“Öğretmenlik
her şeyden evvel bir Tanrı sanatıdır.” Platon ‘Eflatun’( Atina. Flozof MÖ
428- 348) diyerek, öğretmenlik mesleğinin kutsal bir meslek olduğuna vurgu
yapmıştır.
Hz. Ali (Arap İslam Devleti'nin 656-661 yılları arasındaki halifesi) ise, “Bana
bir harf öğretenin kırk yıl kölesi olurum.” Söylemiyle de öğretmeni
yüceltmiştir.
Bu güzide insanların kutsadığı
öğretmenlik, dünyanın her yerinde halkların gönlünde, diğer bütün meslekler arasında
saygın ve ayrıcalıklı yerini korumaktadır.
Çocuğun ilk öğretmeni kuşkusuz ki
ana, baba yani ailedir. Aile kendi ahlaki değerlerini, inancını, çocuğun ana
dilini, aile içindeki sevgi, saygı ve dayanışma ortamında çocuğa aktarır. Çocuk,
ilk bilgileri aile de görür, yaşar, öğrenir. Ailenin yüceliği ve kutsallığı da
diğer tüm özgün ve özel sebeplerin yanında, bu, ilk öğretmen olmalarından
kaynaklı olduğunu düşünüyorum.
Bu kadar değerli, değerli olduğu
kadarda sorumluluğu olan bu hizmeti yürütecek kişilerin, Öğretmen kimliğini
kazanabilmesi için Kurumsal bir yapıya, programa, öğretmenlere ve bütçeye
gereksinim vardır. Günümüzde bütün ulus devletler, bu gereksinimden dolayı
kendi milli değerlerini gözeterek kurumsal yapıyı oluşturup, en yukarıda sorumlu
Bakanlığa ya da Bakanlık benzeri
oluşumlara bağlamışlardır.
Bizde de 1924 Anayasasıyla bütün
Eğitim kurumları ve bu günkü Eğitim Fakülteleri Milli Eğitim Bakanlığına (MEB)
bağlıdır diyerek konumuza dönelim.
Mustafa Kemal paşa daha Kurtuluş
Savaşının tozu dumanı içinde Eylül 1921’de Haymana ovasında top sesleri
Ankara’dan duyulurken 1. Eğitim şûrasını toplayarak cehaletle mücadelesinin
önemine de im koymuştur. Eğitimde Latin harflerinin kabulü (1928) ile okuma
yazma seferberliği başlatmış, Elindeki mevcut öğretmenlerle, Eğitmen yetiştirip
köylere öğretmen olarak göndermiştir. Hedefi, cehaletin ortadan
kaldırılmasıdır. Bu hedef doğrultusunda, Cumhuriyet hükümeti 17 Nisan 1940’da
Köy Enstitülerini açarak, köyleri gerçek anlamda öğretmene kavuşturmuştur.
Kuşkusuz ki Öğretmenlere, hak ettiği
en büyük değeri Mustafa Kemal Atatürk vermiştir. Bu anlamda, İstanbul’dan
Bursa’ya gelen öğretmenlerin Mustafa Kemal Paşa’yı ziyaretlerinde (27 Ekim
1922) Mustafa Kemal Paşa, “Ulusları
kurtaracak olan yalnız ve ancak öğretmenlerdir” diyerek; cehaletle mücadele
de öğretmenlere ağır, bir o kadar da onurlu görev ve sorumluluk vermiştir.
Kütahya Lisesini ziyaretinde (24 Mart
1923) Atatürk, “Memleketimizi,
toplumumuzu gerçek hedefe, gerçek mutluluğa ulaştırmak için iki orduya ihtiyaç
vardır. Biri vatanın hayatını kurtaran asker ordusu, diğeri memleketin
geleceğini yoğuran irfan ordusudur. Bu iki ordunun her ikisi de kıymetlidir,
yücedir” diyerek; nasıl ki askerler,
vatanı savunmak için yaralanmayı, hatta ölmeyi göze alıyorlarsa, Öğretmenler de
aydınlanma ve çağdaşlaşma yolunda önüne çıkarılacak tüm engellere direnme, aşma
görev ve sorumluluğu vermektedir.
TBMM’de (1923) Millet Vekili Maaşları görüşülürken, Atatürk’e danışırlar.
“vekillere ne verelim?”
Atatürk, “Öğretmen maaşlarını geçmesin!” diyerek, öğretmenin ekonomik olarak
da nerede olması gerektiğini göstermiş, direktifini vermiştir.
26.8.1924’de Ankara’da toplanan
Öğretmenler Kurultayında da Atatürk, öğretmenlere şöyle seslenir; “Öğretmenler! Yeni nesli, Cumhuriyet’in
özverili öğretmenleri ve eğitmenleri, sizler yetiştireceksiniz, yeni nesil
sizin eseriniz olacaktır” diyerek, devam eder, “Cumhuriyet sizden fikri hür, vicdanı hür irfanı hür nesiller ister.”
Genç Cumhuriyetin Cumhur Başkanı Atatürk’ün “Unutmayınız ki cumhurbaşkanı bile sınıfta
öğretmenden sonra gelir” diyerek, adeta kendinden öne aldığı öğretmenlerin
günümüzde düşürüldüğü duruma bakalım.
Öğretmenler ilk defa 1908 yılında
daha iyi bir yaşam talebiyle Encümen-i Muallimin adıyla örgütlenir. Bir yılını
doldurmadan oluşumun başkanı Rıza Bey, Hareket Ordusu tarafından tutuklanır
1909 örgüt de dağılır.
Encümen-i Muallimin, TÖDMF (Türkiye
Öğretmen Dernekleri Milli Federasyonu), Türkiye Öğretmenler Sendikası (TÖS), İLKSEN, (Tüm Öğretmenler Birleşme ve Dayanışma
Derneği) TÖB-DER, Emekli Öğretmenler Derneği) Eğit-Der, Eğitim-İş, Eğit-Sen, Eğitim-Sen, (Öğretim
Elemanları Sendikası) ÖES gibi adlarla; yasaları da zorlayarak, fiili mücadele
ile kazandığı gerek dernek, gerekse sendikaları aracılığıyla Eğitim Emekçilerinin, ekonomik, demokratik hak mücadelesi o günden,
bu güne kesintisiz devam etmektedir.
Elbette soruşturmalar, sürgünler, gözaltılar, işkenceler, meslekten atılma gibi
her türden baskı ve kıyımlara direnerek ve ağır bedeller ödeyerek.
Bu anlamda, 12 Mart 1971 darbesi ile
başlayan kıyım ve zulüm, 12 Eylül 1980 faşist darbesiyle hız kesmeden devam
eden kıyım ve zulüm adeta yıkıma
dönüşmüştür
12
Eylül Darbesi ve sonrası
Darbenin ardından 650 bin kişi gözaltına alındı. 1 milyon 683
bin kişi fişlendi.
Açılan 210 bin davada 230 bin kişi yargılandı. 7 bin kişi için idam cezası
istendi.
517 kişiye idam cezası verildi, 50 kişinin cezası infaz edildi. İdam edilenlerden
biri de (17) yaşında çocuk kabul edilen
Erdal Eren’dir
171 kişinin gözaltında işkenceden öldüğü belgelendi.
47 hakimin işine son verildi.
3 bin 854 öğretmen ve 120 öğretim üyesi görevden alındı.
15 Temmuz darbe girişimi sonrası,
Gazete Duvar’ da verilen bilgiye göre;
(KHK) Kanun Hükmünde Kararname’ler ile 113 Bin 440 kamu görevlisi ihraç edildi.
Bunlardan 41Bin 5’ Eğitimci.
İhraç edilen 41 Bin 5 eğitimcinin, 33
Bin 965 Öğretmen, 5 Bin 740 Akademisyen, 1300 İdari personel.
Bu sayılar bize, darbeler nereden
gelirse gelsin, toplumun, en aydın, en direngen örgütlü gücünü oluşturan öğretmenlere
kıyım yapmak için geldiğini, düşündürüyor.
Günümüzde Ataması yapılmayan
öğretmen sayısı yaklaşık 500 Bin, sınıflarda aynı işi yapan, ayrı, ayrı ücret
alan, öğretmenler; Kadrolu öğretmenler, ücretli (Ders ücreti karşılığı çalışan)
öğretmen sayısı 76 Bin, sözleşmeli (Askari ücret karşılığı çalışan)
öğretmen sayısı 103 bin.
öğretmenleri farklı ücretlerle çalıştırarak, Öğretmenlik mesleğini itibarsızlaştırarak,
öğretmenlerin de itibarsızlaştırmak istendiğini biliyoruz.
***
24
kasım 1928
Millet Mekteplerinin açılışı ve
Atatürk’ün Başöğretmenliği kabul tarihidir.
Bu güzel ve anlamlı gün, anlamına
uygun kutlanmalıdır.
Mesela Türkçenin zenginliği,
güzelliği, anlatılmalı. Latin harfleriyle yazmanın Türkçeyi daha da
güzelleştirdiğinden söz etmeli. Okuma günü, yarışmalar falan düzenlenmeli.
24 Kasım Öğretmenler Günü değildir
12 Eylül Faşist Darbesini
yapanlar, İşkencelerde canını aldığı, kanını döktüğü gençlerin, o gençleri
yetiştiren anaların, babaların ve öğretmenlerin dostu değil, katilidir. Kanlı
elleriyle verdikleri “gün” biz
öğretmenlerin günü olamaz, olmamalıdır.
“Öğretmenler Günü” olarak kutlanmamalı. Çünkü yukarıda ki sayılar bize
öğretmenlerin onurlarının kırılmak istendiğini, bu çabaların günümüzde de hız
kesmeden devam ettiğini göstermektedir.
Oysa Atatürk ne demişti, “Öğretmenler yeni nesil sizlerin eseri
olacaktır.”
Atatürk elbette, “fikri hür, vicdanı hür” çağdaş ve onurlu bir nesil
yetiştirmemizi istemişti bizlerden.
”Onuru
kırılmış öğretmenlerin, onurlu bir nesil
yetiştirmesi beklenemez”
O zaman, 24 Kasım, onurumuzu
korumak için neler yapmamız gerektiğinin, onurumuzu kırmaya çalışanlara karşı
nasıl mücadele edeceğimizin de tartışıldığı bir gün olarak görülmelidir.
“Eğitime bütçe, öğretmene itibar”
şiarıyla her alanda mücadele yükseltilmelidir.
Çalıştığınız kurumdan emekli
olabilirsiniz ama unutmayınız ki;
“Öğretmenlikten ve mücadeleden emekli
olunmaz!”
24
kasım 1928, Millet Mekteplerinin açılışı ve Atatürk’ün Başöğretmenliği
kabul tarihidir diye kutlayacaksak, Baş öğretmenimiz Mustafa Kemal Atatürk’ün,
cehaletin karanlığını yırtarak, ufkumuzu nasıl aydınlattığını; bu uğurda nasıl
bir mücadeleyi göğüslediğini unutmadan, anlamına uygun kutlanmalıyız.
Yazımı, TÖS (Türkiye Öğretmenler
Sendikası) Başkanımız ve öğretmenimiz Fakir Baykurt’u ve mücadelede
yitirdiğimiz tüm öğretmenlerimizi sevgi, saygı ve tazimle anarak, Fakir
Baykurt’un sözleriyle sonlandırıyorum.
“Öğretmen yalvarmaz, öğretmen boyun eğmez, öğretmen el
açmaz, öğretmen ders verir!”
---------------------------------------------Tahir Eker 23 Kasım 2020