107 Senedir Çanakkalenin İçinde De Dışında Da Vuruyorlar Beni
Çanakkale Savaşları dendiğinde canımı sıkan pek çok konu vardır. O bakımdan bu gün uzun uzadıya bir Çanakkale Savaşları anlatısı yapmak yerine bu canımı sıkan, senelerdir midemi bulandıran hususlar üzerinde durmak istiyorum.
Bismillah deyip başlayalım.
1-Her şeyden önce Çanakkale Savaşlarını yanlış biliyor pek çok insanımız. O bakımdan da sadece Çanakkale Savaşı deyip geçiyoruz. Oysa 1915 in Şubat ayında Çanakkale Boğazını geçmek için başlatılan deniz harekatı bu savaşın birinci evresi olup 18 Mart 1915 Tarihindeki düşman geri çekilmesi Çanakkale’de nihai zaferi getirmemiştir.
Böyle olduğu halde niçin 18 Mart tarihi Çanakkale Zaferi olarak anılır hâlâ anlamış değilim. 18 Mart elbette önemli bir tarihtir ama asıl zafer 18 Martta çekilen düşmanın 25 Nisanda karaya asker çıkarması ve 1916'nın Ocak ayı başlarına kadar süren kara savaşları sonunda kazanılmıştır. Yani daha anlaşılır bir şekilde ifade edecek olursak
*18 Mart 1915te Nusret Mayın Gemisi vardır. Seyit Onbaşı vardır ama Yahya Çavuş yoktur.
*18 Martta Teğmen Fahri vardır ama Yarbay Mustafa Kemal henüz yoktur.
*18 Marta Anafartalar, Conkbayırı, Arıburnu, Kitre, Suvla, Zığındere, Kerevizdere, Kanlısırt, Bombasırtı, Kemalyeri ve daha pek çok savaşlar yoktur. Tüm bunlar 25 Nisan 1915'de başlayan kara savaşlarında yaşanmıştır.
2-Çanakkale Savaşları Mehmetçiğin ve onun başındaki komutanların zaferi midir yoksa yeşil sarıklı, beyaz cübbeli, beyaz sakallı ruhanilerin, gökten inerek bir Anzak taburunu içine alıp yok eden bulutun hatta Hz. Peygamber ve onun sahabelerinin bir zaferi midir?
Hz. Muhammed, Hz. Ebubekir, Ömer, Osman, Ali, Hamza, Halid Bin Velid ve ayrıca pek çok evliya yardıma koşmasaydı. Şehitler dirilip dirilip tekrar şehit olmasaydı biz bu zaferi kazanamaz mıydık? Her şey ruhanilerin yardımıyla mı oldu?
Zor bir sorudur bu aslında. Her şeyi maneviyata bağlamak ne kadar yanlış ise, maneviyatı bir kenara atarak bu zaferi sadece ve sadece maddi güçlerle kazandığımızı söylemek de bir o kadar yanlış olur. Hele hele de ‘’Hz. Peygamber Çanakkale Savaşlarında bizzat Türk ordusuna yardım etti’’ diyen Ahmet'e ‘’Hadi ya olur mu öyle saçmalık ‘’ diyen Mehmet'in daha sonra Seyit Onbaşının 275 Kg ağırlığındaki gülleyi tek başına sırtlayıp topun namlusuna yerleştirmesine inanması neyle izah edilir bilemiyorum.
Kısacası bu savaşlar anlatılırken ‘’ Biz düşmana karşı tek mermi bile atmasaydık evalAllah ashab-ı kiram ve evliyalar işi hallederdi’’ şeklindeki bir abartma ne kadar yanlış ise ‘’Yahu ne maneviyatı, ne evliyası, ne kerameti…Bırakın bu iman gücü, duman gücü işlerini bu savaşı sadece ve sadece Türk ordusunun azmi, kararlılığı ve kumandanların ( Özellikle Mustafa Kemal’in ) üstün sevk ve idareleri zafere dönüştürdü’’ demek de bence bir o kadar yanlıştır. Çünkü komutanlık yapan ağabeylerim daha iyi bilirler psikolojik savaş denen bir şey vardır. İnsanları -kaba tabiriyle- gaza getirecek itici güçlere ihtiyaç vardır savaşlarda.
Bir insana ‘’ Falanca senin kümesinden iki tavuk çaldı’’ desen pek aldırış etmez ama ‘’ Falanca çamurlu çizmesiyle senin camindeki halıların üzerine bastı’’ desen kükremiş aslana dönüşüverir anında…
Olayın özü budur. Dolayısıyla aklımız, mantığımız almasa da manevi güçler dediğimiz mefhumu elimizin tersi ile itip ‘’Hadi ya olur mu öyle saçma şey ‘’ dememiz mümkün değildir. ( Tabii ki aşırı abartıya kaçmadan )
3-En canımı sıkan hususlardan biri:Tam otuz üç sene çeşitli okullarda Çanakkale savaşlarını anlattım. Pek çok defa da Atatürk’ün şu sözlerini naklettim öğretmen arkadaşlarıma ve öğrencilerime:
‘’ Bu memlekette kanlarını döken kahramanlar!
Burada bir dost ülkenin topraklarındasınız. Huzur ve sükun içinde uyuyunuz. Siz Mehmetçiklerle yan yana, koyun koyunasınız.
Uzak diyarlardan evlatlarını harbe gönderen analar: Göz yaşlarınızı dindiriniz. Evlatlarınız bizim bağrımızdadır. Huzur içindedirler ve huzur içinde rahat rahat uyuyacaklardır. Onlar, bu topraklarda canlarını verdikten sonra artık bizim de evlatlarımız olmuşlardır.’’
Bu sözler Mustafa Kemal’in rivayete göre 1934'de bir Anzak annesine yazdığı mektuptanmış(!) sonra aynı yazılar Çanakkale’deki Anzak anıtlarına da nakşedilmiş. ( 1931'deİçişleri Bakanı Şükrü Kaya'ya bizzat Atatürk'ün yazdırdığı ve Şükrü Kaya'nın bu metni olduğu iddiası da var. )
Yukarıdaki sözleri her okuyuşumda bazı öğretmen arkadaşlarım ve bazı öğrencilerim ağlardı. Daha sonra da ‘’ Ne büyük bir insanmış bizim Ata’mız, bu nasıl bir insan sevgisi, bu nasıl bir dostluk ve kardeşlik anlayışıdır’’ filan gibi laflar ederlerdi. Lakin benim bir türlü içime sinmezdi.
Ne demek yahu ‘’Bu memlekette kanlarını döken kahramanlar!’’ Yani şimdi mesela ülkemizdeki terör belası artık tamamen bitmiş olsa sonrasında cumhurbaşkanı ( Bugünkü de olabilir muhtemel bir başkası da ) bir terörist mezarlığında okunmak üzere ‘’ Bu memlekette kanlarını döken kahraman gerillalar!’’ diye başlayan bir yazı kaleme alsa ve bunu İçişleri Bakanına okutsa bunu insanlık, barışseverlik, kardeşlik vesaire vesaire olarak mı kabul etmeliyiz?
Kısacası Atatürk bile demiş olsa vatanımı işgal etmek için gelmiş olan, ortada hiç bir sebep yokken askerimi öldüren insanlardan ‘’Bu memlekette kanlarını döken kahramanlar!’’ diye bahsedilmesi hep mideme bir yumruk gibi inerdi. Atatürk’ün sözleri bile olsa hazmedemezdim işin doğrusu.
Dahası var.
