İki  Günah  Keçisi—kimsenin  Yazamadığını  Yazmak--6. Bölüm---nablus Savaşı Mı

İKİ GÜNAH KEÇİSİ—KİMSENİN YAZAMADIĞINI YAZMAK--6. BÖLÜM---NABLUS SAVAŞI MI YOKSA MEGİDDO ( ARMEGEDDON) SAVAŞI MI?
****
19 Eylül 1918 Akşamında başlayan Nablus Savaşında Türkler öyle orta okul ve lisede bize öğretildiği gibi Almanlar yenildiği için değil ama ordumuzun başında bir Alman komutan olduğu ve Türklerin vereceği/ verdiği kayıplar bu komutanın zerre kadar umurunda olmadığı için feci bir yenilgi aldı. Tabiri caizse Allenby, zaten bizsen iki kat fazla olan ordusuyla bizi evire çevire yendi.
Osmanlı Devleti ne yapacağını kara kara düşünürken aklına düşmandan ateşkes istemek geldi ve 5 Ekim 1918’de İspanya aracılığı ile İngiltere’den ateşkes istediyse de İngiltere bu isteği kabul etmedi.
7 Ekim 1918’de Mustafa Kemal Paşa, doğrudan doğruya Padişah Vahdettin’e bir mektup yolladı. Mektubunda Nablus Savaşının niçin kaybedildiğini izah ederken bir taraftan da bu saatten sonra yapılması gerekenin bir barış antlaşması olduğunu şu cümlelerle anlatıyordu:
"...Eylül on dokuzuncu gecesi düşman evvelâ Yedinci Ordu'ya taarruz etmeye başladı.[ Yedinci Ordu Mustafa Kemal’in idaresindeki ordudur.] Düşmanın iki taarruzunu tevkif ettim (durdurdum). On dokuz sabahı garbımızda (batı tarafımızda) bulunan Sekizinci Ordu [Cevad Paşa’nın idaresindeki ordu] kısa bir düşman taarruzu karşısında birkaç saat zarfında inhilâl etti (dağıldı).
Bundan dolayı Yedinci Ordu'nun sağ cenahı ve hatt-ı ric'ati (geri çekilme yolu) tamamen düşman tarafından tutuldu. Sağımızda bulunan Dördüncü Ordu [ Mersinli Cemal Paşa’nın emrindeki ordu] hissizliğin azamîsini ibraz etti (gösterdi). Elzem olan muavenetten istinkaf etti (gerekli yardımdan kaçındı). Buna rağmen her taraftan düşmanla muharebe ederek, cenuba olan cephemi garba tebdîl (güneye olan cephemi güneye çevirerek) ve Vadi-i Şeria nehrinden orduyu geçirerek Cebel-i Aclûn dahilinde ve Der'a-Mezrib hattında ve oradan kemâl-i şeref ve namus ile gerek İngiliz takip kıtaatı (kuvvetleri) ile ve gerek Şerif kıtaatı (Şerif Hüseyin kuvvetleri) ile muharebe ede ede Şam'a kadar gittim.
Orada, Limon Paşa'nın emriyle Şam'ın muhafazası için maateessüf Cemal Paşa'nın taht-ı emrine (emri altına) terk ile kendim de Riyak cephesini tutmak ve orada elde edeceğim kuvvetleri tensîk etmekle (düzenlemekle) tavzif eyledim (görevlendirdim).
Cemal Paşa dahi, Şam'ı Rabu Boğazı'na kadar geldiğinden bîhaber kaldığı düşmanın cüz'i (az) kuvveti karşısında kendi ordusuyla beraber benim ordumu dahi terkederek yalnız başına Riyak'a geldi. Ben bundan sonra Riyak'ta teşkil ettiğim kuvvetleri şimale tahrik ederek (kuzeye doğru hareketlendirerek) Şam'da kalan kuvvetlerin dahi İsmet Bey taht-ı emrinde (İsmet İnönü emri altında) olarak şimale (kuzeye) hareketini emretmek için vasıta buldum. Şimdi üç günden beridir orduyu yeniden Halep cenubunda (güneyinde) toplamakla meşgulüm.
Düşmanın malûm fâikiyeti (bilinen üstünlüğü) karşısında ve bizim ordu namı altında tutulan beş-altışar bin neferimizin ric'ati (geri çekilmesi) tabii idi. Fakat bu ric'at (geri çekilme) daima bir şekil muhafaza edilerek icra edilebiliyor idi:
Enver Paşa gibi bir ahmak müdir-i harekât-ı umumiye (genel harekât müdürü) olmasa idi ve burada beş-on bin kişilik bir hey'et-i askeriyenin başında ilk top sadâsında ordusunu bırakıp kaçan ve şahsını kurtarmak için şaşkın tavuk gibi öteye-beriye iltica eden kumandan Cevad Paşa bulunmasa idi, hiçbir vaziyet-i askeriyeyi (askerî durumu) takdir edemeyen bir Dördüncü Ordu Kumandanı Cemal Paşa bulunmasa idi ve bunların başında muharebenin ilk gününden itibaren hiçbir tesir ve nüfuzu kalmayan bir grup karargâhı olmasa idi böyle bir yenilgi yaşamazdık.
Bu andan sonra, artık sulhten (barıştan) başka yapılacak birşey kalmamıştır.
7 Teşrinevvel 334 (7 Ekim 1918), Halep.
Mustafa Kemal"
Görüldüğü gibi Mustafa Kemal Paşa, Nablus yenilgisi sebebiyle kendisinde hiç bir kusur görmüyor.
İşin daha da ilginci, bu mektubunda korkak ve hissiz gibi sert ifadelerle eleştirdiği Cevad ve Cemal Paşalar, Kurtuluş Savaşında Mustafa Kemal’in adeta sağ kolu olmuşlardır.
Evet... Mustafa Kemal’in Padişaha yazdığı bu mektubundan da anlayacağımız üzere Türk ordusu, düşman karşısında geri çekilmektedir ve bu geri çekiliş de maalesef öyle düzenli bir geri çekiliş değil darmadağın bir geri çekiliştir.
Mustafa Kemal’in 5-10 Bin kişi dediği bu geri çekilen ordu miktarı için bazı tarih yazıcıları ( tarihçiler demiyorum ) 60.000 Rakamını terennüm ederler ki tamamı 46-47.000 olan bir ordunun 60.000’i nasıl geri çekilir? Nasıl esir olur, benim aklım hiç almaz.
Ancak?
Ancak dört ordunun birleşesinden oluşan bir ordu düşmana yenilmiş ve geri çekiliyorsa hiç bir ordu komutanı ‘’ Bu yenilgide ve geri çekilmede benim hiç bir sorumluluğum yok.’’ Diyemez. Dememeli de. Ayrıca Mustafa Kemal’in, Enver Paşa ve Limon van Sanders neyse de Cevad ve Cemal Paşalar aleyhindeki ifadeleri adeta babalarının en sevdiği eşyayı kıran çocuklardan birinin ‘’ Vallahi ben kırmadım. Kardeşlerim kırdı’’ şeklindeki davranışından hiç de farklı olmamış.
Ben ‘’I. Dünya Savaşında aslında biz düşmanı yendik ama Almanlar yenildiği için biz de yenilmiş sayıldık.’’ Gibi bir savunmayı nasıl kabul etmiyorsam aynı şekilde ‘’ Limon von Sanders, Cevad Paşa ve Cemal Paşa yenildiği için ben de otomatikman yenilmiş oldum.’’ Şeklindeki bir savunmayı da kabul etmiyorum.
Evet... Nablus savaşındaki yenilginin ve düşman karşısındaki geri çekilmenin tüm faturasının Mustafa Kemal’in sırtına yüklenmesini de ‘’ Onun hiç bir başarısızlığım yok tüm kabahat diğer paşaların.’’ Şeklindeki bir anlatımı da kabul etmiyorum.
***
İstanbul Hükumeti 12 Ekim 1918’de İsviçre kanalıyla ABD Başkanı Wilson’a başvurarak bir kez daha bir barış antlaşması için girişimde bulunsa da İngiltere, Türkleri iyice ezmeden herhangi bir antlaşma yapmak istemiyordu. Nitekim ancak Halep’i ele geçirdikten sonra bizim tarafa ‘’ Gelin görüşelim.’’ Dediler.
Mustafa Kemal Paşa, 26 Ekim 1918’de Halep’in Kuzeyinde İngilizlere karşı I. Dünya Savaşının son savaşını yapmak üzere hazırlık yaparken aynı gün bir Osmanlı heyeti Rauf Bey ( Orbay ) Başkanlığında ateşkes şartlarını görüşmek üzere Limni adasının Mondros Limanına vasıl oldu.
27-30 Ekim 1918 Tarihleri arasında yapılan beş oturum sonucunda İngilizler ‘’ İleri sürdüğümüz şartları saat 21.00’a kadar kabul ettiniz ettiniz, aksi takdirde biz masadan kalkarız.’’ Dediler.
Bizim Heyet durumu bir telgrafla İstanbul’a bildirse de İstanbul’dan bir cevap alamayınca, 31 Ekim 1918’den itibaren yürürlüğe girmek üzere Mondros Ateşkes Antlaşmasını 30 Ekim 1918’de saat 20.03’de imzaladı.
Eee Savaş bitti. Mustafa Kemal hâlâ Yıldırım Orduları Grup Komutanı değil.’’ Dediğinizi duyar gibiyim. Şimdi işte tam olarak oradayız.
25 Maddeden oluşan Mondros Ateşkes Antlaşmasının 16. Maddesi aynen şöyle diyordu: ‘’Hicaz'da, Asir'de, Yemen'de, Suriye'de, ve Irak'da bulunan muhafız kıtaat en yakın İtiláf kumandanına teslim olunacaktır -----‘’
Velhasılıkelam bir teslim olma söz konusuydu. Lakin Almanya antlaşmayı duyar duymaz devreye girdi ve ‘’ Türklerle yapılan bir antlaşmada bizim subaylarımız, İngilizlere teslim edilemez.’’ Dendi.
‘’Eee ne olacak? Yıldırım Orduları başsız mı kalsın?’’ Diye fazla düşünmedi bizim taraf. Öteden beri ‘’ Şu Limon Paşayı başımızdan alın.’’ Diyen Mustafa Kemal’in 7.Ordusu lağv edildi ve Mondros Ateşkes Antlaşmasının yürürlüğe giriş tarihi olarak belirlenen 31 Ekim 1918’de yani savaş bittikten sonra Mustafa Kemal Paşa Yıldırım Orduları Grup Komutanı olarak tayin edildi.
Artık Sadrazam olan Ahmet İzzet Paşa, Limon von Sanders’e ‘’ Yıldırım Orduları Grup komutanlığını -lağv ettiğimiz- 7. Ordu komutanı Mustafa Kemal’e devrederek tüm Alman personelizle birlikte İstanbul’a geliniz.’’ Diye bir telgraf gönderdi.
O kadar hızlı hareket ediliyordu ki aynı gün ( 31 Ekim 1918 ) Mustafa Kemal Paşa, Adana’ya geldi ve Yıldırım Orduları Grup komutanlığını Limon von Sanders’ten devraldı.
Görünen oydu ki bazı tarihçiler Nablus yenilgisinin tüm faturasını sırtına yüklemeye çalışsalar da devletin hâlâ en güvendiği paşası Mustafa Kemal idi.
Sonra?
Sonra Mustafa Kemal Paşa, elinden geldiği kadar 16. Maddede zikredilen yerlerde bulunan askerimizi bu sınırların kuzeyine çekerek esir olmaktan kurtarmaya çalıştı ancak bizzat kendisinin padişaha yazdığı mektupta ifade ettiği gibi ordu oldukça dağınık bir şekilde geri çekiliyordu ve haliyle bu dağınıklık sebebiyle binlercesi belirlenen sınırların dışına çıkamadan esir ediliyordu.
Mustafa Kemal Paşa, dağılmış halde olan Türk birliklerini, Türk sınırları olarak belirlediği sınırlar içerisine çekmek, bu suretle terhis, teslim veyahut zayiat vermelerini önlemek için linden geleni yapsa da Mondros Ateşkes Antlaşmasının 7. Maddesi gerekçe gösterilerek yapılacak olan İskenderun’un işgaline mani olması mümkün değildi ve olamadı da.
Peki ne diyordu o meşhur 7. Madde:
‘’Aynen şöyle diyordu: İtilaf Devletleri güvenliklerini tehlikede gördükleri herhangi bir Osmanlı toprağını işgal etme hakkına sahiptir. ‘’
İskenderun’da İtilaf Devletlerinin güvenliğini tehdit eden bir durum var mıydı?
Sormak bile abes. Kendisinden daha aşağıda ırmaktan su içen kuzuya ‘’ Suyumu bulandırıyorsun’’ Diyen kurt gibiydi İngiltere. Bahane üretmek hiç bir zaman sorun değildi.
9 Kasım 1918’de Mustafa Kemal, Genel Kurmaya çektiği telgrafta: “İskenderun, 9 Kasım 1918’de, 15 kişilik bir İngiliz kıtası tarafından işgal edilmiştir. İngilizler yalnız şehri işgal etmekle kalmamışlar, aynı zamanda şehri Anadolu’dan tecrit etmişlerdir.’’ Demişti ancak bu telgrafına karşılık olarak Sadrazam Ahmed İzzet Paşa, ‘’İngilizlerin haksız tutum ve uygulamalarını, görüşmeler yoluyla halleteye çalışın. Bu mümkün değilse silahlı bir direnişe girişmeyin ki ateşkes antlaşması bozulmasın.’’ Dedikten sonra ilave etti. ‘’ Senin Yıldırım Orduları Grup Komutanlığı, 7 Kasım 1918 Tarihi itibariyle lağvedildi.’’
Uzun lafın kısası Mustafa Kemal, 31 Ekim 1918’de atandığı Yıldırım Orduları komutanlığında ancak bir hafta kalabilmiş, 7. Kasım’da ordusu lağvedilmiş, 10 Kasımda ise ordusunun lağvedildiği resmen kendisine bildirilmişti.
İşte bu durum karşısında 10 Kasım 1918’de Adana’dan trene binen Mustafa Kemal üç günlük bir yolculuktan sonra 13 Kasım 1918’de yani İstanbul’un İtilaf Devletlerince işgal edildiği gün İstanbul’a gelmiştir.
Özetleyecek olursak: Mustafa Kemal’in sadece 1 hafta ve savaş bittikten sonra komutan olduğu bir ordudan mucize beklemek ne kadar insaflı bir beklentidir ayrıca sorgulamak lazım.
Mustafa Kemal Paşa Yıldırım Orduları Grup Komutanı olarak hiç bir şey yapamazdı. Hele de Mondros Ateşkes antlaşmasından sonra... 7. Ordu Komutanı olarak ise diğer komutanlar ne kadar ne yapabilmişse o da o kadar hatta kendi ifadesine göre çok daha fazlasını yapmıştır.
Bitirirken ilginizi çekeceğini umduğum bir bilgi ilave edeyim:
Bizim Nablus Savaşı dediğimiz savaşa Hırıstiyan ve Yahudi dünyası Megiddo ( Armegeddon ) Savaşı adını vermiştir?
Megiddo veya Armegeddon Hıristiyan inancına göre kıyametten önce yapılacak son büyük savaştır. Bu savaştan sonra kıyamet kopacak ve Hıristiyanlar öteki dünyada cennete gideceklerdir (!)
BİTTİ
( İki Günah Keçisi—kimsenin Yazamadığını Yazmak--6. Bölüm---nablus Savaşı Mı başlıklı yazı Sami Biber tarafından 20.04.2023 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu