1885 Zeytun İsyanı Osmanlı Devleti açısından yüz kızartıcı bir antlaşma ile
sonuçlanmıştı. Koca Osmanlı Devleti maalesef tarihinde ilk kez Ermeni
teröristleri siyasi bir muhatap olarak görmüş, adeta bir devlet ile anlaşma
yapmış gibi antlaşma yapmıştı onlarla ama her şey bu antlaşma ile bitmemişti.
Osmanlı Devleti I. Dünya Savaşının başlarında önce tarafsız görünmüştü ama
birdenbire 3 Ağustos 1914 de seferberlik ilan edince İtilaf Devletleri
Osmanlı’nın, Almanya yanında Savaşa gireceğini anlamakta zorlanmadı.
Osmanlı Devletini çok daha iyi yöneteceği iddiasıyla II. Abdülhamit’i tahttan indiren
İttihat ve Terakki, Trablusgarp ve Balkan Savaşları yenilgisiyle yerle yeksan
olan itibarlarını yeniden toparlamak amacıyla Almanya’ya iyice yaklaşmıştı ve
hedefleri Balkanları ve Mısır’ı geri almaktı. Mısır ise hem Fransızların hem de
özellikle İngilizlerin vazgeçilmezi olduğu için bu teşebbüsün önü kesilmeliydi.
Bunun için de Osmanlı Devletini iç isyanlarla meşgul etmek gerekiyordu. İç
isyan denince de akla 1895 de çok büyük
ve başarılı bir isyan yapmış olan Zeytun Ermenileri geliyordu.
İyi de durduk yere de isyan olmazdı ki. Bir sebep yaratmak gerekiyordu. Ama
tabii ki sebep bulmakta zorlanmadılar.
Osmanlı Devleti 1877-1878 Osmanlı Rus Savaşından kendisince yeterli dersi
çıkarmıştı(!) O savaşta askere çağırmadığı Ermenileri bu sefer silah altına
çağırdı. Çağırmasına çağırdı ama Ermeniler ‘’ Biz Osmanlı bayrağı altında değil
kendi bayrağımız altında bir Ermeni Alayı kurarak bu savaşa sizin yanınızda
dahil oluruz.’’ Dediler. Yani ipe un seriyorlardı. Haliyle bu teklifleri kabul
edilmedi. Bunun üzerine de isyan başladı.
Efendim şimdi biz isyanın böyle başladığını anlatınca bırakın Ermenileri bizim
Türk vatandaşlarımız bile ‘’ Hocam böyle bir sebepten isyan çıkmaz. Türkler
mutlaka en azından Ermenilerin kuyruğuna başmış, onları tahrik etmiştir’’ diye
düşünenler olabilir. O bakımdan ben sözü doğrudan doğruya bir Ermeni papazına
bırakıyorum.
1914 Zeytun İsyanı sırasında Zeytun’da buluna Ermeni papazı Dikran Andreasyan
her ne kadar isyanda Zeytun Ermenilerinin pek bir dahli olmadığını söylese de
anlattıkları oldukça önemli.
Evet Ermeni papazı Dikran Andreasyan bölgeye gelen Amerikalı papaz Towbiridge’e
anlatmış Towbridge de bize anlatıyor onun ağzından. ( Arada köşeli parantez
içinde yazdıklarımla ben de olaya dahil olacağım. )
“10 Ağustos 1914’de, Zeytun’daki Türk yetkilileri umumi seferberlik ilan etti.
Zeytunlu Ermenilerin çoğu, askerlik hizmetinden kurtulmak için dağlara
kaçtılar. Bunlar arasında en az 25 tane, hayatlarını şiddet kullanarak kazanan,
her bakımdan haydut sıfatına müstahak olanlar vardı. Zeytun’un, kendi halinde ve
zengin Ermenileri tarafından bile gerçekten kötü görülen bu haydutlar, yeni
askere alınmış Türk askerlerinin bir bölüğüne pusu kurdular, onları tepeden
tırnağa soydular ve onları çileden çıkaracak şekilde en ağır hakaretlere maruz
bıraktılar [Gerçekte 60 askerimizi katlettiler. Yani basit bir hakaret değildi
olay.] Bunun üzerine, Maraş mutasarrıfı Haydar Paşa, 30 Ağustos’ta 600 askerle
Zeytun’a geldi. Bu sırada Zeytun halkı işinin gücünün başında idi. Kasabanın
ileri gelenlerinden biri olan Yahya oğlu Yenidünyayan, kuzeni olan Nezaret
Çavuş’a 500–600 silahlı genç ile Haydar Paşa’yı karşılamaya gitmesini tavsiye
etti. Paşa 25 haydudun teslimini istedi. Hepsi tutuklanarak Türk valiye teslim
edildi.
Bu, Paşanın en aşırı isteklerini bile tamamen tatmin etmiş gibi görünüyordu.
Fakat gerçekte o henüz tatmin olmamıştı ve ateşli olanlar dâhil bütün
silahların teslimini talep eden bildiri yayınladı. 8.000 Zeytunlunun elinde,
topu topu 200 Martini tüfeği vardı. [Daha biraz önce Haydar Paşa’yı 600 tüfekli
genç ile karşıladığını söylememiş miydi papaz efendi? Hepi topu200 tüfek de ne
oluyor?] Onlardan 150’sine Türk askerleri tarafından el konuldu.
Daha sonra, 1915 Şubatının sonuna doğru, kendini bilmez bazı heyecanlı
Ermeniler bir gece toplandılar ve hükümet konağına hücum etme kararı aldılar. [
Bahsettiği olay Ermeni asilerinin Çakıroflu Panos adındaki bir Ermeninin evinde
yaptıkları toplantı.] Bu komplodan, bunun başarısızlığa mahkûm olacağını
düşünen Ermeni ileri gelenleri sayesinde, vazgeçildi.
Türk askerleri tarafından kötü muamele görmüş olan 25 kadar genç dağa çıktılar.
Bu 25 kişi, Maraş yolunda 9 atlı jandarmaya hücum ederek onları öldürdüler.
Bütün Zeytun ahalisi buna karşı idi ve bunu da açıkça ifade ettiler [ He he
öyleydi. Ermeniler karşıydı(!) alkışlayanlar da Müslüman Türklerdi (!)]
Bu çete tarafından, Zeytun’a yapılan cüretkâr bir gece baskını başarısızlığa
uğradı. Daha sonra şehir etrafında peyderpey toplanan askerlerin sayısı 5 bini
buldu... Ermeniler, hükümetin çetenin nerede olduğunun bildirilmesi konusundaki
teklifini ittifakla kabul ettiler ve asilerin manastırda olduğunu söylediler.
[Hepi topu 25 olan Ermeni isyancısı 5000 Türk askerine savaş açıyor (!) Kahramanlığa bakar mısınız(!) Ayrıca Türk
askeri Ermenilerin Surp Astvadzadzin (Tekke ) Manastırına sığındıklarını
göremeyecek kadar kör(!)]
Ertesi günü, 25/27 Nisan, Manastır’a hücum başladı ve mücadele akşama kadar
sürdü. Fakat geceleyin isyancılar bir çıkış yaparak bir subay ve pek çok askeri
öldürüp geride sadece birkaç kişi bırakarak dağlara kaçtılar. [ 25 Kişilik bir
çete, karşılarında 800 askeriyle Binbaşı Süleyman Bey ve çıkan çatışmada
Binbaşı Süleyman ve sekiz eri şehit ediyorlar ve sonra kaçıyorlar, dağa
çekiliyorlar. Geri çekilip kaçarken de 300 civarında Türk daha öldürüyorlar. Evet
tüm bunları da 5000 Türk askerine karşı savaşan sadece 25 kişilik bir çete yapıyor (!) ]
Bakın en sonunda Ermeni Papaz ağzından ne kaçırıyor. Çok dikkat!
‘’Zeytunlular, Gelibolu’da İtilaf devletlerinin başarılı olmasını şiddetle arzu
ediyorlardı. Ermeniler umuyorlardı ki, Türkler ezici bir mağlubiyete uğrasınlar.”
Sanırım bu son sözlerden sonra Zeytun’da 1914 de patlak veren isyanın asıl
nedeni üzerine tartışmayı gerektirecek bir şey kalmamıştır. Tüm bunları ben
değil bir Ermeni papaz söylüyor.
Evet Çanakkale’de büyük bir deniz zaferi kazandığımız 18 Mart 1915 de Zeytun
isyanı hâlâ devam ediyordu.
Mutasarrıf Mümtaz Bey’in aldığı sıkı önlemler sonucunda isyan bastırıldı. Bu
arada devlet 9 Mayıs 1915 de çıkarttığı Nakl-i Sükkan Kanunu ile Zeytun’da
yaşayan Ermenilerin önemli bir bölümünü Konya’ya sürdü. 27 Mayıs 1915 de
çıkartılan Tehcir kanunu sonrasında da kalanların neredeyse hepsini Suriye’deki
Der- Zor mıntıkasına sürdü ama Kahramanmaraş’ın Fransızlar tarafından işgal edildiği
yıllarda yine geldiler; Fransız İmparatoru III. Napolyon’un ta 1870 de ‘’Zeytun
Ermeni Cumhuriyeti’’ dediği topraklara...
*********************
Simdi de gelelim Sason İsyanına..
Gelirken bir hususu bir kez daha dikkatlerinize sunayım: Gördüğünüz gibi
olayları anlatırken Türklerin ellerinde bulunan kaynaklardan daha çok bizzat
Ermenilerin yazdıklarından faydalanıyor ve sizlere sunuyorum. Bu sefer de öyle
yapacağım.
Evet-Sason...
Ülkemizdeki vatandaşlarımızın eminin en az yüzde yetmişi bilmez nerede
olduğunu.
Bugün Batman ilimize bağlı bir ilçe olan Sason 1800 lü yılların ortalarından
itibaren kaynayan bir kazan durumundaydı. Olayların hiç eksik olmadığı bir
yerdi. Ama bu olaylar devlete başkaldırı olayları filan değildi. Ya neydi?
Efendim Sason hem Ermenilerin hem de Kürtlerin yaşadıkları bir yerdi ve
Kürtlerle Ermeniler arasında çatışma hiç eksik olmuyordu.
Şimdi bu çatışmaların nasıl bir şey olduğunu bizlere yine bir Ermeni anlatsın.
Evet, Batı Ermenistan( Yani Türkiye ) ve Batı Ermenileri ( Türkiyedeki
Ermeniler ) Sorunları Araştırma Merkezinden Sophia Agopyan - Ermenilerin ne
kadar kahraman olduklarını da araya sıkıştırarak anlatıyor:
‘’Henüz 1860’larda Sasun’da, Khiyanlı [Biz Jilan ya da Zilan Aşireti diyoruz ]
ve Bagranlı [ Biz Bekran Aşireti diyoruz] Kürtler ile Ermeniler arasında
çatışmalar olmuştur. Bu çatışmalar, her zamanki gibi Kürtlerin, Ermenilere ait
sürüleri kaçırmasından doğmuştur. 800 Kürde karşı mücadele eden 50 Ermeni
genci, sürülerini geri getirmeye muvaffak olur.[ Breh breh breh demeden
geçemiyor insan] Ardından, 1877 yılında
Sasun’un Şenik Köyü’nde, Ermenilerin evinde yemek yiyen Kürtlerin, aleni bir
aşağılama nişanı olarak kabul edilen, kaşıkları geri vermek istememesinden
dolayı, bir tartışma çıkar. Bu olay, Ermeniler ve Kürtler arasında aylarca
süren çatışmalara sebebiyet verir. Mıcgeğ, Berm, Semal ve Kağkik köylerinde de
benzer olaylar vuku bulur. Talvorik köylerinde de durum sık-sık gerilir.’’
Evet görüyorsunuz. ‘’ Kürtlere yemek verdik adamlar kaşıklarımız geri vermedi’’
Diye bile aylarca süren çatışmalar yaşamışlar.
Ancak bu çatışmalar tabii ki sadece ‘’Koyunumu çaldı, kaşıklarımı geri vermedi.’’
çatışmaları değildir. Sophia Agopyan’ın kısaca Talvorik köyleri dediği Talvorik
vadisinde köylerdir asıl konu.
Bu vadide Ermenilerin sadece üç köyü varken 1800 lü yılların ortalarında ve 1890
yılına doğru köy sayısını sekize çıkarmaları Kürt Aşiretlerini oldukça rahatsız
etmektedir ammavelakin kendi aralarındaki çatışmalardan Ermenilere ‘’ Hooop ne
yapıyorsunuz?’’ Diyecek durumda da değillerdir. Yani efendim bölgede Ermeniler
Kürtlerle, Kürtler hem Ermenilerle ve hem de kendi aralarında sürekli çatışma
halindedirler.
Bu arada II.Abdülhamit’in Doğuda sukünet sağlamak için 1890 da kurdurduğu
Hamidiye Alayları askerlerinin çok büyük bölümünü Kürtlerden oluşturması da
Ermenileri rahatsız etmektedir zira maalesef bu alaylardaki Kürtler – Devletin
adamı olmanın da verdiği avantajla- o bahsedilen hırsızlık veya diğer
tacizlerini daha rahat yapar hale gelmişlerdir her ne kadar II. Abdülhamit bu
işten asla hoşlanmasa da...
Kısacası 1890 dan itibaren Ermeniler artık sadece Kürtlerden değil devletten de
şikayetçidirler.
Bu arada II. Abdülhamit Osmanlı ülkesini demir ağlarla örmek-Doğudaki madenleri
işlemek ve hatta petrol haritaları yapmak gibi teşebbüslere girişmiştir ki işte
bu İngiltere, Fransa ve Rusya’nın çıkarlarına terstir. Eh doğuda Sason’da Türk
hükumetine karşı bir hoşnutsuzluk olduğuna göre bölge Ermenilerini ‘’ Bağımsız
Bir Ermenistan’’ ana fikri ile ayaklandırmanın zamanı gelmiştir. Peki böyle bir
ayaklanmayı kim organize edebilir? Tabii ki 27 Temmuz 1890 daki Kumkapı gösterilerinin baş aktörleri olan
Hınçak Komitası mensuplarından Mihran Damadyan ve Hamparsum Murat Boyacıyan...
Evet 27 Temmuz 1990 da İstanbul-Kumkapı Ermeni Patrikhanesi önünde topladığı
bir grup Ermeni ile Yıldız sarayına yürümek isteyen, bu isteği gerçekleşmeyince
de zaptiyelerle silahlı çatışmaya girip pek çok zaptiye ve Ermeni'nin ölümüne
sebep olan, olaydan sonra tutuklandıkları halde yine İngilizlerin baskılarıyla
serbest bırakılan bu ikisi...
1893 de önce Mihran Damadyan gelir Sason’a. Zaten bildiği bir yerdir zira
burada öğretmenlik yapmıştır daha önce.
Ermenileri Osmanlı Devletine karşı ayaklanmaya davet eder. Olayın artık
Kürlerle mücadele olayı değil Bağımsız bir Ermenistan olayı olduğunu Sason
Ermenilerinin kafasına yerleştirir. ‘’ Hiç korkmayın bu uğurda can versek de
İngiltere arkamızda’’ Der.
Evet, İngiltere gerçekten de arkalarındadır ve bu konuda bakın İngiliz Başbakanı
Gladstone ne demektedir: “Ermeniler imtiyazlar istiyorlarsa onlar bir büyük
olay çıkarmalılar, bazıları asılmalı, bazıları kesilmeli, İslamlarla tutuşmalı
ki biz de o vakit işin içine girip bunların muratlarını yerine getirmeye
çalışalım”
Neyse efendim 1893 de bazı çatışmalar yaşansa da bu ilk olaylar Mihran
Damadyan’ın tutuklanarak İstanbul’a gönderilmesiyle yatışır.
Hemen peşinden bu Sefer Hamparsum Boyacıyan gelir bölgeye. Yaptığı çok ateşli
konuşmalarla Ermenileri tekrar ayaklandırır.
Şimdi sözü yine Sophia Agopyan’a bırakalım.
Onun anlattıklarına göre Ermeniler silahlanmaya başlar. Şöyle ki: Talvorik’te
304, Geliguzan’da 742, İşkhanadzor’da 176, Ağbik’de 120, Semal’de 168 ve
Aliank’da 189 kişi silahlandırılır.
Topla kaç kişi etti Efendim? 1699
Peki Türk askeri ne kadarmış?
Agopyan onu da açıklamış(!): 73.000
Sonra bu 73.000 Türk ve Kürt askeri 1 Ağustos 1894 de sadece 1699 kişiden
oluşan bu kahraman (!) Ermenilere acımasızca saldırmış ve müthiş bir katliam
yapmış(!)
Şimdi gelin bu katliamın ne kadar müthiş bir katliam olduğunu bize yine Sophia
Agopyan anlatsın.
Sophia Agopyan 1894 Tarihli Ermeni Mişak Gazetisinin Kasım sayısına dayanarak
olaylarda ölenlerin sayısını aynen şöyle açıklıyor:
27 Temmuz; Şenik ve Semal köylerine saldırı, 2 Ermeni ve 34 Kürt ölü.
1-2 Ağustos; Geliguzan çatışması, 36
Ermeni, 359 Kürt ölü.
3 Ağustos; Andok’ta 103 Ermeni, 758 Türk
ve Kürt ölü.
13 Ağustos; Andok’ta 232 Ermeni, 681
Müslüman ölü.
Yazdıklarının noktasına virgülüne dokunmadan sizlerle paylaştım.