Bu sözler Avustralya’daki bir anıtta aynen yerleştirildiği gibi Atatürk’ün “Bizim için Johnnyler ile Mehmetçiklerin bir farkı yoktur” dediği de ilave edilerek eklenmiş. ( 1985'de Çanakkale'de Anzak Koyuna da üzerinde '' Mehmetlerle Johny'ler arasında bir fark yoktur yazısını da içeren bir anıt konmuş. )
Şimdi Atatürk’ten bir anı nakledeyim ve bu konunun beni niçin bu kadar rahatsız ettiğini biraz daha net anlatmaya çalışayım.
Atatürk, bir torpido ile seyahat ediyordu. Gece olmuş ve geminin bütün ışıklan yakılmıştı. Bir adanın önünden geçerken Atatürk gemi süvarisini çağırdı ve ona şu emri verdi:
- Geminin bütün ışıklarını söndürünüz.
Emrin mahiyetini kavrayamayan kaptan:
- Aman Atam, bu ancak harp ilan edilmiş düşman memleketlere karşı yapılmaz mı?
Diye mukabele edince, koca Ata yine gürleyiverdi:
- Bilmiyorum mu zannediyorsun? Sana verdiğim emri yap. Düşmanımın önünden düşman gibi geçmek isterim.
Bir dakika sonra geminin bütün ışıklan söndürülmüştü.
‘’Düşmanın önünden düşman gibi geçilir’’ diyen Atatürk’ün daha sonra bir başka düşmanın askeri için ‘’ Bu memlekette kanlarını döken kahramanlar ! ‘’ demesi mümkün müdür? Değildir elbette. Değil olmasına değildir de biz bunu maalesef Çanakkale zaferinin 100. Yıldönümünü kutlarken öğreniyoruz.
Bakın Atatürk 193'4de değil 1931'de tam olarak nasıl bir metin dikte ettirmiş Dahiliye Vekili ( İçişleri Bakanı ) Şükrü Kaya’ya ( Metin çok uzundur. uzun yazı okumaktan sıkılan sade altı çizili cümleyi okuyabilir. )
“Arkadaşlar!
Üzerinde bulunduğumuz nokta küre-i arzın meçhul her hangi bir noktası idi. Halbuki biz bugün buraya tanınmış meşhur bir mevki olduğunu düşünerek geldik. Bu nokta ne münasebetle tanınmış ve ne diye coğrafi ve askeri haritalarda muayyen isim almıştır: Kemalyeri! Bilhassa asker arkadaşların karşısında bunu izah teşebbüsünde bulunmak istemem. Her türlü İzahlar bittabi onlara aittir. Fakat ben de bu yere ismi verilmiş büyük adamın yakın arkadaşı olmak itibariyle ondan işittiğim bir hatırayı esas tutarak üzerinde bulunduğumuz yerin, Kemalyeri’nin ne olduğuna dair bir kaç kelime söylemek istiyorum.
Efendiler; üzerinde bulunduğumuz bu noktadan deniz kenarına kadar olan mesafeyi, hep beraber görüyoruz. Bu dar sahada tarihte malum olan büyük kuvvet karaya çıktı. En aşağı iki, üç kilometre cephede yayıldı. Bu vaziyette henüz üzerinde bulunduğumuz noktada büyük Türk evladı Kemal o geniş düşman cephesinin sol cenahında ufak bir kuvvetle göründü. Orada cephanesi kalmamış neferlere süngülerini kullandırarak işe başladı. Bu teşebbüs muvaffakiyetle ilk eserlerini gösterdi. Türk’ün büyük ve sevgili evladı Mustafa Kemal o gece çok uğraştıktan ve her hangi bir fatihin kolaylıkla karşı duramayacağı felaket işaret eden vaziyetleri yendikten sonra karanlık bir gecenin sabahında kendisini bu noktada gördü, ve bu noktanın yüksek Türk talihini kurtaracak mevki olduğuna karar vererek burada kaldı. Bu nokta Mustafa Kemal’in çok faik(üstün) düşman kuvvetlerini mağlup ederek geriye püskürttüğü ve nihayet onları bütün takviyelerine rağmen yerinde durdurduğu bir Kumandan yeridir. Bir Türk Kumandanının Türk talihini yükseltmek için münasip gördüğü kumanda yeridir. Ben asker değilim, fakat bilirim ki bu yerden, bu Kemalyeri’nden garbın bütün ufuklarına karşı, garbın bütün denizlerinde en büyük zannolunan kuvvet ateşlerine karşı bu noktadan sadır olan Türk iradesi bugünkü Türkiye’yi kurtarmış olan faaliyetlerin ilk yeri olmuştur. Bu itibarla burada bulunmaktan ve gördüğümüz bu yüksek hatırayı burada yad etmekten çok memnun ve bahtiyarım.
Bizim bu yerde kıymetli hatıraları yad ederek mütehassis olmamız( duygulanmamız) ve bu yere ismini veren büyük Türk’ün bu memlekete ve Türklere yaptığı büyük eserleri hatırlayarak minnettar olmamız gayet tabiidir. Şeref ve iftiharla görüyoruz ki, bu yerin karşısında en büyük kuvvet ve kudret göstermiş olan büyük devletler de bu Kemalyeri’ne ve bu yere ismi verilmiş olan büyük Türk’e hürmetle takdirle bakmaktadırlar. Ben bu noktada yalnız bütün hassasiyetimin ifadesi olarak tek bir cümle söylemekle iktifa edeceğim:“Vatanın müdafaası için burada aziz kanlarını döken Türk çocuklarına ebedi minnetler.”
Bu büyük kahramanlar için henüz bir abide dikilmediğini görüyorum. Bundan fazla müteessir olmak istemem. Biliyoruz ki, bu aziz kahramanların kurdukları ve korudukları yıkılmaz Türk vatanı onların hatıralarını daima taziz ettirecek ifade ve manzarası cihanşümul, en yüksek bir abidedir.
Karşıda da bizimle harp etmiş insanların mezarlarını ve abidelerini görüyoruz. Orada yatanları da takdir ederiz. Medeniyet tarihi yarın karşı karşıya yatanlardan hangisinin fedakarlığını daha haklı ve daha insani bulacak ve daha ziyade takdir edecektir. Tecavüz etmiş onların abidelerini mi, yoksa vatanını müdafaa eden kahramanların hâlâ el uzatılmamış mukaddes taş ve toprak halinde bırakılmış olan bu izleri, bu kahraman izlerini mi? Kat’i hükmü medeni beşeriyetin insani takdirine emniyetle bırakabiliriz. Yalnız şunu tespit etmek isterim ki biz Türkler mazinin her türlü manasız, mantıksız, girift eziyetlerini unutarak yeni bir hayat yarattığımıza kaniiz. Bu hayat, Türk’ün ilk ve medeni hayatının alemşümul manasının ihtiva eden bu kanaatimiz, fiiliyatımızla da sabit olmuştur. Karşımızda mezarlar bırakan milletler, bizim bu samimi ve çok yeni mahiyette noktai nazarlarımızı iyi telakki ederlerse bu karşılıklı mezarlar aramızda kin, husumet ve ölmez hisleri yerine muhabbet, dostluk temin eder. Ben, mensup olduğum Türk içtimai heyetinin kurduğu Cumhuriyet hükumetinin mesul bir adamı olarak arzederim ki, Türk milleti bu karşılıklı abidelere hürmetle bakar ve iki tarafın ölülerini rahmetle yadederken dimağında ve vicdanında yaşıyan samimi temenni: Bu ölü abidelerin bir daha rekzolunmaması (dikilmemesi) bilakis bunları kuranlar arasında insanlık münasebetlerinin, insanlık bağlarının yükselmesidir.
Görüldüğü gibi Atatürk’ün bahsettiği tek kan vardır ama o kanın kime ait olduğu açık ve net bir şekilde ifade edilmiştir: “Vatanın müdafaası için burada aziz kanlarını döken Türk çocukları…’’ ve tabii ki minnettarlık da onlaradır.
İnsanlık bağlarının ve insani münasebetlerin yükselmesini istemek ve temenni etmek ayrı bir olaydır, düşman için ‘’Kahramanlar’’ ifadesi kullanmak ayrı…
Uzun sözün kıssası Atatürk hiç bir zaman bu ülkeyi işgale gelenler için ‘’ Bu vatanda kanlarını döken kahramanlar’’ dememiştir. Daha doğrusu demiş olması bence mümkün değildir.
4- Çanakkale Savaşlarının 100. Yıldönümünde beni hep rahatsız eden konulardan birini de Şeyhî’nin ‘’Harname ‘’ adlı eserinden bir beyitle başlayarak izah etmeye çalışayım:
‘’ Ki biriz biz onlar ile hilkatte
Elde ayakta vü şekl-i surette
Onların başlarına taç neden?
Bize bu fakr-ü ihtiyaç neden?
Çanakkale’de savaşan tek bir gazimiz bile artık hayatta değildir. ( En son gazilerimizden biri Şükrü Satar olup yukarıdaki resimdeki kalpaklı ihtiyardır. Diğeri de bir Anzak gazisidir. )
Kendimi bildim bileli tanıdığım hiç bir Çanakkale Gazisinin ya da Kurtuluş Savaşı Gazisinin, hatta Kore Gazisinin öyle refah ve bolluk içinde yüzdüğüne şahit olmamışımdır bu ülkede. Yani bizim gazilerimiz de yaratılışta, elde, ayakta, yüz şekli ile Anzakların ya da savaştığımız diğer milletlerin askerleriyle birdir ama neredeyse hepsi fakr-ü ihtiyaç içinde yaşamışlardır onlardan farklı olarak… Onların gazileri baş üstünde tutulurken bizim gazilerimizin halleri hep içler acısı olmuştur.
Daha geçen yazılarımdan birinde İstiklal Harbimizin en büyük kahramanlarından Kara Fatma’nın 1954 yılındaki yaşamından ( Ölümünden bir sene önceki hali ) bir fotoğraf yayınlamıştım. Bir çöp gecekonduda açlık ve yoksulluk içindeydi. ( 1955 yılında bir okulun yatakhanesinde yaşıyordu ve orada öldü) Bu gün de Çanakkale Zaferinin ölümsüz kahramanlarından Seyit Onbaşıya bakalım isterseniz.
Eminim bu gün pek çok törende Seyit Onbaşının adı zikredilecek, onun 275 Kiloluk mermiyi topun namlusuna nasıl yerleştirdiği, sonra tek bir atışla düşmanın Ocean adlı zırhlısını nasıl sulara gömdüğü anlatılacaktır. Tahmin ediyorum ki bu gün Çanakkale Zaferini anma törenlerinde Seyit Onbaşının adından ve kahramanlığından bahsetmeyen hiç bir konuşmacı olmayacaktır.
Peki aynı Seyit Onbaşının Çanakkale Savaşlarından sonra yağ atölyelerinde hamallık yaptığından, kuru tahta üzerinde yattığından, zaman zaman dağdan odun keserek satıp karnını doyurmak zorunda olması sebebiyle ormancılarla sık sık başının derde girdiğinden, Atatürk’ün huzuruna çıkacak bir elbisesi olmadığı için kaymakamın emaneten verdiği elbiseyi giyip yine kaymakam tarafından tıraş ettirildiğinden bahseden olacak mı acaba? Hiç sanmıyorum.
İşte her 18 Martta mideme taş gibi oturan konulardan birisi de budur. O şehit ve gazilerimize ne kadar sahip çıkabiliyoruz? Mesela Seyit Onbaşının kızına verilen -babasından kalma- gazilik maaşının bile kesildiğini kaç kişi bilir ve anlatır?
Hamaseti anlatmak kolay da İstiklal Marşını yazması karşılığında kendisine ödül olarak verilen parayı almayıp bir hayır kurumuna bağışlayan, ‘’ Bedrin aslanları ancak bu kadar şanlı idi’’ diyerek Çanakkale zaferini ölümsüzleştiren Mehmet Akif’in oğlunun sokakta açlıktan ve soğuktan donarak öldüğünü kaç kişi bilir?
5- Çanakkale savaşları anlatılırken Mustafa Kemal'siz bir anlatım yapmaya çalışanların olduğunu görmek ne kadar üzücü ise bu zaferin elde edilmesinde rolü olan diğer komutanlar sanki hiç yokmuş gibi onların adlarının hiç anılmaması da bir o derece üzücüdür.
Dünyada hiç bir savaş tek bir komutanın üstün gayretleriyle kazanılmaz. Hele de o komutan ordunun başkomutanı değilse…
Çanakkale Savaşlarında Mustafa Kemal’in kendi emir ve komutasındaki askerlerle mucize denilebilecek başarılara imza attığı, kendi emir ve komutasındaki askerlerle bu çılgın savaşın zaferle noktalanmasındaki rolünü hiç kimse red ve inkar edemez ama öte taraftan aşağıda isimlerini ve Çanakkale Savaşlarındaki görevlerini yazacağım komutanları hiç görmemek, onların adlarını bu zaferle yan yana getirmemek de bir o derece insafsızlıktır diye düşünüyorum.
1) - Limon Wan Sanders: 22 Mart 1915te Çanakkale’yi savunmak üzere oluşturulmuş olan 5. Ordunun başına getirilmiştir. ( Genel Kurmay Başkanı Enver Paşa Tarafından. Yani Çanakkale’deki tüm kuvvetlerimizin komutanı odur.)
2) – Esad Paşa : 3. Kolordu ve Arıburnu Kuzey Grubu Komutanı
3)-M. Kemal ATATÜRK : Anafartalar Grup Kom.
4)-Fevzi ÇAKMAK: V. Kolordu / Anafartalar G.K.
5)-Yakup Şevki SUBAŞI: 19. Piyade Tümen Komutanı
6)-Kazım KARABEKİR: 14. Piyade Tümen Komutanı
7)-İzzettin ÇALIŞLAR: 19. Piy. Tüm. Kom /Kur. Başk.
8)-M. Selahattin ADİL: 12. ve 13. Piyade Tümeni Kom.
9)-Şükrü Naili GÖKBERK: 7. Piyade Tüm. Kurmay Başk.
10)- Mehmet ARİF: 5. ve 11. Piy. Tüm. Kurm. Başk.
11)- Kemalettin SAMİ: Kuzey Grup Kurmay Başkanı
12) Fahrettin ALTAY: 3. Kolordu Kurmay Başkanı
13)- Kazım İNANÇ: 5.Ordu Kurmay Başkanı
14)- Cevat ÇOBANLI: 14. Kolordu Komutanı
15)- Nihat ANILMIŞ: 2. Ordu Kurmay Başkanı
16)- Nazif KAYACIK: 5. Alay Komutanı
17)- Cemil CONK: 4. Piyade Tümen Komutanı
18)- Kazım SEVÜKTEKİN: 1.Alay Komutanı
19)- M. Münip UZSOY: 36. Alay Komutanı
20)- Veysel ÖZGÜR: 15 Alay Komutanı
21)- M. Emin YAZGAN: 16. Alay Komutanı
22)-Reşat ÇİĞİLTEPE: 70. Alay 3. Tabur Komutanı
23)-M. Şefik AKER: 27. Alay ve 19. Tümen Kom.
24)- Ali SAMİ: Sabit Bağ. Sv. Tugay Kom.
25)- H. Nurettin ÖZSU: 17. Alay Komutanı
26)- M. Sabri ERÇETİN: 3. Topçu Alayı Komutanı
27) Nazmi SOLOK: 7. Alay 1. Tabur Komutanı
28)- M. Hayrettin TARHAN: 16. ve 2. Kolordu Kurm. Başk.
29)- İsmail HAKKI: 31. Alay Komutanı
30)- Ahmet Fuat BULCA: 15. A. 3. Tbr ve 24. A. 3. Tbr. Kom.
31)- Mehmet Nuri CONKER: 24. Alay ve 8. Tümen Komutanı
32)- Mehmet Hulusi CONK: 9. Tümen Kurmay Başkanı
33)- Alaattin KOVAL: 2. Kolordu Kurmay Subayı
34)- H. Emir ERKİLET: 5. ve 14. Kolordu Kur. Başkanı
35)- Ahmet Naci TINAZ: 13. Piyade Tümeni Kur. Başkanı
36)- Osman Zati KOROL: Müst. Mevki Kurmay Başkanı
37)- Ahmet Zeki SOYDEMİR: 57. Alay 1.Tbr. ve 21.Alay Kom.
38)- Mehmet NAZIM: 16. Tümen ve 6. Kolordu Kur. Başk.
39)- Ali Fuat CEBESOY: 25. Piyade Tümen Komutanı
40)- Cafer Tayyar EĞİLMEZ: 1. Piyade Tümen Komutanı
41)- M. Rüştü SAKARYA: 16. Piyade Tümen Komutanı
42)- Nazif KAYACIK: 6. Piy. Tüm. ve Saros Grp. Kom.
43)- M. Muhittin KURTİŞ: 22. Alay Komutanı
İsimlerini yazamadığım daha nice kumandanların en az isimleri zikredilmeli değil midir Çanakkale Savaşları anlatılırken? Bütün bu kumandanlar herhalde misket oynamadılar o savaşlar esnasında. Onlar da bir şeyler yaptılar. Öyle değil mi?
6-Pek çak vatandaşımız '' Çanakkale savaşını kazandık. Böylece yurdumuzu düşmanın işgalinden kurtardık.'' Der.
Çanakkale Savaşlarıyla bu vatan düşman işgalinden kurtulmadı beyler bayanlar. Çanakkale Savaşları evet emperyalistlere karşı kazanılmış çok büyük bir zaferdi ama 18 Mart 1915'de silahla o boğazı geçemeyen emperyalistler 30 Ekim 1918'de imzalanan 25 maddelik Mondros Ateşkes Antlaşmasıyla ellerini kollarını sallayarak geçtiler o boğazdan hem de tek kurşun atmadan. İşgal de işte o antlaşmadan sonra başladı.
7- Hep merak ettiğim bir konu da şudur: Bu gün Anzakların torunları 18 Martlarda o topraklara gelip şafak ayinleri düzenliyorlar. Eyvallah, bir itirazım yok. ( Edeplice gelip edeplice gidenler için bir itirazım yok tabii ki. Ama Çanakkale sokaklarında it gibi sağa sola saldıran serserilere söyleyecek çok lafım var elbette. )
Bizim torunlar da dedelerinin ruhu için katılımı oldukça fazla dini nitelikli bir şeyler yapsalar ne olur?
Mesela genç bir imam şöyle on binlerce insanın katıldığı bir Cuma Namazı öncesinde Minbere elinde kılıçla çıkıp öylece bir hutbe irad etse?
Neyse vazgeçtim bu sorudan cevabı belli çünkü: Neler olmaz ki?
Ben yine de Mehmet Akif’in dizeleriyle noktayı koyayım yazıma:
Sen ki, a’sâra gömülsen taşacaksın...Heyhât,
Sana gelmez bu ufuklar, seni almaz bu cihât...
Ey şehid oğlu şehid, isteme benden makber,
Sana âğûşunu açmış duruyor Peygamber.
(
107 Senedir Çanakkalenin İçinde De Dışında Da Vuruyorlar Beni başlıklı yazı
Sami Biber tarafından
18.03.2022 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.