132 Sene önce bugün ( 15 Eylül 1890) Ertuğrul Faciasını yaşadık.
Neydi Ertuğrul Faciası? Bunu ülkemizde artık bilmeyen yok sanırım. Hatta filmi dahi yapıldı ki gerçekten de oldukça güzel bir filmdi.
Eeee aşağı yukarı herkesin bildiği bir olayın nesini yazacağım peki?
Ben bir yazmaya başlayım da ‘’ Amaaan ben bunu biliyordum zaten’’ Diyen okumaz. Farklı ve ilginç bulan ise okumaya devam eder.
Efendim, bugün Türk Milleti olarak çok sevdiğimiz bir uzak doğu ülkesi vardır: Japonya. Aslında dili dilimize, dini dinimize, ırkı ırkımıza hiç uymaz. Ayrıca aramızda binlerce kilometre mesafe vardır ama yine de severiz Japonları. Onların da bizleri sevdiğini düşünürüz ki doğrudur.
Peki bizden bu kadar uzakta olan Japonlarla ilk tanışıklığımız ne zaman başladı?
Orta Asya yıllarımızda Çin'le çok savaşırdık. Çin'le, Japonlar da savaşırdı. O sebeple bizim Japonlarla bir ilişkimiz, yakınlaşmamız olmuş muydu maalesef hiç biliyorum. Ayrıca 1871 Yılına kadar da Türkler ve Japonlar arasında herhangi bir ilişkiye dair herhangi bir kayda rastlamadım.
Peki 1871’de ne oldu?
Japonya’da aslında her ne olduysa 1867’de Mutsihito Mikado’nun ( Meiji olarak bilinir. )İmparator olmasıyla başladı. Japonya, yaklaşık olarak 300 senedir dünyanın tüm ülkelerine kapatmış olduğu kapılarını açtı. Ancak özellilke Avrupalı devletler aç kurtlar gibi Japonya’yı sömürmeye çalışırken eski düşmanı Rusya da Japonya aleyhine genişlemek istiyordu. İşte o sebeple Japonya, sırtını dayayabileceği sağlam ve güvenilir dost arayışına girdi.
Neyse efendim uzatmayalım. İmparator Meiji, 1871’de Fukuçi Geniçiro adlı bir adamını Osmanlı Devletini incelemek üzere gönderdi.
Fukuçi Geniçiro, pek çok hediyelerle padişah Abdülaziz’in huzuruna çıktı ve Japon İmparatorunun sevgi ve muhabbet mesajıyla birlikte hediyeleri takdim etti.
1875 Yılına gelindiğinde Japon Dışişleri Bakanı, Japon Başbakanına şöyle bir telgraf çekti: ‘’ Türkler aynen bizim gibi Hıristiyan olmadıklar halde Avrupalı devletlerle diplomatik ilişkilerde bulunuyorlar. Türklerden pek çok şey öğrenebiliriz bu konuda. O halde Türklerle diplomatik ilişkileri geliştirmekte bizim için fayda var. ‘’
Gerçekten de Japonlar artık Türklerle ilişkilere daha fazla önem vermeye başladılar ve bu bağlamda 1881 Yılında Japon Dışişleri müşaviri Yoshida Masaharu, İstanbul’a gelerek Padişah II. Abdülhamit’in huzuruna çıktı yine pek çok hediyelerle..
II. Abdülhamit de Japonya’ya yanaşmayı uygun görüyordu, zira Japonya’nın başının belası Rusya aynı zamanda Osmanlı Devleti’nin de başının belasıydı. II. Abdülhamit, 93 Harbinin ( 1877-1878 Osmanlı- Rus Savaşı) acısını unutamıyordu. Ancak II. Abdülhamit çok istekli olduğu halde iki taraf arasında bir dostluk antlaşması imzalanamadı.
1887’de Japon Prensi İmparatorun amcası Komatsu Akuhito ve eşi bir Avrupa gezisine çıkmışlardı ve ilk durakları İstanbul’du. Prens, Japon İmparatorundan II. Abdülhamit’e yine çok değerli hediyeler ve Krizantem Nişanı (Ki kuki-Dai jusho) denilen Japonya’nın en değerli nişanını hediye olarak getirmişti ama sanırım II. Abdülhamit’i en sevindiren hediye, İmparator Meiji’nin gönderdiği marangozluk aletleri idi. Japon imparatoru, Padişahın marangozluk hobisini bildiğinden ona pek çok marangozlukta kullanılabilecek alet göndermişti.
Bu karşılıklı dostlukta hep Osmanlı ülkesine gelip hediyeler sunan taraf Japonya idi. Oysa Türk geleneklerine göre dolu gelen tabak boş geri verilmezdi. Yani bizim tarafın da iade-i ziyarette bulunması ve Japon İmparatoruna bir takım hediyeler sunması gerekiyordu.
Padişah II. Abdülhamit, Sadrazam Kamil Paşa’ya sözlü bir emir verdi ‘’ Japon İmparatoruna hediyeler ve nişanlar sunmak üzere derhal bir gemi ve tabii ki mürettebat hazırlansın.’’
Kamil Paşa bu sözlü emri yazılı bir emir haline getirerek Bahriye Nazırı ( Denizcilik Bakanı ) Hasan Hüsnü Paşa’ya 2 Şubat 1889’da iletti.
Hasan Hüsnü Paşa 25 Şubat 1889 tarihinde bu emre cevap verdi: ‘’Ertuğrul Fırkateyni bu işe uygundur. Hem motor hem yelkenle hareket edebilen bu gemi uzun yolculuğa dayanabilir. Tamirat ve teçhizatı tamamlandığı takdirde Mart Ayı sonuna doğru gemi komutanına emir verilip yola çıkarılabilir.’’
Padişah II. Abdülhamit, bu ziyaretin Avrupa Devletlerini ve özellikle Rusya’yı kuşkulandırmaması için geminin sefer amacını dosta- düşmana ‘’ Bahriye Mektebinden mezun olan öğrencilerin uzak doğu denizlerini tanıması amacıyla yapılacak olan bir eğitim gezisi olduğunu açıkladı ama işin doğrusu 600’den fazla mürettebatı olan gemiye sadece on dört yeni mezun binecekti.
Evet...Artık Ertuğrul Fırkateyninin yola çıkacağı kesinleşmişti ama dedikodular da başlamıştı. Pek çok insan yaklaşık on bir senedir Haliç Tersanesinden dışarı adım atmamış herhangi bir geminin - ne kadar tamir görürse görsün- böyle bir yolculuğa çıkmasının cinayet olduğunu açık açık dile getiriyordu.
İşte bu görüşü savunanlardan biri de geminin çarkçıbaşısı İngiliz Binbaşı Hearty Bey idi ve bu konudaki raporunu Bahriye Nezaretine vermişti. Hearty, bu raporunda birkaç defa tamir için havuza girip çıkan bu köhne geminin kazanının eski olduğunu, kazan altının hiç bir vakit teftiş ve tamir görmediğini, makinasının harap ve kuvvetsiz olduğunu, bu sebeple gemiyi sekiz, dokuz milden fazla götüremeyeceğini, yelkenler ne kadar elverişli olursa olsun Ertuğrul'un bu seferi yapmağa muktedir olmadığını" açık açık yazdı ama bu rapor Bahriye Nazırı Hasan Hüsnü Paşa tarafından sümen altı edildiği gibi Hearty Bey de İdare-i Mahsusa’nın İstanbul- Adalar seferi yapan bir vapuruna sepetlendi çarkçı başı olarak.
Söylentiler, dedikodular derken güya Mart Ayı sonlarında yola çıkacak olan Ertuğrul Fırkateyni , Haziran ayında hâlâ tartışma konusuydu. Öyle ki önce Bahriye Nezaretine ardından sadarete iletilen bir tezkerede geminin hali hazırda bir yüzen tabut olduğundan bahsediliyordu özetle...
Sonunda bütün bu yaşananlar II. Abdülhamit’in kulağına kadar ulaştı ve 6 Haziran 18)89’da onun tarafından bir yazılı emir gönderildi ilgi makamlara.
Bu yazılı emirde padişah mezkur fırkateynin Japonya ' ya kadar gidebilmesinin mümkün olmayacağı ve buradan hareket etse bile yolda bir kazaya uğraması ihtimalinin çok olup, Hind Denizi 'ne ve Japonya 'ya gidecek bir geminin yolda kalmasının yar ve ağyara karşı ayıp ve çirkin olacağından bahisle tehlikesizce 'azimet ve avdet (gidip gelmek ) üzere ya münasip bir geminin hazırlanması veyahut Ertuğrul’un mükemmel şekilde tamirinin yapılmasını emretti.
Eeee böyle bir emre rağmen nasıl oldu da Ertuğrul yola çıkarıldı?
Gelecek bölüme inşallah
( 132 Sene Önce Bugün---ertuğrul Faciası---1. Bölüm-- başlıklı yazı Sami Biber tarafından 15.09.2022 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu