Ve
sayısız nedenle, sevgili dostum, mutlak bir yalnızlığa mahkûm edildim…
Dünün
rövanşıdır yazdığım bu mektup bense kıblesinde saklı tuttum kendimi hem
nezdinde dünün hem de nezleli sesinde ömrün.
Düş
salkımları, sevgili dostum.
Düşten
bulutlar ördüğüm.
Hüznüme
ve aşkıma ve Rabbime de sadığım madem…
Ah,
matemin arka yakası.
Ah,
yalnızlığın verilmişken bir kez fetvası
Huzura
yolculuksa arayışım hangi uzvumu diyet olarak ödemeliyim?
Parmaklarım
eklemsiz.
Aşkım
sitemsiz.
Ruhumsa
gezgin ve mevsimsiz.
Soykırımı
hüznün ve seyyah yüzü saklı öfkemin.
Bir
katedralse dokunduğum.
Kat izi
ise sevmelerin kat çıkmalıyım daha çok daha çok ta ki varana kadar yüce makama.
Mevsimin
yüzü kir pas içinde ruhumda kırıklar.
Fay
hattı ömrün bense firar edemediğim kadar kendimden kilit vurdukça vuruyorum
yüreğime.
Metazori
bir sevgi değil içimde akseden bilakis coşkunun ve yaşama sevincimin kökeni.
Hala
dünkü çocuğum okul yolunda…
Hala
dünkü liseli kızım gözü yollarda.
Ah, ne
vardı ne bir kere daha görebilseydim yüzünü o ergen aşkımın?
Safça
beklediğim koridorda ve dokunaklı bir sözcük duymak adına ağzından…
Beti
benzi atmış resimler mi yırttığım?
Yoksa
bilinmeze sadık bir müdavim mi içimde şarlayan o şaşkın çiçek?
Yalanım
yok: ben çiçeğim.
Yalanım
yok: ben yıldızım.
Yalanım
yok: ben şiirim.
Her
anlamda putlaştırdığım duygularım ve işte İlahi Ateşe düşkünlüğüm ve seve seve
aştığım.
Aşikâr
olansa pervasız yüreğim hem saydam hem devasa hem yorgun hem de müptela
sevmelere.
Göğün
katmanları.
Yalnızlığınsa
o ulaşılmaz rakımı hem ben farklıyım bir kere bile çözülüp binlerce parçaya
ayrışmadım.
İsyansa…
Haşa,
Rabbim.
İnkârsa…
Ne gam.
İddia
ise…
Ben
spor-toto ya da loto değilim ama çocukluğumda pek düşkündüm spor-toto oynamaya.
Neresinden
tutsam ki?
Tutunduğum
kadar hayata ve sevgiye…
Tutarsızım
de hem severken ve tutumsuz.
Sevgidendir
bohçam ve küfem ve çeyiz sandığım hem yaldızlıdır benim yıldız haritam.
Bazen
derlerse:
‘’Yıldızın
düşük…’’
Bazen
deseler de:
‘’Seni
gidi kaçık…’’
Demeseler
de bilirim içlerinden geçeni ve kapanmayan kalp gözüm bazense ters lale gibi
hem içime hem dışıma kapandığım…
Kumaşım
ipek.
Sesim
coşkulu.
Varlığımsa
tutkulu.
Tutuk
değilim ama tutuklu.
Tutkal
değilim ama yapışanlar var enseme.
Engebeli
bir araziyim en çok da dik yokuşları sevdiğim bir inip bir çıkarken içimin
merdivenlerinde…
Diktiğim
sökükler bunlarla saklı olsa ne ki?
Dikmediğim
gözlerimi.
Dikiverdiğim
başıma bir şişe suyu
Dik
başlıyım bazen.
Bazense
eğri oturup doğru konuştuğum.
Müdavimi
olduğum iç sesim üstelik bir ömür nadasa alıp da kalemi elime aldıktan sonra
bir bir çözülmüşken dili.
Beynimdeki
milyarlarca nöron ve bitmek bilmeyen sireni.
Acil
çağrı yaptığım kimi zaman…
Bazense
yangınlara mahal veren.
Bazense
kırılan fay hattım ve işte AKUT devrede.
İptidai
değil benim varlığım.
İzafi
hiç değil.
İdrak
ettiğimden de öte keşfedilmeyi bekleyen sırlarım iken saklı en derinde…
Durduk
yere sever ve yazar mı insan hem?
Hem de
nasıl hem de nasıl…
Mikado
çöpleri gibi dağıldığım farazi ve başım nasıl da dik hiç olmadığım kadar
mutluyum hem ve rengim pembe ve beyaz ve işte kızılı şafağın ve türküsü umudun
ve tutkum iken sevgi ve yazmak bazen bir roman bazen bir şiir bazense bir hikâye.
Rabıtam
ve rakımım.
Bense
yolundayım İlahi çağrının…
KANDİLİNİZ MÜBAREK
OLSUN…