini de aldı yanına.
Aşk adamıydı Ömer Lütfi Mete… İnandıklarına aşkla bağlıydı
o… Onun aşkı Hakk’a, hakikate, can taşıyan bütün cismeydi. Hayatı anlama
gayesiydi bütün çırpınışlarının temeli. Onu anlayan, ağlayandı yeri geldiği
zaman. Teslimiyetti kulu Hakk’la bütünleştiren. Hallac-ı Mansur’dan Mevlana’ya
uzanan yolun yolcusuydu besbelli… Ürküten değil, sevdirendi o… Çelişkileri
sorgulayandı. Kavramlar çıkmazında kalanlara kılavuzdu süreyya misali…
Düşleri, düşünceleri ve heyecanları vardı şairin… Bunlardı
onu hayata bağlayan. Yeri geldiğinde heyecanlarını inançla, coşkularını sükûnetle
dizginlemesini bilendi O… Akıl süzgecinden geçen heyecanları mantık elbisesini
kuşanıyordu nihayet… ‘Alperenlik’ söze bürünmüştü şahsında. “Deli Yürek” veli
yürekten beslenerek yarınlara sesleniyordu.
Slogan adamı değildi merhum Ömer Lütfi Mete… Fikrin
çilesini çeken, hayatın anlamını layık olduğu yere oturtan derviş ruhlu bir
adamdı. Sinemamıza bahşettiği müstesna soluk, uzun yıllar daha varlığını
hissettirecektir şüphesiz. Kire bulaşmadan, gerçekleri tersyüz etmeden de
ölümsüz eserler yazılabileceğini ispatlamıştı fildişi kulelerden bakanlara…
“Allahsız Müslümanlık” peşinde koşan sergerdelere bayrak
açmıştı yiğitçe. Neşter vurmuştu zihinleri bulandıran çelişkilere. Kulu
Allah’la aldatanların önüne bir iri gölge gibi dikilmişti. O, umarsızlıklara ve
umursamazlıklara karşı çekti kılıcını. Sorgulamadan yargılayanlara,
yargıladıktan sonra sorgulayanlara bildirdi haddini. Modern zamanda
Müslümanlığın ateşten gömleğini giyenlere Hakk’la hakkıyla iletişim kurmanın
yolunu öğretti. Gerektiğinde dünyayı elinin tersiyle itmenin önemini vurguladı
bu yolun yolcularına.
Merhum Ömer Lütfi Mete’nin oyuncağı sözcüklerdi. Onları bir
hamur misali yoğurur, farklı çeşnilerle okurun zihin sofrasına servis yapardı.
Şiirin ayrı bir yeri vardı onun hayatında. Duygu ve düşüncelerini şiirin
tılsımına büründürerek mısralarda bayraklaştırmıştır.
Ölüm her şair gibi Mete’yi de
ilgilendirmiş. Ölümsüzlüğe giden yolcunun son istasyonu olan ölüm, onu da
etkilemiş derinden. Dizelerinde ölümün masmavi sularına açmış yelkenini. Fakat
o, bu yolculuktan ürkmemiş, mümin tevekkülüyle teslim olmuş onu bu yolculuğa
çıkaracak melekü’l-mevt’e… Sadece gülümsemiş yolculuğa çıkacağı kılavuzuna.
Karadeniz gibi hırçın bir delikanlıydı o… Fakat hırçınlığı
vatan sevgisiyle bilenmişti onun… Yüreği Yunus’un sevgisiyle, Mevlana’nın
hoşgörüsüyle donanmıştı.
Sözünü özüne kazımıştı şair… Tek silahıydı kelimeler… “Çıkma önüme koca dağ
yıkıl git/Budur benim tufan olup yağdığım vakit/Hangi güç
vurabilir bana kilit” diyecek kadar da mangal yürekli bir insandı o… Fakat onun
söz silahı kurşun değil, gül atardı hedefine.
“Yiğidi gül
ağlatır, gam öldürür.” diyen şair, bir gül sevdalısıydı. Dualara tutunmuştu
kalbi tekleyen şair… Dualarla selamet bulmuştu çırpınan yüreği. Ama nereye
kadar!...
Yine bir gün kalbi tekledi ruhunu sözlerle besleyen kalem
erbabının… Uzun süre yoğun bakımda ölüm
kalım mücadelesi verdi kelimelere ruh üfleyen şair… Dost eller şifa bulması
için kalktı semaya. Kader vardı alnımıza kazınan… Dualar ecele perde olamazdı
besbelli… Nekahet sandıkları son
çırpınışlarıydı zaman perdesinde gül yüzlü şairin…
Hayalleri vardı, bitmemiş onca işi vardı herkes gibi…
Kitaplara, canından çok sevdiği kitaplara geri dönecekti sağlığına kavuşunca. Ama
olmadı, çünkü boşaldı ömrün aküsü…
Şair; defterinin son sayfasına yazdı en büyük şiirini.
Yazdı ve çekip gitti. Kitaplarını, şiirlerini şahit bıraktı yaşadığına dair… Dostları
ebedî dostluklarının canlı tanığı…
O şimdi Kurtlar Vadisi’nden Ruhlar Vadisine yol almış bir ahir
zaman yolcusu… “Yiğidin burcu ölüm” diyen söz üstadı şiirin devamında “Feleğe
dayandım gülüm/Öldüm de uyandım
gülüm/Öldüm de uyandım” diye de devam ettiriyordu Kurtlar
Vadisi’nin “Bu şehir girdap gülüm” adlı türküsünde… Sanki bugünlere göndermelerde
bulunuyordu şiir lisanıyla…
Çengelköy Mezarlığı misafirine açmış kollarını. Toprak gül
kokuyor kabristanda. Allah rahmet eylesin toprağa bağrını açmış taze ölüye.
Ruhun şâd olsun büyük şair!…