M. NİHAT MALKOÇ
Batı Trakya'daki Türk varlığı, aradığı
huzuru bir türlü bulamamıştır.
Gümülcine ve onun yanı başındaki İskeçe,
İstanbul'dan çok daha evvel Türk-İslâm yurdu olma şerefine nail olmuştur.
Türk-İslâm kültürüne ait unsurlarla tezyin edilen ve Türk kokan Eski Cami ve İstanbul'un
kadim sokaklarından farksız olan Gümülcine sokakları bunun canlı şahididir.
Şehrin muhtelif yerlerinde elif gibi dik duran çınarlar Osmanlı yadigârıdır. Tanıdık
görüntülerin ve lezzetlerin sizleri karşılayacağı Türk Çarşısı, 1885 yılında
II. Abdülhamid'in fermanıyla inşa edilen Tarihî Saat Kulesi, Osmanlı
Devleti’nin kuruluş döneminde görev alan bir kumandan olan Gazi Evrenos Bey’in
ismini taşıyan ve Osmanlı Türk mimarisinin ilk örneklerinden biri olan Gazi
Evrenos Bey İmareti, 1608 yılında inşa edilen ve ilk dönem Osmanlı mimarisine
uygun olarak tasarlanan Eski Cami; tipik bir Türk şehri görünümünde olan Gümülcine'deki
Türk-İslâm eserlerinin başında gelmektedir.
Gönül
coğrafyamızın önemli mekânlarından
biri olan ve 550 sene boyunca Osmanlı idaresinde kalan Batı Trakya, bugün ne yazık ki sınırlarımızın haricinde
kalmaktadır. Meriç Nehri ile Türkiye’den ayrılan Batı Trakya, günümüzde
Yunanistan sınırları içerisinde yer almaktadır. Batı Trakya deyip de geçmemek
lâzım. Zira bu kadim topraklar İstanbul'dan daha önce fethedilmiştir. Bu güzel
şehir, kaybettiğimiz Balkan Savaşları sonrasında önce Bulgaristan'a, ardından
da Lozan Antlaşması'yla Yunanistan'a bırakılmıştır. Öte yandan Balkan Savaşlarından
sonra Anadolu'ya büyük göç hareketleri olmuş ve Balkanlarda Türk azınlığı
meselesi ortaya çıkmıştır. Bu çerçevede Batı Trakya'da yaşayan Müslüman Türkler
azınlık konumuna düşmüştür. Bu da birçok ciddi sorunun başlangıcını teşkil
etmiştir.
Batı Trakya Türk
azınlığının tüm hakları uluslararası antlaşmalarla garanti altına alınmış olsa
da, azınlıklar aleyhine gerçekleştirilen çeşitli uygulamalar hâlâ can
sıkmaktadır. Batı Trakya’da yaşayan Türklerin hukukî statüsü milletlerarası antlaşmalarla
tespit edilmiş ve 24 Temmuz 1923 tarihli Lozan Antlaşması ile nihaî şeklini
almıştır. Bu çerçevede Lozan Antlaşması'na bununla ilgili 40. madde
konulmuştur. Bu maddenin içeriği şöyledir: "Müslüman
olmayan azınlıklara ilintili olan Türk yurttaşları hukuk bakımından ve fiilen
öteki Türk yurttaşlarına uygulanan işlemlerin ve sağlanan güvencelerin
tıpkısından yararlanacaklar ve özellikle, harcamaları kendilerince yapılmak
üzere, her türlü yardım, dinî ya da sosyal kurumları, her türlü okul ve benzeri
öğretim ve eğitim kurumları kurma, yönetme ve denetleme ve buralarda kendi dillerini
özgürce kullanma ve dinî ayinlerini serbestçe yapma bakımından eşit bir hakka
sahip bulunacaklardır."
Antlaşmada açık ve net olan mevcut
hüküm bundan ibaretken ve Yunanistan Lozan Antlaşması hükümlerinin altına imza
atmışken, uygulama noktasında bir türlü istenen sonuçlar alınamamıştır. Batı Trakya'daki Türk varlığını ve onun
değerlerini kabul etmek yerine, daima bunları inkâr etmeyi seçen Yunan tarafı,
kangrene dönüşen sorunların yegâne kaynağı olmuştur. Antlaşmalarla kayıt altına
alınan haklar ve ödevler unutulmuştur. Lozan Antlaşması'ndaki
"karşılıklık" ilkesi Yunanistan tarafından görmezlikten gelinmiştir. Türkiye
bu ilkeye sadık kaldığı için Türkiye'de yaşayan Rumlar herhangi bir sıkıntı
yaşamamış, Yunanistan'daki (Batı Trakya'daki) Türkler ise sıkıntılardan bir
türlü kurtulamamıştır.
Batı Trakya'da Türklere yönelik Yunan
baskıları her dönem artarak devam etmiştir.
Tarihten bugüne kadar Yunanlıların
Batı Trakya'daki Türklere uyguladığı baskı politikasının esas gayesi, öncelikle
onları doğdukları ve doydukları ata topraklarından göçe zorlamak, bunu
sağlayamazlarsa da, onların birbiriyle kenetlenmesini temin eden dinî ve millî
değerlerini ortadan kaldırarak Yunan değerleriyle asimile etmektir. Çünkü
Yunanistan, Batı Trakya'da Türk varlığına hiçbir zaman tahammül edememiştir,
bundan sonra da edemeyecektir. Bugüne kadar yapılan zulüm ve haksızlıkların
altında bu tahammülsüzlük yatmaktadır. Onların yegâne amacı Batı Trakya'yı
olabildiğince Türklerden arındırmaktır.
Yunanistan'ın Batı Trakya'daki
Türklere yönelik baskı ve yıldırma politikaları çerçevesinde "Türk"
adıyla başlayan bütün kurumlar kapatılmış, bu isimle açılacak kurumlara asla
müsaade edilmemiştir. 1928'de kurulan Gümülcine Türk Gençler Birliği'nin,
1936'da kurulan Batı Trakya Türk Öğretmenler Birliği'nin ve İskeçe Türk
Birliği'nin kapatılması bunun acı örnekleridir. Bu arada Yunanlılar eğitim
konusunda da hep kendi isteklerini dayatmışlardır. Batı Trakya Türklerinin
kendi dillerinde eğitim yapmasına engel olmuşlardır.
Batı Trakya Türklerinin en büyük
sorunlarından biri de kendi dinî liderlerini ve müftülerini seçememesidir. Oysa
Atina Antlaşması'na göre Türk azınlığın kendi dinî liderlerini tayin etme hakkı
vardır. Fakat AB üyesi olduğu hâlde, hak ve hukuk tanımayan, uluslararası
kuruluşların antlaşmalarını görmezden gelen Yunanistan bildiğini okumaktadır.
Bugün, başta Rodopi ilinin merkezi
olan Gümülcine olmak üzere, Batı
Trakya'da yaşayan Türk soydaşlarımızın sayısı 150 binin üzerindedir. Bu rakam
çok daha fazla olabilirdi ama Yunanistan'ın baskı ve inkâr politikaları nüfusun
artışına da engel olmuştur. Bunun yanında Batı Trakya'daki Türklerin topraklarının
sudan sebeplerle ve cebren kamulaştırılması sorunu ve Türk kökenli çocuklarının
eğitiminin önündeki engeller hâlâ aşılabilmiş değildir. Bu coğrafyanın kadim
sahibi olan Türkler, kimlikleri olmasına rağmen "Türk" ismini
maalesef uzun yıllardan beri kullanamamaktadır. Yine kendi kültür ve
inançlarını özgürce yaşamalarına müsaade edilmemektedir. Türkçe yazılmış
gazete, dergi ve kitaplar sakıncalı görülmektedir. Aynı şehirde yaşamalarına
rağmen Yunanlılardan farklı uygulamalara (ayrımcılıklara) tabi tutulmaktadırlar.
Bu aslında bir sorundan öte, bir bıktırma taktiğidir. Yunanlılar bunu temcit
pilavı misali soydaşlarımızın önüne ısıtıp ısıtıp koymaktadır.
Batı Trakya'nın gözbebeği Gümülcine,
Osmanlı'nın izlerini muhafaza etmektedir.
Bundan birkaç yıl
evvel bir ERASMUS projesi olan "Duvarsız Okullar Projesi" kapsamında
Yunanistan'a, Yunanistan'ın Batı Trakya bölgesine bir haftalık unutulmaz bir gezi
yapmıştık. Akşam saatlerinde otobüsle
Yunanistan'ın Batı Trakya bölgesine hareket etmiştik. İpsala Sınır Kapısı'ndaki
pasaport kontrollerinden sonra Batı Trakya topraklarına ayak basmıştık.
İstanbul-Gümülcine arasında gerçekleşen 4-5 saatlik keyifli bir yolculuktan
sonra Türk soydaşlarımızın yoğun olarak yaşadığı Gümülcine'ye varmıştık. İçimizde
büyük bir coşku ve heyecan vardı. Çünkü 550 sene boyunca Osmanlı'ya yurt olan
topraklardaydık.
İlk gün Yunanistan'ın sakin
yerlerinden birisi olan Maronya kasabasına gitmiştik. Maronya Antik
Tiyatrosu'nu gezmiştik. Ertesi gün de Gümülcine'den bir saat uzaklıktaki,
Türkiye sınırına oldukça yakın olan, Keşan ve Enez'in görülebildiği Evros Nehri
Deltası'na hareket etmiştik. Ardından da Ege Denizi'ne nazır güzel bir şehir olan
Dedeağaç'a(Yunanların deyimiyle Aleksandropolis)
varmıştık. Gümülcine'ye döndüğümüzde bu
şehrin iki büyük tarihî camiinden biri olan Yeni Cami'de kalabalık bir
cemaatle cuma namazımızı eda etmiştik.
Bugün Türklerin
yoğunlukta olduğu Rodopi
ilinin merkezi olan Gümülcine'de yedi tane tarihî
cami var. Bu camilerin en önemlileri tarihî Eski Cami ve Yeni Cami.
Gümülcine'nin merkezinde bulunuyorlar.
Yeni Cami'nin bitişiğindeki Saat Kulesi II. Abdülhamit zamanında Abdülkadir
Kemal Paşa tarafından 1885 yılında yapılmıştır.
Türklerin
kökenlerini unutturmak isteyen Yunanlılar, asimilasyon politikası uyguluyorlar.
Türkleri özlerinden koparıp Yunan kültürüyle yoğurmak istiyorlar. Yunanlar
Türklerin yoğun olarak yaşadığı şehirlerden Gümülcine'ye Komotini, İskeçe'ye
Santi, Dedeağaç'a Aleksandropolis, Sofulu'ya Soufli diyorlar. Türk isimlerini asla
kullanmıyorlar.
Besim amcayla İskeçe yolunda mâziye
uzanmak...
Gezimizin
ilerleyen günlerinde Gümülcine'deki şirin bir Türk lokantasında arkadaşımla
yemek yerken İskeçe'ye gitme kararı aldık. Nereden ve nasıl gideceğimizi sesli
olarak düşünürken yanımızda oturan ve konuşmalarımızı dinleyen yaşlı bir amca,
temiz Türkçesiyle "Ben sizi İskeçe'ye
götürebilirim" dedi. İskeçe, Gümülcine'ye nerden baksan 50 km uzakta. Her
ne kadar "Hayır. Gerek yok. Biz gideriz" desek de, sonradan adının
"Besim" olduğunu öğrendiğimiz yaşlı amca bizi İskeçe'ye götürmekte
kararlı olduğunu gösterdi. Bu ilgi ve ısrar karşısında şaşırdık doğrusu. Bir o
kadar da mutlu olduk. Beş dakika sonra arabasıyla, yemek yediğimiz lokantanın
önüne geldi. Arabaya biner binmez yola koyulduk.
Batı
Trakya'da soyadı yok. Aile büyüklerinin adıyla anılıyorlar. Besim amcamızın
soyunda "Ali" isimli biri olduğu için o, "Besim Ali" ismini
kullanıyor. Türk kökenli olduğu için Türkleri çok seviyor. Kırk sene
Türkiye'nin Atina Büyükelçiliği'nde ve Gümülcine Başkonsolosluğu'nda çalışmış.
18 sene evvel de sevgili eşini kaybetmiş. "Ben İskeçeliyim. Kızlarımla
Gümülcine'de yaşıyorum. Sizin vesilenizle İskeçe'yi de görmüş olurum" diyor.
Yol boyunca derin muhabbetlere dalıyoruz kendisiyle. Engin tarih bilgisi bizi
şaşırtıyor.
Besim amca
77 yaşında; ama hayat dolu bir insan. Hayatını dolu dolu yaşamış. Türkiye'yi ve
birçok Avrupa ülkesini görmüş. Yaşını hiç göstermiyor. İskeçe'ye giderken yol
üzerinde onlarca Türk köyünden geçiyoruz. Besim amca, etrafından geçtiğimiz her
köyü bize tanıtıyor. İskeçe yolu üzerindeki köy adlarını tek tek not alıyorum.
"Müsellim, Susurköy, Narlıköy, Kozlardere, Yassıköy, Yalımlı, Bekirli,
Sünnetçi, Karacanlar, Yelkenciler, Dinkler, Höyükköy, Gökçeler, Sakarya, Koyun,
Misvaklı, Meşe, Nuhçalı, Ortakış, Bayatlı, Kargılı Sarıca, Hasköy" adlı
köylerden geçiyoruz. Köylerin hepsinde de cami var. Yanından geçtiğimiz bu
yerleşim yerleri tipik Anadolu köylerini hatırlatıyor bize. İskeçe'ye
vardığımızda güzel bir şehirle karşılaşıyoruz. Şehri hakim bir noktadan gören
bir tepeye çıkıp bir kafede Besim amcanın bize ısmarladığı geleneksel içecek
olan "frabbe"lerimizi içiyoruz. İskeçe'nin
doyumsuz manzarası adeta usta bir ressamın elinden çıkmış bir tabloyu
andırıyor. Besim amcanın bu hakim tepede küçük ve şirin bir evi var. İnşaatı
henüz bitmemiş bu evin bahçesinde soluklanıyoruz. İki üç katlı ahşap evleriyle
ve mütevazı cami ve minareleriyle İskeçe, bu noktadan da çok güzel görünüyor.
Frabbelerimizi yudumladıktan sonra Besim amcanın taksisiyle şehir turu
atıyoruz. İskeçe'yle vedalaştıktan sonra farklı bir yoldan Gümülcine'ye
dönüyoruz. Aynı yoldan dönmeyişimizin sebebi, daha farklı yerleri görebilmek...
Besim amca böyle de bir kıyak yapıyor bizlere. Batı Trakya Gümülcine'siyle, İskeçe'siyle
ve Dedeağaç'ıyla alabildiğine düz bir ova görünümünde. Akıllara durgunluk
verecek kadar verimli boş arazı var buralarda. Gözün gördüğü her yer tarla.
Kimisi ekilmiş, kimisi ekilmemiş. Yunanistan'ın bu bereketli toprakları nedense
verimli kullanılmıyor.
Gümülcine'nin
köyleri ve köylüleri Anadolu köy(lü)lerinden hiç de farklı değil.
İskeçe
gezisinin manevî lezzetiyle adeta sarhoş olmuştuk. Tatlı bir yorgunluğun
ardından Gümülcine'ye vardıktan sonra, daha önce tanıştığımız Salih isimli
Gümülcineli bir arkadaş bizi, saat geç olsa da, daha evvel planladığımız üzere
köyüne götürmek istiyor. Biz de bu güzel yürekli soydaşımızın ısrarcı teklifini
geri çeviremiyoruz. Salih'in taksisine binip Karacaoğlan Köyü'nün yolunu
tutuyoruz. Şehrin 13 km uzağındaki köye vardığımızda şirin bir Anadolu köyüyle
karşılaşıyoruz. Köyün camisi, kahvesi, fırını, bakkalı ve köy odası var. Bizi
evine davet eden Salih Bey de köyün üç muhtarından birisiymiş. 2-3 metre
yüksekliğindeki dış duvarlarla çevrili evin geniş iç avlusuna hayran kalıyoruz.
Bu tek katlı evin genişliği ve ince işçiliği bizi şaşırtıyor. Evin bir
köşesinde kuzine yanıyor. Daha sonra pastalar ve çay geliyor. Çayımızı
yudumlarken muhabbet de iyice koyulaşıyor. Evin hanımı üniversiteyi Trabzon'da,
Fatih Eğitim Fakültesi'nde okumuş. Şimdi Kur'an öğretmenliği yapıyor. Belli bir
zaman geçtikten sonra evin büyükleri Hüseyin amca ve eşi geliyor. Bizi büyük
bir sevgiyle ve muhabbetle kucaklıyorlar. Eskiden çektikleri sıkıntıları
anlatıyorlar. İnsan kendini bir başka ülkede gibi hissetmiyor. Bir Anadolu
sıcaklığı var burada.
Dr. Sadık
Ahmet, Batı Trakya Türklerinin Yolbaşçısıdır.
Batı Trakya deyince aklımıza
öncelikle ve özellikle Dr. Sadık Ahmet gelir. Batı Trakya ile onun adı adeta
özdeşleşmiştir. O, baskı ve yıldırmalara sahne olan bu coğrafyadaki Türk
azınlığın en büyük hamisi olmuştur. Doktorluk mesleğinden daha çok, Batı Trakya
Türklerinin dertleriyle ilgilenmiş, bir ömür boyunca çözüm arayışları peşinde
koşmuştur.
Batı Trakya
Türklerinin varlık davasını sırtlayan Sadık Ahmet, 7 Ocak 1947 tarihinde Batı
Trakya'daki Gümülcine vilâyetinin Küçük Sirkeli köyünde dünyaya gelmişti. İlköğrenimini
köyünde yapan Sadık Ahmet, orta ve lise öğrenimini Gümülcine'deki Celâl Bayar
Lisesi'nde tamamlamıştı. Tıp tahsilinin ilk yılını (1966-1967) Ankara Üniversitesi
Tıp Fakültesi'nde geçirdikten sonra
Selânik Üniversitesi Tıp Fakültesi'ne geçiş yapmıştı. Bu okuldan 1974
senesinde mezun olan Sadık Ahmet, Yunan ordusunda üç yıla yakın piyade olarak askerlik
yapmıştı.
Yunan ordusu yetkilileri, onun askerde mesleği olan doktorluk görevini
yapmasına müsaade etmemiştir. Bu bile onun ciddi bir ayrımcılığa ve tecride
tabi tutulduğunu gösterir. Sadık Ahmet, Orta Yunanistan’da bir süre mecburî
hizmet yaptıktan sonra 1978 yılında Batı Trakya’ya dönmüştür.Askerlik dönüşünde
Gümülcine'de başladığı cerrahlık ihtisasını başarıyla tamamlayarak cerrah
olarak vazifesine devam etmiştir.
Siyaseti, önderliğini yaptığı Batı
Trakya Türklerinin kangrene dönüşen sorunlarını çözmek için bir vasıta olarak
gören Dr. Sadık Ahmet, 8 Nisan 1990'da ikinci kez bağımsız milletvekili
seçilmiştir. Mevcut sıkıntıların milletvekilliğinin ötesinde, güçlü bir
teşkilâtlanmayla daha hızlı çözümleneceğine inanan Sadık Ahmet, Batı Trakya
Türklerinin haklarını savunmak için 13 Eylül 1991'de "Dostluk, Eşitlik ve Barış Partisi (DEB)'ni kurmuştur.
Batı Trakya Türklerinin ilk partisi olma özelliğini taşıyan söz konusu partinin
genel başkanlığını yine kendisi yapmıştır. Fakat bu sefer de Yunanistan 1993
genel seçimlerinden önce, seçim yasasında gerçekleştirdiği bilinçli ve sinsi değişiklikle
(bağımsızlar da dahil olmak üzere adaylara ülke genelinde %3 oranında oy alma
zorunluluğu getirilmesi) azınlıklara bir başka engel koymuştur. Bu, Sadık
Ahmet'in milletvekilliğinin engellenmesi için özellikle yapılmış bir
değişiklikti.Yunan makamları da bunu inkâr etmemiştir. Sadık Ahmet daha önceki
sisteme göre yeterli oyu almış olmasına rağmen, seçimlerdeki yüzde 3 barajı yüzünden
parlamentoya girememiştir. Böylece Yunanlılar onun sesini kıstığını
zannetmiştir. Fakat hayatını Batı Trakya Türklüğü davasına adayan Sadık Ahmet,
hiçbir zaman susmamış, davasının selâmeti için daima yeni arayışlar içerisine
girmiştir.
Dr. Sadık Ahmet, Batı Trakya Türklerinin
verdiği onur mücadelesinin simgesidir.
Türk kimliğini her fırsatta gururla
ve onurla vurgulayan Sadık Ahmet, Batı Trakya Türklerinin verdiği onur
mücadelesinin simgesidir. Bu coğrafyada yaşanan acılar ve mağduriyetler onu
derinden etkilemiştir. Bu durum onun henüz üniversite yıllarında siyasete ilgi
duymasına sebep olmuştur. Üniversiteden mezun olduktan sonra siyasete olan
ilgisi daha da artmıştır. Bu çerçevede Batı Trakya Türklerinin sorunlarına ilgi
duymuş, çözüm için çareler aramaya başlamıştır. Uluslararası kuruluşlara
başvurarak derdini onlara iletmiştir.
Batı Trakya
Türklerinin rahatını temin için rahatını bozan Dr. Sadık Ahmet, 25 Ocak 1990'da
Batı Trakyalı Türk azınlığın haklarını koruduğu ve Türkçe konuştuğu
gerekçesiyle mahkemeye çıkarılmıştı. Duruşma öncesinde Gümülcine Mahkemesi
önünde toplanan binlerce dava arkadaşına şu kararlı ve anlamlı konuşmayı
yapmıştı: “Bu akıllı adamlar içerde bizim ırkımızı inkar etmek istiyorlar!
Birisi, akıllının biri kalktı bana çingene dedi! Kendi soylarını takip
etsinler. Düne kadar onları Türkler baktılar, onları beslediler, ihanet ettiler
bunlar bize! Gelsinler size sorsunlar kim olduğunuzu. Bu tahkime yeri 1923’te
bu kadar insan toplamıştı, bir de bana bugün topladı (1990)! (Türk’üz! Türk’üz!
Türk’üz!) Bizim ırkımızı inkâr edebilecek adam yok! Siz de burada ispat
ettiniz! (Türk’üz! Türk’üz! Türk’üz !)”
Yunanlıların büyük bir korku ve
endişeyle her hareketini takip ettikleri Sadık Ahmet, Batı Trakya Türklük
davasına adanmışlığın simgesidir. Sadık Ahmet, Türk-İslâm davasına sadakatin
remzidir. Bir ölüp bin dirilmenin işaretidir. Haksızlık karşısında susmamanın
ve ölümüne dek direnişin ete kemiğe bürünmüş hâlidir. Coğrafyayı vatan yapmanın
ağır bedelidir. "Türk'üz!" demenin yasak olduğu bir zamanda ve
mekânda (Batı Trakya'da) her şeyi göze alarak avazı çıktığı kadar
"Türk!üz!, Türk'üz, Türk'üz" diye haykırandır.
Batı Trakya Türklerinin
çektiği sıkıntıların canlı şahidi olan Sadık Ahmet 1980'li yıllarda Batı Trakya
Türklerinin meselelerini dünya kamuoyuna duyurma kararı almıştır. 1985'te Batı
Trakya'da bununla ilgili imza kampanyasını başlatmıştır. Büyük gayretlerle
sürdürdüğü imza kampanyasında on beş binin üzerinde imza toplamayı
başarmıştır. Fakat Yunun makamları onun
bu çalışmalarını kendileri açısından tehlikeli bulmuş, 8 Ağustos 1986'da onu tutuklamıştır. Fakat o, bu gibi
cezalardan dolayı davasından taviz vermemiş; 25 Eylül 1987’de Selânik’e
giderek, Demokrasi İnsan Hakları üyelerine Batı Trakya Türklerinin meselelerini
konu alan bir broşür dağıtmıştır. O, bu eyleminden dolayı 1987 yılında, 2,5 yıl
hapis cezasına çarptırılmıştır. Uluslararası kuruluşlar bu anlamsız cezaya
itiraz ettikleri için söz konusu cezanın infazı süresiz olarak ertelenmiştir. Bunlarla
bağlantılı olarak 18 Haziran 1989 seçimleri öncesinde Dr. Sadık Ahmet'in milletvekilliği
adaylığı iptal edilmiştir.
Hayatını kutlu davasına adayan
özü sözü bir, örnek bir insandır Sadık Ahmet.
Türklüğe büyük bir
aidiyet duygusuyla bağlı olan Dr. Sadık Ahmet, Işık Ahmet Hanım'la evliydi.
Levent ile Funda adında iki çocuk babasıydı. Ne yazık ki çocuklarının güzel
günlerini görmek kendisine nasip olmamıştır. Zira kendisi öldüğünde kızı Funda
12, oğlu Levent ise 16 yaşındaydı. Eşi Işık Ahmet, Batı Trakya Türkleri
davasının her aşamasında, bu davayı adeta omuzlayan eşinin hep yanında ve
yakınında olmuştur. Batı Trakya Türklerinin sorunlarını çözmek için adeta mekik
dokuyan Sadık Ahmet, en büyük manevî desteği eşinden görmüştür. Kıymetli eşi,
onun günlerce eve gelememesine hoşgörüyle tahammül etmiştir. Batı Trakya
Türklerinin daha rahat ve huzurlu yaşaması için toplantıdan toplantıya koşan,
eşine ve çocuklarına yeterli zaman ayıramayan Sadık Ahmet'in bu yoğun temposuna
her kadın tahammül edemezdi. Işık Ahmet bu konuda örnek bir fedakâr eş
olmuştur. Onun içindir ki Batı Trakyalı 30 sivil toplum kuruluşunun aldığı
ortak bir kararla "yılın annesi" seçilmiştir.
Yunan makamlarının, Batı
Trakya Türklüğü davasının öncüsü Dr. Sadık Ahmet'i korkutma ve yıldırma
çabaları hiçbir zaman son bulmamıştır. Onlar baskı yaptıkça Sadık Ahmet'in azmi
ve gayreti de o ölçüde artmıştır. Sadık Ahmet bu çerçevede 26 Ocak 1990’da Batı
Trakya Türklerine “Türk” diye hitap ettiği için tekrar hapis cezasına mahkum
edilmiş, ancak iki ay Selanik Dudullu Hapishanesi'nde yattıktan sonra, geri
kalan cezası para cezasına çevrilerek serbest bırakılmıştır. Batı Trakya
Türklerinin hak ve özgürlük mücadelesinin öncüsü olan Dr. Sadık Ahmet'in hapse girmeden önce söylediği "Sadece Türk
olduğum için hapse götürülüyorum. Eğer Türk olmak suçsa, şunu tekrarlıyorum:
Türk'üm ve öyle kalacağım." şeklindeki sözleri onun azim ve
kararlılığını göstermesi açısından önemlidir.
Hayatını davasına adayan merhum Dr.
Sadık Ahmet; tıpkı Doğu Türkistan Türklerinin lideri İsa Yusuf Alptekin gibi, Azerbaycan'ın bağımsızlığının öncüsü Ebulfez
Elçibey gibi Türk dünyasının saygın öncülerindendir. Bunlar gibi adanmış
değerler az yetişiyor. Onların adını yaşatmak boynumuzun borcudur. Bu minvalde,
başta Ankara'da Dışışleri Bakanlığı'nın bulunduğu büyük cadde olmak üzere,
Türkiye'de birçok caddeye, sokağa, parka, hastaneye ve eğitim kurumuna Dr. Sadık
Ahmet'in adı verilerek güzel bir vefa örneği gösterilmiştir.
Batı Trakya davasının serdengeçtisi Sadık
Ahmet şehitler kervanının yolcusuydu. Dr.
Sadık Ahmet; 24 Temmuz 1995'te, Batı Trakya'daki
azınlığın haklarını koruyan Lozan Barış Antlaşması'nın 72. yıl dönümünde, henüz
48 yaşındayken Gümülcine'ye bağlı Susurköy (Sostis)'de şüpheli bir trafik
kazasında hayatını kaybetmiştir. Bu,
aslında kaza süsü verilmiş bir cinayettir. Zira Sadık Ahmet, otomobiliyle kendi
yolunda seyrederken Yunanlı bir kişinin kullandığı traktör kenarda dururken bir
anda yola çıkmıştır. Kaza esnasında arabada bulunan Sadık Ahmet'in kızı, oğlu
ve eşi de ağır yaralanmıştır. Dr. Sadık Ahmet, Gümülcine yakınlarındaki Kahveci
Mezarlığı'nda defnedilmiştir. Temmuz'un 24. günü
Batı Trakya Türklerinin hüzün günüdür. 24 Temmuz, Yunan'ın çirkin yüzünü
hatırla(t)ma günüdür.
Ölüm
mukadderat... Fakat dava uğruna ölmek şereflerin en büyüğü... Türk-İslâm
ülküsünü yaşamak ve yaşatmak uğruna ölmek ise aslında ölümsüzlüğün eşiği...
Rabbimiz Bakara Suresi'nin 154. ayetinde onlar için "Allah yolunda
öldürülenler için “ölüler” demeyin. Hayır, onlar diridirler, fakat siz
bilemezsiniz." diyor. Batı Trakya
Türklerinin yolbaşçısı Dr. Sadık Ahmet'e, ölümünün 29. sene-i devriyesinde
Allah'tan gani gani rahmet diliyorum.