Karanlıkta Pabuçsuz Yürümek
Karanlıkta pabuçsuz yürüyebilir misiniz? Buna cesaretiniz
var mı? Eminim, pek çok kişi “Bunu neden yapayım?” diye soracaktır. Tabanlarınıza
bir şeyler batabileceğini, ıslak bir zemine basıp kayabileceğinizi,
ayaklarınızın çamurlanacağını düşündünüz ve “Hayır, asla yürümem!” dediniz. Hatta
belki de korktunuz. Haklısınız. Kimse istemez. En sağlam ayakkabılarınızı
giyseniz dahi, sırf karanlık olduğu için, gene de istemezsiniz.
Ya mecbur kalırsanız? İçinize ürperti düştü, değil mi? Korkmayın,
henüz mecbur kalmadınız.
Karanlık çok şeyi ifade eder. Çaresizlik, umutsuzluk,
güçlük, çile, kararsızlık, gariplik, zulüm gibi hiç de tercih etmeyeceğimiz
durumlar. Pabuçsuz yürümek ise, bütün bu nahoş durumlar karşısında diklenmeyi,
umuda kapı aralama isteğini, deli cesaretini, aynı zamanda belâdan kaçıp
kurtulmayı, en zayıfın en güçlüyle savaşını anlatır.
Bu çıplak ayakların sahipleri kimlerdir? Ve onları
karanlıkta pabuçsuz yürüten; beyinleri mi, yürekleri mi, yoksa hayatta kalma
refleksleri midir?
Nedir karanlıkta pabuçsuz yürümek?
Tepenize düşen bombalar, sağınıza solunuza yağmur gibi yağan
mermiler, feryat figan kaçışan insanlar, ortalığı çınlatırcasına ağlarken birdenbire
sesi kesilen bebeğin aklınızı fesheden dehşeti… Bir köşede sıkışıp kalmışsınız.
Az sonra vücudunuza isabet edecek şarapnel parçalarını bekler miydiniz? Hayır! İşte,
karanlıkta pabuçsuz yürümek; yaklaşan ölümden derhal uzaklaşmanızdır.
Ölülerin arasından atlaya zıplaya geçerken gözünüze ilişen
yakınınızın kana bulanmış cesedine sarılma imkânı dahi bulamamanızdır.
Yan tarafınızda birdenbire bir sıcaklık hissedip
baktığınızda, neredeyse kopmak üzere olan kolunuzu görüp, sallanmasıyla kaçmanıza
mani olmasın diye, onu kendi elinizle kopartıp atmanızdır.
Kurşunlar vızır vızır üzerinize gelirken yavrunuzun üstüne
kapanarak vücudunuzu siper etmeniz ve son nefesinizde şahadet parmağınızı göğe
kaldırarak “La ilahe illallah!” demenizdir.
Düşman uçaklarından atılan bombalarla yıkılıp yanan evinizi
seyrederken, özgürlük şarkıları söylemenizdir. Biraz sonra, kesif dumanlar
arasında hala yanmakta olan evinize dalarak, yıkıntılar arasından bulup
çıkarttığınız bir fotoğrafı, tozunu silerek öpmenizdir.
Hastane koridorlarına boylu boyunca uzatılmış ölüler
içerisinde aradığınız üç günlük bebeğinizi, parça parça olmuş cesedinden
tanıyamayıp, sabah giydirdiğiniz elbisesinden teşhis etmeniz ve onu bir örtü
içinde göğsünüze bastırırken, “Bizi asla yok edemeyeceksiniz!” diye haykırarak
ant içmenizdir.
Günlerdir boğazınızdan tek lokma dahi geçmemiş olmasına,
içecek su bulamamanıza, yaralarınızın iltihaplanmasına, ağrılarınıza ve soğuğa
rağmen, ne açlık, ne susuzluk, ne acı, ne de üşüme duymamanızdır. An içinde
donup kalan yüz hatlarınızın bedenî ızdırabı gizleyen o yenilmez ifadesiyle, onurunuzu
ihtiyaçlarınıza satmamanızdır.
Taşla, sopayla, kırık dökük silahlarla, uykusuz, yarı aç,
yarı tok, yaralı, toz toprak içinde cepheden cepheye koşturmanızdır.
Hakaret, aşağılama, işkence ve tecavüze maruz kaldığınızda,
ayaklarına kapanmanızı isteyen zalimlerin yüzlerine kan tükürmenizdir.
Terörist bir devletin askerlerine, üzerinize silah
doğrultmuşlarken ve siz o devletin zindanlarında yavrusu işkence gören bir ana
olmanıza rağmen zafer işareti yapmanızdır. Daha çocuk yaşınızda ve boyunuz o zalimlerin
beline ancak geliyorken, kollarınızı yana açıp, göğsünüzü kabartarak ve
başınızı korkusuzca arkaya atarak diklenmenizdir.
Bir gün sonrası bir yana dursun, bir saat sonrasında, hatta
bir an sonrasında bile başınıza ne geleceğini bilmeden yaşarken; içinizde
yeşerttiğiniz umut fidanlarını, kurumalarından korkarak, alnınızı secdeye
koyup, gözyaşlarıyla sulamanızdır.
Sığındığınız komşu ülkelerin mülteci kamplarında, yangın
yerine dönen yurdunuzda bıraktığınız sevdiklerinizin akıbetlerini düşünerek, hasretlerinin
ateşi ile devleşen o yangını, bağrınızda anbean yaşamanızdır.
Ve bunca acıya, sıkıntıya rağmen, lânetlenmiş iblislerin
cirit attığı bir dünyada, adeta melekût âleminden gelmiş, tertemiz, inançlı,
merhametli, adaletli birilerinin desteğini görerek yürekten şükretmenizdir.
Bu manzaralar ne kadar tanıdık geldi, değil mi? Hemen yanı
başımızda karanlığa pabuçsuz yürüyen kahramanların, her gün yaşanan
dramlarından kesitlerdi sadece sunduklarım.
Evet, soru şuydu: Ya bütün bunları yaşamaya siz mecbur
kalsaydınız?
Yineliyorum: İçinize ürperti düşmesin ve korkmayın. Henüz
mecbur kalmadınız.
O halde, ellerinizde, ilahî adaletin ne olduğunu bütün dünyaya
gösterecek umut saçan bir fenerle ve barış dolu geleceğe emin adımlarla
yürümelerini sağlayacak bir çift pabuçla, bu kahramanlarla yan yana yürümeye ne
dersiniz?
Mücella Pakdemir
(
Karanlıkta Pabuçsuz Yürümek başlıklı yazı
Mücella Pakdemir tarafından
26.03.2022 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.