Bugün kafanızı biraz karıştıracağım:

Mustafa Kemal 1931 Yılında İçişleri Bakanı Şükrü Kaya’ya Çanakkale’de okuması için bir nutuk vermişti ve bu nutku oku’’ Demişti.

17 Ağustos 1931 de Çanakkale’ye ayak basan Şükrü Kaya da 18 Ağustos 1931 de Atatürk’ün hazırlayıp kendisine verdiği bu nutku okumuştu Çanakkale’de.

Şimdi yazıyı dikkatle takip edenler ‘’ Hocam, bir dakika. Geçen Bölümde 1934 demiştiniz. Bir anzak  askerinin Annesinin 1934 yılında Atatürk’e yazdığı mektuptan sonra demiştiniz. Hatta 18 Mart 1934 demiştiniz’’ Diyecektir ki doğrudur. Aynen öyle demiştim. Çünkü herkes öyle diyordu. Demesine diyordu ama işin öaslı öyle değildi.

İşin aslı şu: Hiç bir kaynakta Anzak Annenin Mustafa Kemal’e yolladığı bir mektubun orijinalini görmek mümkün değil. Ne 1931 ve ne 1934 de...

Çanakkale’de 1934 Yılında Dışişleri Bakanı Şükrü Kaya’nın okuduğu bir nutuk filan da yok.

Ne var Peki?

1931 Yılının 18 Ağustos Günü İçişleri Bakanı Şükrü Kaya’nın Çanakkale’de ve dahi herhangi bir Zafer Anıtımız olmadığı için Mehmet Çavuş anıtında ( 1. Resimde gördüğünüz) okuduğu bir nutuk var.

‘’Eee 1934 nereden çıkıyor. Kaldı ki bugün gerek Çanakkale’deki Anzak anıtında, gerekse Avustralya ve Yeni Zelanda’daki Anzak anıtlarında son kelime Atatürk-1934 tür. ‘’ Diyorsunuz mutlaka

Bu aslında uzun bir hikayedir.

Hani geçen bölümde demiştim ya 1934 Yılından sonra her şey değişti, Anzaklar artık Çanakkale’ye gelip Şafak ayinleri yapmaya başladılar’’ Diye; işte o gerçekti.

Nasıl?

1934 Yılında Kraliyet Deniz Subayları Derneğinin ( İngiltere, Avustralya, Yenizelanda) organize ettiği bir gezi tertip edildi Çanakkale’ye. Bu gezi elbette ki bir gemiyle yapıldı ve Duchess Of the Richmond adlı geminin kaptanı Çanakkale’de savaşmış Harry Wetherell adlı bir subaydı.

Kaptan Wetherel 700 kişilik bir subay grubu ile Çanakkale’ye geldi, çeşitli anıtlara çelenkler koyuldu saygı duruşunda bulunuldu çeşitli anma etkinlikleri yapıldı ve bu gezi 1934 Yılının mayıs Ayına kadar sürdü. Yani gelen heyet Kara savaşlarının yıl dönümü olan 18 Martta da Kara Savaşların yıldönümü olan 25 Nisanda da Çanakkale'deydi.

Ama ne bir Anzak annenin mektubu vardı ortada ne de Atatürk’ün o anneye hitaben yazığı veya söylediği sözler.

Zamanın gazeteleri ( Özellikle de yabancı gazeteler ) Bu gezi ile ya da anma programları ile ilgili olarak böyle bir mektuptan bahsetmiyordu.

Neyden bahsediyordu peki?

a) Çanakkale valisi başkanlığındaki bir heyetin Çanakkale’deki Kanlısırt ve Conkbayırı'ndaki Yeni Zelanda anıtı için saygı duruşunda bulunduğundan,

b) Mustafa Kemal’in gemide bulunan Britanya büyükelçisine hitaben gönderdiği bir telgrafta ‘’Bu kutsal yolculuğunuzda hepinize iyi dileklerimi gönderiyorum’’ dediğinden,

c) 25 Nisan 1934 Anzak Gününde yine Atatürk’ün gönderdiği bir telgrafta ise ‘’25 Nisan 1915 de Gelibolu’da karaya çıkış ve yarımadada gerçekleşen çarpışma asla unutulmayacak. Burada kanlarını dökenler tüm dünyaya kahramanlığı gösterdiler. Bu çarpışmada yaşanan kayıplar, ulusları için ne kadar da yürek dağlayıcıdır.’’

Dediği yazıldı ama ‘’ Evlatlarını uzak diyarlardan ülkemize gönderen anneler.’’ diye bir şey yoktu. ‘’ Conilerle Mehmetler bizim için aynıdır’’ Diye bir şey yoktu. Hatta 1934 yılı itibariyle İçişleri Şükrü Kaya’nın Anzak anıtına çelenk koymasını gösteren bir fotoğraf dışında her hangi bir resmi yoktu, bir nutuk fotoğrafı 1934 yılı için söz konusu değildi.

Eee? Atatürk 1931 Yılında demiş, Şükrü Kaya da 1931 Yılında tekrarlamış olamaz mı ‘’ Coniler ile Mehmetler aynıdır.’’ Sözlerini?

Olamaz zira 1931 Yılının 18 Ağustos Günü İçişleri bakanımız Şükrü Kaya’nın Çanakkale’de okuduğu nutkun metni zamanın gazetelerinde çarşaf çarşaf yayınlanmıştır ve nutukta aynen şöyle der Şükü Kaya: ( Atatürk’ün ağzından )

Nutuktaki altı çizili cümlelere özellikle dikkatinizi çekerim.

“Arkadaşlar!

Üzerinde bulunduğumuz nokta küre-i arzın meçhul her hangi bir noktası idi. Halbuki biz bugün buraya tanınmış meşhur bir mevki olduğunu düşünerek geldik. Bu nokta ne münasebetle tanınmış ve ne diye coğrafi ve askeri haritalarda muayyen isim almıştır: Kemalyeri! Bilhassa asker arkadaşların karşısında bunu izah teşebbüsünde bulunmak istemem. Her türlü İzahlar bittabi onlara aittir. Fakat ben de bu yere ismi verilmiş büyük adamın yakın arkadaşı olmak itibariyle ondan işittiğim bir hatırayı esas tutarak üzerinde bulunduğumuz yerin, Kemalyeri’nin ne olduğuna dair bir kaç kelime söylemek istiyorum.

Efendiler; üzerinde bulunduğumuz bu noktadan deniz kenarına kadar olan mesafeyi, hep beraber görüyoruz. Bu dar sahada tarihte malum olan büyük kuvvet karaya çıktı. En aşağı iki, üç kilometre cephede yayıldı. Bu vaziyette henüz üzerinde bulunduğumuz noktada büyük Türk evladı Kemal o geniş düşman cephesinin sol cenahında ufak bir kuvvetle göründü. Orada cephanesi kalmamış neferlere süngülerini kullandırarak işe başladı. Bu teşebbüs muvaffakiyetle ilk eserlerini gösterdi. Türk’ün büyük ve sevgili evladı Mustafa Kemal o gece çok uğraştıktan ve her hangi bir fatihin kolaylıkla karşı duramayacağı felaket işaret eden vaziyetleri yendikten sonra karanlık bir gecenin sabahında kendisini bu noktada gördü, ve bu noktanın yüksek Türk talihini kurtaracak mevki olduğuna karar vererek burada kaldı. Bu nokta Mustafa Kemal’in çok faik(üstün) düşman kuvvetlerini mağlup ederek geriye püskürttüğü ve nihayet onları bütün takviyelerine rağmen yerinde durdurduğu bir Kumandan yeridir. Bir Türk Kumandanının Türk talihini yükseltmek için münasip gördüğü kumanda yeridir. Ben asker değilim, fakat bilirim ki bu yerden, bu Kemalyeri’nden garbın bütün ufuklarına karşı, garbın bütün denizlerinde en büyük zannolunan kuvvet ateşlerine karşı bu noktadan sadır olan Türk iradesi bugünkü Türkiye’yi kurtarmış olan faaliyetlerin ilk yeri olmuştur. Bu itibarla burada bulunmaktan ve gördüğümüz bu yüksek hatırayı burada yad etmekten çok memnun ve bahtiyarım.

Bizim bu yerde kıymetli hatıraları yad ederek mütehassis olmamız( duygulanmamız) ve bu yere ismini veren büyük Türk’ün bu memlekete ve Türklere yaptığı büyük eserleri hatırlayarak minnettar olmamız gayet tabiidir. Şeref ve iftiharla görüyoruz ki, bu yerin karşısında en büyük kuvvet ve kudret göstermiş olan büyük devletler de bu Kemalyeri’ne ve bu yere ismi verilmiş olan büyük Türk’e hürmetle takdirle bakmaktadırlar. Ben bu noktada yalnız bütün hassasiyetimin ifadesi olarak tek bir cümle söylemekle iktifa edeceğim:“ VATANIN MÜDAFAASI İÇİN BURADA AZİZ KANLARINI DÖKEN TÜRK ÇOCUKLARINA EBEDİ MİNNETLER.

Bu büyük kahramanlar için henüz bir abide dikilmediğini görüyorum. Bundan fazla müteessir olmak istemem. Biliyoruz ki, bu aziz kahramanların kurdukları ve korudukları yıkılmaz Türk vatanı onların hatıralarını daima taziz ettirecek ifade ve manzarası cihanşümul, en yüksek bir abidedir.

Karşıda da bizimle harp etmiş insanların mezarlarını ve abidelerini görüyoruz. Orada yatanları da takdir ederiz. Medeniyet tarihi yarın karşı karşıya yatanlardan hangisinin fedakarlığını daha haklı ve daha insani bulacak ve daha ziyade takdir edecektir. TECAVÜZ ETMİŞ OLANLARIN abidelerini mi, yoksa vatanını müdafaa eden kahramanların hâlâ el uzatılmamış mukaddes taş ve toprak halinde bırakılmış olan bu izleri, bu kahraman izlerini mi? Kat’i hükmü medeni beşeriyetin insani takdirine emniyetle bırakabiliriz. Yalnız şunu tespit etmek isterim ki biz Türkler mazinin her türlü manasız, mantıksız, girift eziyetlerini unutarak yeni bir hayat yarattığımıza kaniiz. Bu hayat, Türk’ün ilk ve medeni hayatının alemşümul manasının ihtiva eden bu kanaatimiz, fiiliyatımızla da sabit olmuştur. Karşımızda mezarlar bırakan milletler, bizim bu samimi ve çok yeni mahiyette noktai nazarlarımızı iyi telakki ederlerse bu karşılıklı mezarlar aramızda kin, husumet ve ölmez hisleri yerine muhabbet, dostluk temin eder. Ben, mensup olduğum Türk içtimai heyetinin kurduğu Cumhuriyet hükumetinin mesul bir adamı olarak arzederim ki, Türk milleti bu karşılıklı abidelere hürmetle bakar ve iki tarafın ölülerini rahmetle yadederken dimağında ve vicdanında yaşıyan samimi temenni: BU ÖLÜ ABİDELERİN BİR DAHA REKZOLUNMAMASI (DİKİLMEMESİ ) bilakis bunları kuranlar arasında insanlık münasebetlerinin, insanlık bağlarının yükselmesidir.

Bugün yazı çok çok uzadığı için devamı gelecek bölüme kalsın.
( Bu Ezanlar Ki Şahadetleri Dinin Temeli –2. Bölüm-- başlıklı yazı Sami Biber tarafından 17.03.2021 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu