ZAFERLER,HEZİMETLER,ÖNCESİ VE  SONRASIYLA KUT’EL AMARE  SAVAŞLARI---2. BÖLÜM---

-SÜLEYMAN ASKERÎ VE OSMANCIK  TABURU-

Geçen  bölümde  1916  Yılı  itibariyle  İngiltere’nin,  Kut’el  Amere’nin  de  içinde  bulunduğu  Irak  topraklarında  ne  işi  olduğunu  sormuştum.

Aslında  Osmanlı  Devletinin  2 Ağustos  1914’de  Almanya  ile  yaptığı  gizli  ittifak  ve  hemen  peşinden  29  Ekim  1914’de Yavuz( Goben )  ve  Midilli( Breslav)  adlı  savaş gemilerimizin  Alman  Amiral  Souchon  idaresinde Rusların  Sivastopol  ve  Odesa limanlarını  bombalaması  Osmanlıların  Almanya  yanında  savaşa  girdiğinin  çok  açık  işaretleriydi.

Öte  taraftan  Alman  para babası  Oppenheim’in döktüğü  paralar ve Kaiser  Wilhelm’i  de  ikna  etmesi, Kaiser  Wilhelm’in de  Osmanlı  Padişahı Sultan  Reşat’ı ikna  etmesi ( Daha  da  doğrusu  iknaya  zaten  hazır  olan  Enver  Paşa’yı ikna etmesi )  sonucu  ilan edilen  kutsal  cihat  İngiltere’nin  eteklerini tutuşturmuştu. ( 14  Kasım  1914 )

İngiltere’nin  ‘’ Hasta Adam’’ Osmanlı  Devletinden  bir  korkusu  yoktu  ama  artık  Osmanlı  topraklarında  ‘’  Hacı  Wilhelm’’  olarak  anılan ve  neredeyse  evliya  ilan  edilen  Alman  İmparatoru  Wilhelm’den  fena  halde  korkuyordu. (  Bu  da  tabii  ki  Oppenheim’in  propagandaları  ve  Wilhelm’in  Selahaddin  Eyyubi’nin  türbesi  başında  Müslümanlara yaptığı  hitabenin  etkisiyle  olan  bir  durumdu. Alman  propagandaları neticesinde Osmanlı  halkı, Kaiser  Wilhelm’in  Müslüman  olduğuna  inanıyor  hatta  ona  Hacı  Wilhelm diyordu.  )

Evet... Wilhelm, bu  kutsal  cihat  sayesinde  İngiltere’yi  işgal  ettiği  sömürgelerden (  Özellikle de  Hindistan’dan )  sürüp  çıkarır  da  bu  topraklara  kendisi  yerleşirse  ne  olurdu İngiltere’nin hali? 

Aslında  Osmanlı  Devleti  için  değişen  pek  bir  şey  olmazdı. Çünkü hali  hazırda  anneannenin kontrolündeydi  o  topraklar.  El  değiştirirse  torununun  eline geçmiş  olacaktı.

Şaşırdınız  sanırım...  Evet...  Kaiser  Wilhelm, İngiltere  Kraliçesi  Victoria'nın  torunu  idi.  Hain  torun (!) anne annesine  savaş  açmıştı  resmen.

İngiltere  işte böyle  bir  tehlikeyi  göze  alamazdı.  Öte  taraftan  artık  dünyadaki  en  önemli  enerji  kaynağı  olan  petrol  bu  topraklardan  adeta  fışkırıyordu.  Böyle  değerli  bir  madenin Almanların  eline  geçmesine  asla  müsaade  edemezdi.  Bir  önemli  husus  daha  vardı:  Müttefiki  olan  Rusya  ile  bağlantı  kurmak.  Bunun en  kısa  ve  kestirme  iki  yolu  vardı: 1-  Çanakkale  Boğazı  üzerinden  saldırmak  2- Basra-  İran- Rusya  hattını sağlam  tutup  hem  Ruslarla  irtibatı  kuvvetlendirmek  hem  de  Rusların  da  desteği  ile  Osmanlı Padişahının  ilan ettiği ( Zavallı  Sultan  Reşat  aslında  sadece  önüne  konan  kağıda  imza  attı.  İmzaladığı  şeyin  Kutsal  Cihad  ilanı  olduğunu  daha  sonra  gazetelerden  okudu. ) kutsal  cihada  uyup  da kafasını  kaldıran  Müslümanların  kafasını  ezmek. Yani  Kutsal  cihadı  etkisizleştirmek...

Ha  bu  arada  unutmadan...  1915- yılında  Osmanlı  Devletini  paylaşmaya  yönelik  olarak  yapılan  gizli  antlaşmaya  göre İngiltere, Basra’dan  Musul’a  kadar  olan  toprakları  kendi  egemenlik  alanı  olarak  kaydettirmişti  ama  İngiltere’nin Hindistan Bakanlığı Siyasî Bölüm Başkanı Arthur Hirtzel’in Savaş Bakanlığı’na sunduğu bildiriye göre Ortadoğu’daki İngiliz etkinlik alanı Şam’ın güneyinden başlayıp Zor, Zaho, Revandiz üzerinden İran sınırına ulaşacak hattın güneyini içine almalıydı. Aynı rapora göre Mezopotamya ( Yani  yazımıza  konu  olan  coğrafi  bölge ) mutlaka bu alana dahil edilmeliydi. [ Bugün ‘’ Türk  ordusunUn  Irak’ta, Suriye’de  ne  işi  var?’’  Diyenler  acaba  bir  gün  ‘’ İngiltere’nin  Irak  topraklarında, Suriye  topraklarında  ne  işi  vardı?’’  Diye  de  sorup  cevap  arayacaklar  mı çok  merak  ediyorum.]

İngiltere  işte  bu  sebeplerle Irak  topraklarındaydı  ve Osmanlı  ordusu  ile  ilk  kez  1916 Nisanında  Kut’el  Amare’de  karşı  karşıya  gelmedi.  Bunun  evveliyetı  vardı.

Evet... İngiliz ordusu  ilk  olarak  15 Ekim 1914’de Bahreyn  adalarına  asker  çıkardı.  Daha  sonra Basra  yakınlarında  Türk  kuvvetleri  tarafından  savunulan  Fav  kasabasını  ele  geçirmişti.
23 Kasım 1914’de Basra’yı ele  geçiren  İngilizler  8 Aralık 1914’de  Kurna’yı da  ele  geçirmiş  ve  böylece  Şatt’ül  Arap petrollerini  tamamen  güvence  altına  almışlardı. Bu  bölgedeki  38.  Osmanlı  Tümeni  darmadağın  edilmişti  İngilizler  tarafından.

Yani  görüldüğü  gibi  hiç de  güzel  başlamadık  Irak  Cephesindeki    savaşa.
 
Irak cephesi  Osmanlı  Genel  Kurmayının  pek de  beklediği  bir  cephe  değildi.  O  yüzden  bu  cepheye  yeterince  asker  yığmamıştı.  Hem  zaten  ara  cepheler  dahil  dokuz  cephede  birden  savaştığı  için  hiç  hesabında  olmayan  bu  cepheye olabildiğince asker yığması da pek  mümkün  değildi.

Harbiye  Nazırı (  Savaş  Bakanı /  Milli  Savunma  Bakanı )  Enver  Paşa’nın  etekleri  tutuştu.  Osmanlı  Devletini  bu  badireden kurtarmak  için  bölgeye  ya  çok  fazla  asker  yığmak  gerekiyordu ( ki  bu mümkün  değildi.)  ya  da  aynen II.  Kılıçarslan’ın  Haçlı  ordusuna  yaptığı  gibi  vur-kaçla  İngilizlerin  canına  okunmalıydı.  Peki  bu  işi  kim  yapabilirdi?

Bu  işi  yapsa  yapsa  1912’de Trablusgarp’ta (  Libya )  İtalyanlara  karşı  aynı  taktikle  omuz  omuza  savaştığı  arkadaşı  Binbaşı Süleyman  Askerî Bey  yapardı.

Aynı  zamanda  Teşkilat-ı  Mahsusanın  en  gözü  kara  adamı  olan  Binbaşı  Süleyman  Askerî’ye  ‘’  Haydi  aslanım  göreyim  seni. ‘’  Demesi  yeterliydi.

Binbaşı  Süleyman  Askerî 3 Ocak 1915’de bölgeye  geldi  ve  hemen bölgedeki  Arap Kürt  ve  Türk  aşiretlerinden  bir  ordu  oluşturup  ana  hedefi  olan  Basra  üzerine  taarruza  geçti. Bu  kadar  kısa  zamanda  ve  tamamen  derme  çatma  bir  ordu  olmasına  rağmen  emrindeki  kuvvetlerle  3 Mart  1915’de Ahvaz’ı  ele  geçirmeyi  başardı, İngilizlerin Abadan  petrol  tesislerini havaya  uçurdu.

Süleyman  Askerî’nin  bu  çılgınca  ama  oldukça  etkili  operasyonları  İngilizleri  adeta deliye  döndürdü. 

Süleyman  Askerî  daha  sonra  Şuaybiye  mevkiindeki  İngilizlere  saldırdı  komutasındaki  Osmancık  Taburu  adını  verdiği  ordusuyla.

12-14  Nisan  1915  Tarihleri  arasında  iki  gün  süren  çok  kanlı  savaşlarda Süleyman  Askerî  Osmancık  Taburunun  başında  ve  en  ön  safta  bir  nefer  gibi  savaşıyordu. 14  Nisan  günü  ayağına  isabet  eden  bir  top  mermisi  ile  bir  bacağını  kaybetmesine  rağmen  savaşı  sedyeden  idare  edeceğini  söyleyerek  komutayı  bırakmadı.  Ancak  çok  kan  kaybediyordu.  Savaşı  bu şekilde  sürdürmesi  mümkün  değildi.

Onu  bir  sedyeye  koyup  cephe  gerisine bulunan  Nahle’deki kumandanlık çadırına  taşıdılar. Bu  arada  savaşı  sevk  ve  idare  edecek yakın  arkadaşları  da  bir bir  şehit  düşüyordu.

Süleyman Askerî’nin  kitabında  ‘’ Başarısızlık ‘’ Diye  bir  kelime  yazmıyordu.  Bir  ayağı  kopmuş  ve  kan  kaybından  ölmek  üzere  olduğu  halde  bu  başarısızlığı  gururuna  yediremedi  ve tabancasını  şakağına  dayayıp  tetiği  çekti.

Son  sözleri  ‘’  Biz  böyle  mi  olacaktık?’’  Olmuştu.

Evet... Süleyman  Askerî  Bey Basra’yı  ele  geçirememişti  ama  Türklerin  üstelik de  böyle  derme  çatma  bir  orduyla  İngilizlere  karşı  gösterdiği  direnç  onları  ziyadesiyle  endişelendirdi.  Ya  bir  de  bölgeye  düzeni  ordular  sevk  edilirse  ne olurdu  Basra’nın  hali?  Derhal  acilen  bir  şeyler  yapmaları  gerekiyordu  ve  onlar  da  yaptılar.

Basra’nın güvenliğinin sağlanması için 200 kilometre kuzeyde bulunan Nasıriyye ve Kutü’l-Amare’yi ele geçirmek üzere General Townshend’in başında bulunduğu birlik, karşısında daha çok milislerden kurulu ve topu bulunmayan Türk kuvvetlerini püskürterek 3 Haziran’da Kut’a; 25 Temmuz’da da Nasıriyye’ye girdi.

Cephedeki iklim koşullarının elverişsiz olmasından dolayı daha fazla ilerleyemeyen İngiliz Ordusunun bu durumundan faydalanan Osmanlı askeri yetkilileri ise  bölgeye Nurettin Paşa ( Sakallı  Nurettin  Paşa olarak  tanıyoruz  onu )  kumandasında 7000 kişilik bir kuvvet yolladı.

Sonra?

Sonrası  da  gelecek  bölümde  inşallah.



( Zaferler,hezimetler,öncesi Ve Sonrasıyla Kut’el Amare Savaşları---2. Bölüm--- başlıklı yazı Sami Biber tarafından 29.05.2022 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu